Vedat Kan


Zıtların ülkesi…

.


Zıtların ülkesi…

Halkın arasındayız.

Çarşıda, pazarda ve dahi düğün dernekte.

Sabahçı kahvesinde, çorbacısında, parkında ve bahçesinde!

Özel Halk Otobüsünde tıka basa tıklım tıklım giderken bile dedikodumuz eksik olmaz bizim. O esnada yaşından büyük işler yapmaya alışkın olmayan ve hatta çok ta umursamayan gençliğimizin, özellikle de var ise okula gidiş-dönüş saatlerinde yanı başında ayakta bekleyen yaşlıları umursamadığı dahi umurumuzda olmaz bizim. 

Desinler kervanının son yolcusu olmadığımızın farkındayız ama bizden önce bu yollardan kimlerin gelip geçtiğini de, hiç ama hiç te merak etmiş değiliz. 

Hissedebiliyoruz veya çok iyi olmasa da biliyoruz ki; içerisinde debelenip durduğumuz kültür yoğunluğumuz, özellikle şu birkaç yıldır var olduğunu zannettiğimiz aklımızı bulandırmaya yetti. Küskünlüklerimizin arşa ulaştığı, samimiyetsiz hal ve hareketlerimizin normal olarak karşılandığı ve hatta mayamızı oluşturan toplumumuza göre ayıp sayılan birçok özellik dahi, sıradanlaştırılarak bize etiketlenmiş bulunmaktadır. 

Halbuki nelerimizi kaybettiğimizin farkında bile değiliz!

Ne diyelim; gözümüz aydın olsun…

Ne diyordu şair? Benim fikrimin ince gülü olmak, her nazende yüreğe yakışmaya bilir. Ama her fikrin bülbülü olmak hangi mantığın zorlamasıdır onu bir türlü çözemedik gitti, iyi mi!

İşte bu toprakların sıkıntısı bu manada yatmaktadır!

Birileri her fikri, bulundukları ortamın atmosferine göre kendisinde olumlu olarak algılayıp, mantıklı görürken. İçimizde ki başka birileri de özellikle de kendi fikirlerinin empozesi için ısmarlamalı çığırtkanlık yapmaktadırlar. 

Hem de pazarcı üslubuyla…

Bağırarak, çağırarak ve hatta haykırarak.

Bu sahneyi yıllar yıllar evvelinden sağ-sol senaryolarında da yaşamıştık sanki.

Benden veya senden diye…

Tarih bir kez daha mı tekerrür ediyor ne? 

Şimdi tam da o durum üzereyiz.

Falancacı, filancacı!

Komşu olduğumuzu, kardeş ve arkadaş ve hatta dost olduğumuzu unutarak.

Siyasi partiler elbette ki zamanımızda demokrasi bahçesinin birer çiçeğidir ama hayat felsefesi olamazlar. 

Biz bu gerçeği algılayamıyoruz. 

Oysa ki her hangi bir siyasi partiye üye olunabilir, desteklenebilir ama bu durum hayatımızı bir arada yürütme mecburiyeti olan bizler için nefes alma kıstası olarak yansıtılamaz. Sınıf ayrılığı malzemesi olarak kullanılamaz. Bizim bir arada bulunmamızı sağlayan bir obje olarak asla ve kat’a düşünülemez. 

Düşünülmesi gereken şey sadece ve sadece örf, anane, kültür olmalı. İnsan gibi insanca yaşama arzusu olmalıdır.

Samimi ve yalın bir şekilde inanç özgürlüğü olmalı. 

Toplum olma gerçeği sadece bu şekilde ortaya çıkarılabilir.

Bir zamanlar aynı evde yaşayan, sözüm ona sağcı ve solcu öz kardeşler; babalarının kazancı olan ve annelerinin elinden pişen aynı tas çorbaya kaşık sallarken birbirlerine düşman olma gereği konuşmuyorlardı ama aynı anne ve babadan dünyaya gelme gerçeğini sırf fikirleri uyuşmuyor diye çok rahat bir şekilde inkar edebiliyorlardı. 

Hatta bu inkardan daha öte birbirlerine o mecburi düşmanlık yüzünden, zarar dahi verebiliyorlardı.

Verdiler de…

Dün hepimiz yaşadık bu olayları.

Son 30 yılda bu durumu yaşamayanlar ve gerçek yokluğun cenderesinden geçmemiş olanlar ile bilinçli olarak beyinleri yıkanarak aramıza salınmış olanlar ise bugün namus edebiyatı yaparak, kız veya erkek olsun fark etmeden açık göbeklerinin kendilerine üstünlük ve özerklik sağladığı hissiyle, bizleri sanki de aşağılarcasına bambaşka bir dünyanın elemanı olarak görmekte, o hisle aramızda dolaşmaktadırlar.

Ne çabuk unutuldu değil mi?  

Bu kadim topraklar çok bedel ödedi.

Görünen odur ki halen daha da ödeyecek gibi.

Biz ise ne acıdır ki; her tarafımızı sarmış ayrık otların arasında değişik renk ve kokular içeren çiçekler olarak, kurumayı veya koparılmayı bekliyoruz. 

Hem de bir arada bulunmamızın değerini idrak edemeden.

Birin, asıl güç olduğunu; birliğin, gerçek bir hazine olduğunu çözemeden…

Yokluğumuza ve yok oluşumuza koşar adım inadına inadına ben doğruyum ve haklıyım diye giderekten…

Kimimiz bilerekten, kimimiz ise idrak edememekten.

Kimimiz menfaatimiz için, kimimiz ise kullanıldığımız için…

Aslında resim tek ve net ortada.

Gazi Meclisin açılışında kameralara yansıdı. Bir arada olması gerekenler ile aralarında olmaması gerekenler tek bir karede ayan beyan ortada idi. 

Tek bir fark vardı, zarar gören çobanların tamamı o karede idi ama koyunlara asıl zarar verenler gelmemişti.

Ah bir görebilsek; gerisi, zaten çocuk oyuncağı.

Tıpkı ölümün Gazze’de olduğu gibi…