Vedat Kan


Yarınlarımızın hükümsüz olduğunu mu ilan edelim?

.


Yarınlarımızın hükümsüz olduğunu mu ilan edelim?

Bir kaç kardeş kendi aranızda ama öyle ama böyle bir şekilde geçinip gidiyorsunuz. 

İşiniz gücünüz ve hatta hayatınızı idame ettirdiğiniz konfor yaşam alanlarınız bile farklı yerlerde olmasına rağmen, etliye-sütlüye karışmadan kendi yağınızla kavrulmak; sizin için rutin bir hayat tarzı olarak, olmazsa olmaz demektir.

Babanız hepinize yetecek kadar ve hatta daha fazlasıyla bir miras bırakmış olsun.

Hem de fazlasıyla. 

Yaşadığınız yerler bırakın sizi, sizden sonra gelecek olan tabir-i caizse ardınızda ki yedi sülalenize yetecek kadar bir değerde de olsun.

Sonra bir gün babanız size; sizinle birlikte yaşayan ve attığınız her adımda yanınızda olan kişinin, sizin kardeşiniz olduğunu ve onun da tıpkı sizin gibi kendi kanından olduğunu ve onu daha fazla manevi olarak uzakta tutamayacağını ve görünürde olduğu üzere bu defa gönülden de aranıza almanız gerektiğini söylemiş olsa, ne yapardınız? 

Evet, aynen böyle olsa ne yapardınız? 

 Bu durum bir zamanların Cumartesi akşamlarımızı şenlendirdiği Türk Filmi senaryosu falan değil. Bu öylesine sorulmuş bir soru falan da değil.

Bu aslında günümüz Türkiye’sinde, artık vakti geldiğinden dolayı gerçek anlamda sorulması gereken, cevabı bilindiği halde birileri tarafından bizlerden saklanılan birkaç ciddi sorudan sadece bir tanesidir…

Öncelikle bu sorunun ve özellikle de cevabının zihinlerde kabul görmesi gerekmektedir. Diğer soruların sorulmasına ise çok ama çok az bir zaman kaldı.

Hani bir deyim var ya “az sonra” diye. 

İşte tam da o…  

Vakit geldi.

Gelelim babamızın ve kabul etsek de/ etmesek de varlığı her haliyle ortada olan kardeşimizin durumuna.

Zaten hep bir arada olduğumuz, bir arada yaşadığımız ve hemen her şeyimizi bile isteye ve gönül rızalığı içerisinde paylaştığımız bu duruma bir ad koymak neden bu kadar zor olsun ki?

Fitne koyucular bu durumu taaa öncelerden bildiklerinden, birlikteliğimizi engellemek için bizi ayırırken kullandıkları ırk meselesini ortaya atarak, “ırk” ayrımını özellik olarak aramızda bir duvar gibi inşa etmiş ve bu duvarın ardında da hoş olmayan pek çok duruma sebebiyet vermişlerdir. 

Ne yazıktır ki bu inkâr edilemez acı bir gerçektir.

Bu acı gerçek yüzündendir ki; bugün bizler, bir araya gelmemek için haklı sebeplerimizi ortaya koyarak, bu kardeşlik meselesini reddetmeye çalışıyoruz.

Gerçekten de haklı olarak… 

Ama bilinmesi gereken asıl gerçek ortada ve o konuda adım atılması gerekmektedir. Çünkü biz zaten bir aradayız, kaynaşmış ve bir birimizi tanımış vaziyetteyiz.

Birilerinin bize kardeş olduğumuzu hatırlatmasına gerek yok ki… 

Sıkıntı olan tek bir şey var o da aramızda olmaması gerekenler ayırt edilerek, bu saatte kadar kendilerini besleyen, arkalarında duran ve bizi hedefe koyan ve hatta zehirli ekmekleriyle kendilerini bize karşı besleyip, zehirleyenlerin ve kışkırtanların yanına dönmeleri olacaktır.

Fitne koyucu ve senaryo yazıcıların asırlardır uyguladığı yöntem, bu defa gerçek anlamda bir “devlet” aklıyla İnşallah son bulacak ve bu aileye de beklenilen ve istenilen ve hatta özlenilen huzur, en kısa zamanda gelecektir.   

Yoksa biz de çok iyi biliyoruz ki; bizde bu yüreklerimizi dağlayan “evlat” acısı ve onlarda da (!) asırlardır süre gelen bu “kuyruk” acısı olduğu müddetçe, bir araya gelmemiz ve özellikle de kardeş olmamıza rağmen sıcak bir muhabbet ortamı oluşturulmasına izin vermeleri  asla beklenilemez…

Bu “beklenmeyeni” dört gözle “bekleyenleri” sevindirmenin kime ne yarar sağlayacağını halen daha göremiyor muyuz?

Oysaki

Babamızın bir araya getirmeye çalıştığı bu kadim ailenin tekrardan ayağa kalkarak, coğrafyasında umudun ve hayata tutunmanın kaynağı olan yüz yıl öncesi seviyesine gelebilmesi için tek bir adım gerekmektedir. 

İçimizdeki bazı artıkların, geleceğimiz nesillerimiz üzerine sıvamaya çalıştığı kültürsüzlük ve karakter bozukluğu hastalığının ivedi olarak çaresi bulunarak, tedavi edilmesi ve önce insan olduğumuz gerçeği olan özümüze dönülmesi artık kaçınılmazdır. 

Yoksa hep birlikte büyük bir kültür yozlaşması ve buna bağlı olarak ta karakter kaybı yaşayacağımız gerçeğinden yola çıkarak, yarınlarımızın hükümsüz olacağını ilan etmekten başka bir yol kalmamış olacaktır.