Kadir Uğur Yılmaz

Tarih: 14.10.2025 10:41

Sahte Kimlik Üzerinden Kurulan Tuzak: Kürtçülük Projesi

Facebook Twitter Linked-in

Bugün sosyal medyanın görünmez savaş alanlarında, bir kimlik inşası yürütülüyor. Bu kimlik inşası ne masum ne de yerel; tam aksine küresel aklın bölme, parçalama, kimlik üzerinden ayrıştırma stratejisinin en sinsi uzantısıdır.
Her gün Instagram’da, Twitter’da, Facebook’ta, YouTube’da aynı mesaj pompalanıyor: “Kürt milleti vardır, Kürtçe vardır, Kürt kimliği baskı altındadır.”
Bu söylem öylesine profesyonel bir manipülasyonla yürütülüyor ki, sanki tarihte binlerce yıllık köklü bir “Kürt halkı” varmış da, birileri bu kimliği yeni keşfetmiş gibi sunuluyor.

Halbuki gerçeği tarih kitaplarında değil, doğrudan devlet arşivlerinde bulursunuz. Bugün “Kürt kimliği” dediğimiz yapı, 1800’lü yıllarda İngiliz ve Rus istihbarat raporlarında icat edilmiş bir sosyolojik uydurmadır. Osmanlı’nın zayıfladığı, Anadolu’nun batılı misyonerlerle kuşatıldığı yıllarda, doğu vilayetlerinde yaşayan aşiret toplulukları etnik değil, aşiret bağlılığıyla tanımlanırdı. O insanlar kendilerini “Kürt” diye değil, aşiretlerinin, beylerinin, oymaklarının adıyla anarlardı.

Ama emperyalizm, her zaman kimlik mühendisliğiyle çalışır. “Kürt milleti” kavramı, işte bu dönemde laboratuvar ortamında üretilmiştir. İngiliz subayları, Rus ajanları, Fransız misyonerleri... Hepsi bu kimliği inşa etmek için ortak bir çaba yürütmüştür. Çünkü onlar bilirlerdi ki; Türk milletini doğudan, yani Orta Asya bağından koparmanın yolu, Anadolu’nun doğusunda sahte bir “etnik halk” yaratmaktan geçerdi.

Bugün Kurmançça, Zazaca, Soranice, Goranca, Feylice, Lurca gibi diller “Kürtçenin lehçesi” diye pazarlanıyor.
Oysa dilbilimsel olarak birbirinden kopuk, kökeni ve gramer yapısı bakımından farklı, hatta bazen birbirini anlamayan toplulukların dilleridir bunlar. “Kürtçe” diye bir üst dil tanımı bilimsel olarak mümkün değildir. Ama bu yalan öyle ustaca işlenmiştir ki, bazı yerli akademisyenler bile bu tuzağa düşmüş, Batı kaynaklı etnografik yalanları kendi tezlerine taşımıştır.

En acısı da şudur:
Türk milliyetçiliği iddiası taşıyan birçok çevre, bu propaganda karşısında sessizdir.
Sanki bu mesele bir etnik gururun konusuymuş gibi davranıyorlar. Oysa mesele, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğü, Türk milletinin ortak kimliği ve devletin bekası meselesidir.

Biz, bu topraklarda bin yıldır omuz omuza yaşamış kardeşleriz.
Biz Zaza asıllı Türk’üz, Kurmanç asıllı Türk’üz, Gorani asıllı Türk’üz. Bu, etnik bir tanım değil; Türk milletinin kapsayıcı, birleştirici kimliğinin ifadesidir. Çünkü Türk kimliği bir ırk değil, bir medeniyet birliğidir. Bu coğrafyada kim varsa, bu potada eriyerek Türk olmuştur.

Ama dış güçlerin derdi tam da budur:
Türk potasının yeniden kırılması.
Bugün “Kürt kimliği”, “Kürt dili”, “Kürt kültürü” diye servis edilen şey; aslında Türk potasının dışına çıkmaya zorlanan bir toplumsal mühendislik faaliyetidir. Sosyal medyada pompalanan videolar, çeviriler, şarkılar, “Kürt müziği” diye servis edilen içerikler; kültür değil, psikolojik harp malzemesidir.

Türk milleti bu oyunu daha önce gördü. Balkanlarda “Arnavutluk kimliği”, “Yunan kimliği” nasıl üretildiyse; bugün de benzer bir laboratuvar çalışması Anadolu’da sürdürülüyor. Dün Osmanlı’yı parçalayan etnik akımlar, bugün Türkiye’yi hedef alıyor.

Ama biz buna müsaade etmeyeceğiz.
Bu topraklarda Türk’ün adı silinmez, Türk’ün kaderi değişmez.
Biz, tarihi unutmayan, millet olmanın şuuruyla yaşayan bir topluluğuz.
Ve artık sessiz kalmayacağız.

Her sosyal medya platformunda, her mecrada, her akademik ortamda bu yalanı teşhir edeceğiz. Çünkü bu sadece bir kimlik tartışması değil; Türk milletinin geleceğine uzanmış bir hançerdir.

Türk milliyetçiliği, sadece hamasetle değil, bilgiyle, belgeyle, cesaretle savunulmalıdır. Bu milletin birliğini korumak, sadece devletin değil; her Türk aydınının, her Türk evladının namus borcudur.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —