Adil Hacıömeroğlu

Tarih: 11.11.2025 08:42

Oğluma Mektup 8

Facebook Twitter Linked-in

Ruh İkizim, Yürektaşım,

Oğulcuğum, son günlerde mektuplarımı her gün yazamıyorum. Bu nedenle seni unuttuğumu sanma! Günün her anında yüreğimde duyumsadığım kişisin. Senin varlığın, bana yaşama gücü veriyor. Çünkü ben geçmiş, sense geleceksin. İnsan geleceğin umuduyla yaşama tutunur. Bugün keyifle okuyup bitirdiğim bir kitaptan söz edeceğim sana.

Kitabın adı, Musa’nın Gecekondusu… Yazarı, Hasan İzzettin Dinamo… Yazarımız Dinamo, yerdeşimiz... Trabzon’un Akçaabat ilçesinin Kavaklı köyünde doğmuş. Kavaklı deyince usuma 1810’da Doğu Karadeniz Bölgesi’ni işgale gelen Rus donanması geliyor. 1810 Yılında Rus donanması, henüz gün ışımadan Kavaklı köyü önünde görünür. Sabah ezanı okunmuş, köyün erkekleri namaz kılmak için camiye gitmişlerdi. Tam bu sırada evinin camından dışarıya bakan yaşlı bir kadın, fark eder düşman donanmasını. Bağırıp komşularına haber verir tehlikeyi. Kazmasını, küreğini, baltasını, tahrasını, tüfeğini kapan kadın ve çocuklar dikilir düşmanın karşısına. Çatışma başlar. Camide namaz kılmakta olan erkeklere de haber salınır. Onlar da koşup gelir. Direniş şiddetlenir. Çevre köy ve ilçelerden koşar halk Kavaklı’ya yardım için. Derken Ruslar geri püskürtülür çok sayıda ölü bırakarak. İşte ülkemizde, işgale karşı ilk halk direnişini yapan Kavaklılıdır Hasan İzzettin. Kanında işgale, haksızlığa direniş vardır.

Yazarımız, beş yaşındayken Birinci Dünya Savaşı başlar. Babası ile ağabeyi Doğu Cephesi’ne gider yurdumuzu korumak için. İkisi de şehit olur. Ardından annesi uçmağa varır. İki kız kardeşiyle ortada kalırlar. Kız kardeşleriyle Çocuk Esirgeme Kurumu’nun farklı yurtlarında koruma altına alınırlar. Yurtta eğitimini sürdürür. Araştırıp öğrenir, kitap okur. Haksızlıklara karşı durur küçük yaşına karşın. Farklı okullarda sürer eğitimi. En sonunda Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Resim İş bölümüne girer. Yedi yabancı dil öğrenir. Genç yaşta “Faust” ve “Werther’in çevirilerini yapar. Toplumcu düşünceleri savunup haksızlıklara karşı çıktığı için genç yaşta yargılanır ağır suçlamalarla. İşinden gücünden olur. Ne yazık ki yaşamı boyunca doğru düzgün bir işi olmaz. Devletin güvenlik birimleri, işi gücü bırakıp onu izler. Erinç içinde bir yaşam sürdüremez bir türlü.

Geçinmek için takma adlarla zaman zaman da arkadaşlarının adıyla çevirileri yayımlanır. Ne yazık ki dost sandığı arkadaşları da ona kazık atar. Arkadaş bildiği yayıncılar, onun siyasal sakıncasını bildikleri için sömürürler onun emeğini acımasızca ve utanmazca.

Çok sevdiği bir kadınla evlenir. Eşi de çalışmaktadır. Bir de çocukları doğar. Romanda anlatılan Musa aslında yazarın kendisi. O yıllarda gecekondulaşma başlamıştır İstanbul’da. O da Küçükçekmece’de bir gecekondu satın alır. Zamanla bir odaya birkaç oda ekler. Ne yazık ki çok partili yaşama geçilmiş, siyasal ortam çok gergindir. İnsanlar, inandıkları partinin siyasetlerini din gibi görür. Halk, ikiye bölünmüştür karpuz gibi. İki kesim, birbirine düşman gibi bakar. Kavgalar, dövüşler olur aralarında. Musa, iki siyasal kesime de yaklaşmaz. Ancak iktidardaki Demokrat Partililer, onu çok tehlikeli bulur. İkide bir karakola şikâyet ederler bu yetenekli yazarımızı. CHP’liler de bağrına basmaz Musa’yı. O ise yaşamda kalabilmek için tavuk, hindi yetiştirmek olmak üzere her türlü işi yapar. Amacı, ekmek parası kazanmak. Nedense ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranır.

Musa’nın bir başka baş belası da kaynanası… İki de bir gelip kavga eder damadıyla. Ona göre damadı beceriksizin biri. Çünkü çok para kazanamıyor. Bu kavgalar da Musa’ya, eşine ve kızına çok zarar verir. Kaynanası, kızı Zarife’yi Musa’dan ayırmak için olağanüstü çaba gösterir. Hepsine, yaşamı zehir eder. Musa, siyasetçilerin zulmüne karşı direnirken bir de kaynanasının yıkıcılığıyla uğraşmak zorunda kalır. Bu yüzden kızının eğitimi yolunda gitmez. Eşinin sağlığı bozulur. Oysa Musa, başarı yolunda ilerlemektedir. Ancak bunu anlayıp fark etmek de bir us işi. Musa’nın kaynanası, La Fontaine’nin Horoz ile İnci masalındaki horoz gibi incinin değerini bilmiyor. Çünkü insanların değerini, yeteneklerini anlayacak yetkinlikte değil.

Musa, gecekondu mahallesinin yıkılmaması için uğraşıyor dişiyle tırnağıyla. Bu nedenle gecekonducuların birlik olmasından yanadır. Siyasal düşmanlığın, bölünmüşlüğün herkese zarar vereceğini anlatır. Bu yolla komşularının kendisini “sakıncalı komünist” damgasıyla onu dışlamalarının önüne geçmek ister. Savaşımı çok zordur. Çünkü halk kişisel çıkarını, toplumsal çıkarın üstünde tutmaktadır. Sınıf bilinci oluşmadığından siyasal iktidara karşı kendi çıkarını korumaktan da acizdir nerdeyse gecekonducuların çoğu. Musa, yılıp bıkmadan ve sabırla köylerinden gelip tek göz derme çatma bu kulübelere sığınmış insanları birleştirmeye, ortak bir savaşımın içine sokmaya çalışır.

Burada Musa’nın bir konuşma sırasında verdiği örneği seninle paylaşmak isterim Yürektaşım, Oğulcuğum.

Eskiden bir Avrupalı gezgin, Çin’e gezmeye gitmiş. Gittiği kentte gezerken belden yukarısı çıplak bir Çinliyi işkence edildikten sonra bir direğe bağlandığını görür. Zaten yakıcı güneşin altında direğe bağlanması da işkencenin sürdüğünü göstermekte. Binlerce sinek, bu kişinin yaralarının üstüne konmuş kanını emmektedir. Nedense oradan geçenler, işkence altındaki bu kişiyle ilgilenmiyorlardı. İşkenceye uğrayan kişi, oldukça bitkindi. Onun durumuna acıyan gezgin, karasinekleri kovar. Sinekler bulut gibi yükselir yukarıya doğru. Amacı, hem bu zavallıya iyilik yapmak hem de böylesi bir işkenceye duyarsız kalan oradan gelip geçenlere bir ders vermektir.

Sineklerden kurtardığını sandığı kişi, birden ağız dolusu küfürler savurur gezgine. Gezgin doğal olarak bu küfürlere çok şaşırmış.

“Yahu, demiş, sen gerçekte bu cezayı hak etmiş birisin. Ben, sana iyilik ettim. Sense bana sövüp sayıyorsun.”

“Arkadaşım, sen bana iyilik değil, kötülük ettin. Benim gövdemin üzerinde dinlenen sineklerin hepsi toktu. Şimdi, onların yerine aç sinekler gelirse ben nasıl dayanacağım?” der. Bu örnek, günümüze ne denli uyuyor değil mi?

Bilinçsiz halk, çoğu zaman sömürüldüğünün farkındadır, ancak çaresizdir. Alıştığı düzenin sürmesinden yanadır.

Ruh İkizim, Oğulcanım, Hasan İzzettin Dinamo’nun yazdığı kitapların çoğunu daha basılmadan polisler alıp gitti evindeki aramalar sırasında. Bir daha da geri vermediler onları. Hele Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı Kutsal İsyan ile devrimlerimizin romanı olan Kutsal Barış’ın dokuz ciltten oluşan yazmaları yitiverdi ne yazık ki. Yazar üşenmeden yazdı bu dokuz cildi yeniden. Bu, işkence değil de nedir?

Musa, en sonunda halkı birleştiriyor ve gecekondular kurtuluyor. Ancak bu sırada yüreği yara bere içinde kalıyor. Türk aydınının bitmez çilesidir Musa’nın çektikleri. Tüm baskılara, dışlanmaya, suçsuz yere günlerce tutuklanmalara karşı durdu Musa, diğer Türk aydınları gibi.

“Musa’nın Gecekondusu” kitabını, okumanı isterim. Sonrasında ise benim lisede okuduğum Savaş ve Açlar gelsin. Kutsal İsyan ve Kutsal Barış ise başköşede bulundurulmalı ve ivedilikle okunmalı.

İnsanın bir çilesi vardır çekecek. Ne yazık ki yetenekli, bilgili, donanımlı olmak yetmiyor başarılı olmak için. Birçok engeli aşmak gerek başarıya giden yolda. Kimi zaman en yakınların önüne engel kurup seni tökezletir.

Oğulcuğum, yaşam bir engelli koşu… Engelleri aşarak, dikenli yolları geçerek, tuzaklardan kurtularak ulaşır ülküsüne kişi. Bu nedenle engelleri görünce yılıp vazgeçme. İnsan usu, azmi, istenci her türlü zorluğu, engeli aşacak güçte.

Engellere takılmayacağın, zorluklardan korkmayacağın, olumsuzluklardan umutsuzluğa kapılmayacağın güzel günler senin olsun. Sağlık, erinç, mutlulukla kal!

Yüreğinin derinliğindeki sırça köşkünde seni pamuklara saran baban…

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —