Amerika Birleşik Devletleri’ni anlamak, bir ülkeyi değil, bir zihniyeti çözmektir.
Bu zihin, askeri üslerle değil, algı ağlarıyla dünyayı çevrelemiştir.
ABD’nin devlet aklı, sandıktan değil, sistemin kendisinden doğar.
Başkanlar değişir, ama akıl hep aynıdır: “Kural koy, kriz üret, sonra çözümün tek adresi sen ol.”
Amerikan devlet aklı, “özgürlük” maskesiyle gizlenen derin bir korku psikolojisinin ürünüdür.
Bu korku üç kaynaktan beslenir:
Bu yüzden ABD’nin aklı savunma refleksiyle saldırganlık arasında sıkışmıştır.
Saldırır, çünkü korktuğu için daha çok saldırır.
Bu döngü, Amerikan stratejisinin psikolojik motorudur.
“Amerikan devleti güvenliğini tehdit eden düşmanlardan değil, kendi yarattığı düşmanların yokluğundan korkar.”
ABD’de devlet, şirketlerin görünen yüzüdür.
Petrol, teknoloji, ilaç, finans, medya ve savunma devleri; hepsi Washington’un damarlarına sızmıştır.
Devlet karar verir gibi görünür ama aslında şirketler karar verir, devlet imzalar.
Silicon Valley, Pentagon’un dijital ordusudur.
Wall Street, Amerikan diplomasisinin kasasıdır.
Hollywood, imparatorluğun ideolojik sahnesidir.
Ve hepsini birleştiren şey, dünyayı veriyle yönetme arzusudur.
Bugün ABD’nin psikolojisi “özgürlük” değil, hakikat üzerindeki tekelini koruma mücadelesidir.
Google aramalarından CNN manşetlerine kadar her şey, “gerçeği kim tanımlar?” sorusuna verilen Amerikan cevabıdır.
Amerikan siyasetinde vicdanın değil, fonların sesi yankılanır.
Yahudi lobisi (AIPAC), silah lobisi (NRA), enerji, ilaç ve teknoloji lobileri; her biri devlet aklının sinir uçlarını tutar.
ABD’de bir fikir değil, bir fon kazanır.
Senatörler konuşur ama cümlelerin mürekkebi bağış hesaplarından damlar.
Bu yapı öylesine kurumsallaşmıştır ki, Beyaz Saray aslında bir tiyatro sahnesidir.
Perde arkasında ise gerçek yönetmenler oturur: para, güç ve korku.
“Amerikan başkanları seçilir, ama Amerika’yı seçilmemiş akıllar yönetir.”
ABD toplumu bireysel özgürlüğü kutsar ama birey, sistemin algoritmalarına tutsaktır.
İnsanlar “seçme hakkı” olduğuna inanır, oysa seçenekler çoktan belirlenmiştir.
Korku, medya aracılığıyla servet üretir; umut, reklam aracılığıyla yönlendirilir.
“Amerikan Rüyası” artık bir yaşam biçimi değil, psikolojik uyuşturucudur.
Devlet aklı bunu bilir.
Bu yüzden iç politikada “özgürlük söylemiyle kontrolü”, dış politikada “demokrasi vaadiyle işgali” birlikte yürütür.
“ABD, dünyaya özgürlük götürmez; sadece kendi çıkarlarını özgürce taşır.”
Artık savaş tankla değil, algıyla yapılır.
ABD, dünyayı harita üzerinde değil, zihin haritalarında kontrol eder.
IMF kredi verir, Pentagon üs kurar, Netflix hikâye satar.
Sonuçta zihin fethedilir, kimlik şekillenir, sistem devam eder.
Amerika’nın stratejik hedefi basittir ama şeytanî zekâdadır:
“Kaosu üret, düzeni senin kurallarınla sat.”
Türkiye, artık bu oyunun seyircisi değil, satranç tahtasındaki denge taşıdır.
ABD’nin en büyük korkusu, bağımsız düşünen Türk aklıdır.
Çünkü Türk aklı Batı’nın aksine korkudan değil, iman ve hafızadan beslenir.
Bizim tarihimizde imparatorluk kibri değil, adaletin aklını temsil eder.
Türkiye’nin yapması gereken, Amerika’ya kızmak değil, onun aklını çözmektir.
Çünkü düşmanını anlamak, en üstün savunmadır.
ABD’nin psikolojisi çözüldüğünde, stratejisi okunur; stratejisi okunduğunda, oyun bozulur.
“ABD gücüyle değil, algısıyla hükmeder; Türk aklı bu algıyı çözdüğü gün, denge değişir.”
Amerika’nın gücü kaslarında, zayıflığı ise kalbinde saklıdır.
Küresel sistemin aklı Batı’dadır, ama denge Doğu’da yeniden doğmaktadır.
Türkiye’nin önündeki görev, Batı’nın korkusuna değil, Türk zekâsının cesaretine yaslanmaktır.
“Güç, zayıfı ezdiğinde imparatorluk kurulur; akıl, gücü yönlendirdiğinde ise muhteşem bir medeniyet doğar.”
Gürkan KARAÇAM