Donald Trump’ın Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesi, tarihin ironilerinden biridir. Barış; savaşları durdurmak, insan hayatını korumak ve çatışmaları önlemek için ödüllendirilir. Ancak Trump’ın Ukrayna sürecindeki tavrı, barış idealinden çok uzak; soğukkanlı ve katmanlı bir çıkar hesapçılığının ürünüydü.
Rusya’yı zayıflatmak yerine kendisi karşısına çıkmadığı gibi Ukrayna’yı sürerek hem kendi askeri ve ekonomik açıdan yıpranmadı, hem de Rusya’ya karşı Ukrayna’ya verdiği maddi desteği sömürüye dönüştürdü. Madem Rusya’yı zayıflatmak istiyordunuz, aslanlar gibi Rusya’nın karşısına çıksaydınız. Çıktınız mı? Hayır…
Ukrayna’ya verdiği destek, insani değerlerden değil; savaşın yarattığı boşluklardan ekonomik ve jeopolitik kazanç sağlama fırsatından beslendi. Yer altı mineralleri, stratejik coğrafi avantajlar ve enerji hatları üzerindeki kontrol, onun ajandasının merkezindeydi. Ölen insanlar, yıkılan şehirler ve parçalanan aileler, bu hesapların satır aralarında bile yer almadı.
Elini sıcaktan soğuğa değdirmeden Zengezur Koridoru’na sahiplenerek Rusya’nın elini zayıflattı. Bir mermi bile atmadan yaptığı bu hamle ile Rusya’yı bir tık daha çevrelemiş oldu.
Trump’ın politikası “savaşı durdurmak” değil, “savaştan maksimum faydayı elde etmek” üzerine kurulu oldu. Bu nedenle ona “barış elçisi” demek, bir silah tüccarına “insan hakları savunucusu” demek kadar absürt. Tarih, böyle liderleri barışla değil, fırsatçılıkla anacaktır.
Yukarıda barış elçisi olduğu mesajını veren ama sömürüye ve Rusya’yı çevrelemeye devam eden Trump Efendi, Filistin’de neden barışı dillendirmiyor? Çünkü Filistin’de kazanım elde edemedi. Filistin’i doğrudan sömürecek talepleri karşılanmadı.
Şimdi soruyorum, Nobel’e aday gösterilecek denilen Trump barış elçisi mi, savaş lordu mu?