Bir toplumun çöküşü çoğu zaman savaşla değil, sessiz bir biçimde toplumu ayakta tutan değerlerin erozyonuyla başlar. Bu erozyon için önce “önemli değil” denir, sonra “ bir seferlik hatayla bir şey olmaz, denir. Ardından herkes böyle yapıyor, başka çare mi var” denir. Yavaş ve derinden liyakatin yerini sadakat, akrabalık, cemaate bağlılık, partizanlık alır. Zaman içerisinde devletin damarlarında dolaşan adalet kanı çekilir, önce toplum ardından da devlet çöker, yıkılır, yok olur.
Kur’an-ı Kerim, Nisa Suresi 58. ayetinde açıkça: “Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.”, denmektedir. Bu sadece bir ahlak öğüdü değil, bir devlet yönetimi ilkesidir. Ehil olanı göreve getirmek, tercihten öte bir sorumluluktur. Peygamberimiz (s.a.v): “İş ehil olmayana verildiğinde kıyameti bekleyin.”, demiştir. Daha ne densin… Demek ki liyakat sadece dünyevi bir düzen meselesi değil, uhrevi bir vebaldir. İş, ehline verilmediğinde düzen bozulur; adalet zedelenir; milletin güveni yıkılır.
Bugün Türkiye’de en büyük dert; işi ehline değil, yakına, yandaşa, partili olana vermekle başlamış ve sürdürülmektedir. Bir kadroya girmek için torpil aranıyorsa, bir mülakatta “kimin referansı” diye soruluyorsa, bir atamada “liyakat mı, sadakat mi?” tartışması yaşanıyorsa, bilin ki o devlet artık kendi ayaklarına kurşun sıkıyordur.
Liyakatsizlik sadece adaletsizlik doğurmaz; aynı zamanda vasatlığı meşrulaştırır. Bilgili olan değil, “susmayı bilen” ödüllendirilir. Sorgulayan değil, “biat eden” tercih edilir. Böylece toplumun en üretken kesimi kenara çekilir; yerini çıkar hesabı olanlar doldurur.
Böyle bir düzende; üniversite tabela, kurumlar vitrin, adalet ise o vitrinin dekoru olur.
Sözün yerini slogan, düşüncenin yerini direktif alır. Sonra sorarız: “Neden gelişemiyoruz?”
“kalkınmak ilerlemek bir yana neden geriliyoruz?” Cevap basittir: Çünkü ehil insan kenarda, ehliyetsiz insan merkezdedir!
Osmanlı’nın yükselme döneminde devşirme sistemi bile liyakate dayanıyordu. Kim kabiliyetliyse, kim adilse, kim dirayetliyse o yükseliyordu. Ne zaman ki torpil, rüşvet, kayırma kök saldı, o büyük devletin temelleri sarsılmaya başladı.
Bugün de aynı girdaptayız. Bir farkla: Rüşvet artık para değil, makam beklentisi üzerinden dönüyor. Bir göreve getirilen, liyakatiyle değil, “kimin adamı” olduğuyla ölçülüyor.
Bu hastalık öylesine sinsice yayılıyor ki; kurumlar çürürken, vicdanlar da sessizce ölüyor.
Liyakatsizlik, bir ülkenin üretim gücünü, eğitim kalitesini, adalet sistemini, ekonomisini ve moral değerlerini çürütür. Bir düşünün: Ehli olmayan bir doktor ameliyat yaparsa hasta ölür. Ehli olmayan bir mühendis köprü yaparsa yıkılır. Ehli olmayan bir yönetici karar alırsa millet bedel öder. Devletin çarkı dönüyor gibi görünür ama içten içe dişliler aşınır ve gün gelir, çark tamamen durur. Bugün yaşadığımız ekonomik, ahlaki, eğitim krizlerinin temelinde işte bu vardır: Liyakatsizlik sistemleşmiştir.
Peki, sistemleşen ve ülkenin felaketine sebep olacak ilkesizlikten kurtulmanın yolu var mı? Var elbette! Liyakati yeniden diriltmek için önce adaleti merkeze almak gerekir. Adaletin olmadığı yerde, liyakat sadece bir kelimedir. Adaletle birlikte üç ilke şarttır: Ehliyet, ahlak, cesaret… Ehliyet: Bilgi ve beceriye göre görevlendirme… Ahlak: Makamı menfaat değil, hizmet alanı olarak görmek… Cesaret: Doğruyu savunmaktan korkmamak…
Liyakat, sadece bir idari ilke değildir; bir iman ve vicdan meselesidir. Çünkü ehliyetli insanın hakkını vermemek, kul hakkına girmektir. Kul hakkına özen göstermeyen bir devlet de ayakta kalmaz. Bir milletin kurtuluşu, “kimin kimden” olduğuna göre değil, kimin neyi, nasıl yaptığına göre şekillenir. Liyakat, sadece yönetim biçimini değil, bir toplumun ahlakını da belirler. Liyakat kaybolduğunda devlet çöker, adalet yıkılır, toplum güvenini kaybeder. Ama liyakat dirilirse, adalet yerini bulur, devlet doğrulur, millet yeniden ayağa kalkar.
Şimdi yeniden ve tekrar soralım: Liyakat neden kayboldu? Çünkü biz emaneti ehline vermeyi unuttuk. Unuttuğumuz her emanetle de biraz daha “kıyamete” yaklaşıyoruz.
Unutulmasın ki bir ülkenin temeli adalet, direği liyakattir. Biri sarsılırsa diğeri çöker. Liyakat, devletin zekâsı; adalet onun vicdanıdır. Bu iki değeri kaybeden millet, kendi kıyametini beklemek zorunda kalır. Vakit dar; ama var: Yeter ki emaneti yeniden ehline verelim, yeter ki makama değil, hakka hizmet edelim. Çünkü liyakat dirilirse, adalet yeniden nefes alır.
Hadi ÖNAL/19 Kasım 2024 / Elazığ