Rafet Ulutürk

Tarih: 17.11.2025 22:25

“Bağımlılıklar Çağı: NATO’nun Türkiye’si, Avrupa’nın Amerika’sı ve Büyük Dengenin Görünmeyen Yüzü”

Facebook Twitter Linked-in

Uluslararası siyaseti çoğu zaman büyük güçlerin rekabeti belirler gibi düşünürüz. Oysa gerçek, çoğu zaman göründüğünden çok daha karmaşık, çok daha katmanlıdır. Bugün sıkça dile getirilen iki ifade, bu karmaşıklığın tam merkezinde yer alıyor:
NATO Türkiye olmadan etkili hareket edemiyor; Avrupa ise ABD olmadan güvenlik üretemiyor.

Bu cümleler ilk bakışta bir zayıflık tablosu çiziyor gibi görünse de, aslında dünya düzeninin nasıl karşılıklı bağımlılıklar üzerine kurulduğunu gösteriyor. Dahası, bu bağımlılıkların tek yönlü değil; çok yönlü ve dinamik bir güç oyununa dönüştüğünü de hatırlatıyor.

Türkiye: NATO’nun sadece askeri gücü değil, stratejik pusulası

Türkiye’nin NATO içindeki rolü çoğu zaman askeri kapasite üzerinden değerlendirilir. Oysa asıl mesele coğrafi konumun sağladığı stratejik üstünlük ve ittifakın karar alma mekanizmasındaki veto gücüdür.

Karadeniz’den Doğu Akdeniz’e, Orta Doğu’dan Kafkasya’ya uzanan geniş hatta Türkiye’nin yokluğu, NATO’yu sadece sahada değil, diplomatik masada da zayıflatıyor. Ukrayna savaşı, enerji koridorları, göç yönetimi, tahıl koridoru gibi konular Türkiye’nin nasıl bir zorunluluk değil, kilit olduğunu tekrar gösterdi.

Ancak burada gözden kaçan bir başka gerçek daha var:
Türkiye NATO için olduğu kadar, NATO da Türkiye için bir güç çarpanı.

Ankara’nın ittifak içindeki ağırlığı, yalnızca askeri değil, siyasi bir etki alanı yaratıyor. Yani mesele “NATO Türkiye olmadan savaşamaz” demek değil;
Türkiye olmadan NATO karar veremez, yönünü belirleyemez.

Avrupa’nın ABD tablosu: Bağımlılık mı, tercih mi?

Avrupa’nın ABD olmadan savunma yapamayacağı uzun süredir dile getiriliyor. Bu tespit teknik olarak doğru: Avrupa’nın savunma sanayii parçalı, nükleer kapasitesi sınırlı, lojistik altyapısı eksik. Fakat daha radikal bir soruyu sormadan bu tabloyu anlamak mümkün değil:

Avrupa gerçekten ABD’ye mecbur mu, yoksa risk almak istemediği için ABD’nin kanatları altında kalmayı tercih mi ediyor?

Transatlantik mimari 70 yıldır Avrupa’nın tam anlamıyla kendi ayakları üzerinde durmasını teşvik etmedi. Çünkü Avrupa’nın “yeterince güçlü ama tam bağımsız olmayan” bir konumda kalması, Washington için stratejik bir avantaj sağlıyor.

O yüzden mesele sadece bağımlılık değil; ABD’nin Avrupa üzerindeki stratejik yatırım modeli.

Avrupa da bu durumdan şikâyetçi değil; zira kendi savunma yükünü omuzlamaktan kaçınmak maliyet olarak çok daha cazip.

Karşılıklı bağımlılık: Kimin kime ihtiyacı var?

Bugünün dünyasında hiçbir ülke tam bağımsız değil. Türkiye-NATO, Avrupa-ABD ilişkilerinde görünen tablo aslında şu gerçeğe işaret ediyor:

Her aktör, karşısındakine ihtiyaç duyduğu kadar, karşısındaki tarafından ihtiyaç duyulmanın sağladığı gücü de kullanıyor.

Türkiye NATO’ya askeri ve coğrafi güç katıyor.

NATO Türkiye’ye küresel bir siyasi platform sağlıyor.

Avrupa ABD’ye güvenlik bağımlısı.

ABD Avrupa’ya ekonomik istikrar ve siyasi meşruiyet için ihtiyaç duyuyor.

Bu ilişkiler ağında hiçbir taraf tek başına güç değil; hiçbir taraf tek başına zayıf değil. Asıl güç, bağımlılıkları yönetebilme kapasitesinde yatıyor.

Dünyayı daha güvenli mi kılıyor, daha kırılgan mı?

Geldiğimiz noktada sorulması gereken soru şu:
Bu karşılıklı bağımlılıklar ağı, dünyayı daha istikrarlı bir geleceğe mi götürüyor, yoksa daha kırılgan bir jeopolitik ortama mı sürüklüyor?

Bir yanda ittifakların esnekliği artıyor; diğer yanda bağımlılıkların yarattığı stratejik kırılganlıklar büyüyor. NATO’nun Türkiye’ye, Avrupa’nın ABD’ye, ABD’nin Avrupa’ya ve Türkiye’nin NATO’ya bağımlılığı, belki de modern dünyanın en büyük paradoksu:

Güçlü olmak, bir başkasına ihtiyaç duymakla mümkün hâle geliyor.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —