Batı Azerbaycan topraklarından çıkarılan 140 ton saf altın, İran rejimi tarafından büyük bir ekonomik zafer gibi sunuluyor. Oysa bu zafer, Güney Azerbaycan halkı için yoksulluğun, işsizliğin ve sömürünün başka bir adı. Çünkü bu topraklarda sadece altın değil; bakır, uranyum, gümüş ve daha nice stratejik maden bulunuyor. Hepsi Tahran’ın kasasına gidiyor, geriye ise talan edilmiş bir coğrafya ve fakir bırakılmış bir halk kalıyor.

Resmî verilere göre Batı Azerbaycan’da 140 ton saf altın rezervi keşfedildi. Bu miktar, uluslararası piyasalarda 17 milyar dolardan fazla değere karşılık geliyor. Üstelik mevcut rezervlerin yalnızca bir kısmı ortaya çıkarılmış durumda. Yeni keşiflerle bu miktarın daha da artacağı bekleniyor.
Ama soralım: Bu servetten bölge halkına ne düşüyor? Hiçbir şey. Yatırım yok, refah yok, kalkınma yok. Altının ışığı sadece Tahran’ın kasalarını parlatıyor.
Altın, sadece görünen kısmı. Güney Azerbaycan’ın yeraltında daha fazlası var:
Bakır: Erdebil ve Zengan’dan Urmu’ya kadar geniş alanlarda bakır yatakları tespit edilmiş durumda. Dünyanın en stratejik sanayi metalleri arasında yer alan bakır, Tahran’ın elinde dış ticaret kozuna dönüşüyor.
Uranyum: Hoy ve çevresinde uranyum rezervleri keşfedildiği biliniyor. Bu maden, rejimin nükleer programının bel kemiği. Ama aynı zamanda çevre kirliliği ve sağlık riskiyle bölge halkının geleceğini tehdit ediyor.
Gümüş ve kurşun: Batı Azerbaycan’ın dağlarında çıkarılıyor, hiçbir iz bırakmadan merkezî kasalara aktarılıyor.
Diğer madenler: Çinko, demir, mermer ve çeşitli endüstriyel taşlar da bölgenin stratejik potansiyelini artırıyor.
Bütün bu zenginliklere rağmen, Güney Azerbaycan halkı hâlâ işsizlikle, göçle ve yoksullukla boğuşuyor. Bu bir tesadüf değil, bilinçli bir sömürü politikası.
Tahran yönetimi, bu keşifleri “ülkenin kalkınması” olarak sunuyor. Ama ortada bir kalkınma varsa, o sadece merkezdeki dar çıkar gruplarına hizmet ediyor. Güney Azerbaycan’ın altını, bakırı, uranyumu milyar dolarlık servet yaratıyor; fakat bu servet ne Urmu’ya fabrika olarak dönüyor, ne Hoy’a iş sahası, ne Tikantepe’ye altyapı yatırımı.
Tam tersine, gelirler rejimin güvenlik aygıtlarına, baskıcı ordusuna, istihbaratına aktarılıyor. Yani Azerbaycan’ın madenleri, yine Azerbaycan’ın özgürlüğüne zincir oluyor.
Bu tabloyu başka türlü tanımlamak mümkün değil: Güney Azerbaycan, İran’ın iç sömürgesidir.
Kaynaklar merkeze taşınıyor.
Halk fakir bırakılıyor.
Kültür ve kimlik bastırılıyor.
Altın, bakır, uranyum… Bunlar sadece ekonomik değer değil, aynı zamanda siyasi baskının da finansörü. Halkın dili yasaklanırken, toprağı soyuluyor. Bir tarafta zengin topraklar, diğer tarafta fakir halk.
Batı Azerbaycan’ın 140 ton altını, bakırı, uranyumu… Bunlar kimin hakkı? Tahran’ın mı, yoksa bu topraklarda yaşayan halkın mı?
Cevap açıktır: Bu servet, Güney Azerbaycan halkınındır. Ama halk, kendi zenginliğine sahip çıkmadıkça rejimin talanı devam edecek.
Altının parıltısı, rejimin kasasını dolduracak; halkın kaderine ise karanlık yazılacaktır.