Bir zamanlar; sen, ben vardık bu şehirde…
Gördük ki bu şehirde, İpekyolu ticaretinden kalan bir alışkanlık olsa gerek; daima satılık bir şeyler bulunmaktadır.
Tezgâhları da Maşallah hep dolup dolup taşıyor.
Ve kimin ne ihtiyacı var ise tedariki çok kolay.
Ne arasan var bu şehrin tezgâhında.
Yeter ki canlı (!) olsun, yeter ki menfaat olsun ve yeter ki kefenin bir gözünü doyursun.
Öteki gözünü doyurmak zaten mümkün değil, neyi ne kadar koysan bir şekilde gidiyor onu anladık iyi mi?
Zaten hep demişimdir bir insanın karnını doyurmak, bir somun ekmeğe bakar ama gözünü doyurmak için ne bileyim ki!
Hatırlarmısın?
Bir zamanlar; sen, ben vardık bu şehirde.
Sonraları otelci Şefik, faytoncu Refik ve hamamcı Tevfik vardı.
Kol kola gezerdik hani mecburiyet caddesinin aşina kaldırımlarında. Sonralardan, sonralardan bir de bakmışız ki aramıza bakkal Şeref, manav Fikret ve kasap Hikmet'te katılmış. Daha sonrasında ise o mecburiyet caddesinin Arnavut kaldırımlı hoş gezişlerinin aralarına tahta bavullu Temel’ler, Dursun’lar katılmış.
Temel bayağı bir temel atmış, özünde de sahapsız olan bu şehire; nur topu gibi boy boy haneleri olmuş, tahta bavullara sığmayan mahalle ve hatta semtleri. Dursun ise kenarda bir yerde durması yüzünden “taş yerinde ağırdır” zannıyla başköşede oturtulmuş, sözleri dinlensin diye. Masal bu ya Dursun’dan sözcü olunca eh artık vaatlerini hep dursuna söylemiş durmuş.
Dediğimiz gibi masal bu ya, o gün bu gündür, suya gitmiş olanların sudan gelmesini bekler dururuz.
O sudan gelecek olanlar gelir mi bilmem ama yediğimiz de cabası…
Sonra bir de baktık ki; Temel ve Dursun’un peşi sıra, bir de devamlı allem ile gallem ile nöbete gönderilen Memmet’lerimiz gelmiş kol kola gezmeye.
Sonrasında ne mi oldu?
Bizim otelci Şefik oteli kapatarak kahveciliğe, faytoncu Refik atları satarak taksiciliğe, hamamcı Tevfik garibim ise bir dikiş tutturamadı, önceleri kuyumculuğa soyundu, sonrasında temel gibi temel atmak istedi ama şimdilerde ne koşturuyor kendisinin bile haberi yok.
Bakkal Şeref’in zincir marketleri oldu, zannımca şimdilerde “cambaz yemini” ederek etiket değiştiriyor. Ha bire şehrin köşe başlarını koşturarak yatırım (!) yapıyor… Manav Fikret bostanların üzerine beton dökerek, çok böyük hatta devasa temel atıcı oldu iyi mi! Kasap Hikmet’i çok uzun zamandır göremedik bir türlü. Dağ bayır mal toplamaya gitti dediler, ama…
Aması yok işte…
Bu arada Temel’in temelleri bayağı bir sağlam çıktı ki sorma, aldı başını gitti… Artık bu şehirde temelli olmak temelden sorulur, Dursun bildiğiniz gibi “sudan gelenler, gelinceye” kadar tüm vaatlerini esen yele bağlamış; ağzından çıkan her kelime ve tüm vaatleri dursuna, dursunca söylenmiş gibi…
Sıkıntı yok, takmayın kafanıza; Dursun demiş ya ha geldi, ha gelecek.
O da gelecek, bu da gelecek, şu da gelecekkkkk…
Hatta size bir sır vereyim; akşam güneş batıp ortalık kararınca, şehrin lambaları bir bir yanacakkkk…
Yaaaa, akıllım…
Tabii ki bu arada mecburiyet caddesinin gezenleri sonradan Arnavut kaldırımların üzerine dökülen ve zift kokan asfaltı adımlamaya devam ediyor.
Ayakları ziflenircesine…
Unutmadan belirteyim, artık akıllanmış belli nöbetleri de Memmet yazıyor bilin istedim…
Sen ile ben mi?
Mecburiyet caddesini boş bırakmamak için halen daha sudan gelecek olanları bekliyoruz, görmüyor musun?
Nedir bu yediğimiz, dercesine!
Hatırlarmısın?
Bir zamanlar; sen, ben vardık bu şehirde.
Otelci Şefik, faytoncu Refik ve hamamcı Tevfik…
Not: İsimler öylesine gelişi güzel yazılmış olup, kimseyi veya kimseleri işaret etmemektedir.