Fahri İnal


Yarım Kalan Aşkların Politikası, Sosyolojisi ve Felsefesi


Toplumlar nasıl ki yarım kalan devrimlerin, eksik bırakılan adaletin, zamansız kesilen dönüşümlerin izini yıllarca taşırsa… insan kalbi de yarım kalan aşkların izini aynı inatla taşır. Bu sadece duygusal bir mesele değildir; politikadan sosyolojiye, birey psikolojisinden toplumsal bilinçaltına kadar uzanan bir yapısı vardır.

İnsanlık tarihi, tamamlanamayan ideallerin mirasıyla doludur. Aşk da böyledir. Bazı hikâyeler, yarım kaldığı için değil; zamana dayanacak kadar güçlü olduğu için unutulmaz.

Siyaset bize şunu öğretir: Toplumun bastırdığı duygular, ötelenmiş talepler, yarım bırakılmış projeler bir gün mutlaka geri döner. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Baskılanan özgürlük talepleri daha büyük bir güçle geri gelir, ertelenen adalet daha büyük bir sesle talep edilir. Aşk da tıpkı bunun gibi, ertelendiğinde yok olmaz. Görmezden gelindiğinde sessizleşir, ama kalbin en derin yerinde “tamamlanması gereken bir şey” olarak varlığını sürdürür. Bu nedenle yarım kalan bir bağ, politik bir gerçeklik gibi kapanmamış bir dosyadır.

Toplumlar zor zamanları unutmak ister, ama yaşattığı güzellikleri miras bırakır. Ailelerin, şehirlerin, hatta milletlerin kolektif hafızası bile hep şunu yapar: Acıyı unutur, umudu saklar. Atilla İlhan’ın “Ayrılık da sevdaya dahil” sözü tam da bunun karşılığıdır. Ayrılık bir kopuş değil, bir süreçtir; çünkü sosyal varlık olan insan ilişkiyi koparmak için değil, anlamlandırmak için yaşar. Bu yüzden insan geçmişine dönerken tartışmaları değil; gülüşleri, iyileştiren anları, kalbini hafifleten küçücük detayları hatırlar. Geçmişin güzelliği, geleceğin ihtimalini besler.

Felsefe de benzer bir gerçeği ortaya koyar: Var olan hiçbir şey yok yere yarım kalmaz. Platon’dan Kierkegaard’a kadar pek çok düşünür aşkı insanın kendi eksikliğini tamamlama çabası olarak tanımlar. Bu yüzden yarım kalan bağlar aslında bir “yeniden buluşma olasılığı” taşır. Rilke’nin ünlü sözü boşuna değildir: “Aşk, iki yalnızlığın birbirine dokunarak birbirini korumasıdır.” Kopuş yaşansa bile o dokunuşun hatırası kaybolmaz; çünkü aşk, bitmiş bir şey değil, zamanı bekleyen bir süreçtir.

Nazım Hikmet’in “En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımızdır” sözü de yarım kalan her hikâyeye bir kapı açar. Çünkü zaman, aşkın düşmanı değil; onun olgunlaşma fırsatıdır.

Hem politik hem sosyolojik hem felsefi olarak gerçek olan şudur: Yarım kalan hiçbir bağ gerçekten bitmemiştir. Toplumda da aşkta da yarım kalan her şey geri döner; tamamlanmak, anlam bulmak ve ait olduğu yere oturmak için… Belki bu yüzden insanlar yıllar sonra bile “o yarım kalmış hikâyeyi” hatırlar. Çünkü kalp unutmak için değil; tamamlamak için çalışır.

Bazı hikâyeler yeni bir başlangıç değildir aslında; tam tersine, kaldığı yerden daha doğru bir zamanda devam etmek için bekler. Yarım kalan aşkların gücü tam da buradadır: Bitmemişlik değil, devam etme ihtimali. Ve bazen bir ihtimal, en büyük tamamlanmadır.

Zamanı beklerken ANI yaşa
Fahri İNAL 
Danışman| Siyasi Analist| Köşe Yazarı