Esin Kaya
17.10.2025 20:49:29
Çok yaşayın Tülay hanım, ne güzel açıkladıniz. Ben en çok cenaze evinde yemek ikram edilmesine kızıyordum. Yani insanlar acılarını yaşarken, bir de taziyeye gelenlerin karınlarını doyurma derdine düşüyorlar. 3,7,40,52 ile yaptığınız açıklamalar son derece mantıklı.Allah razı olsun.


Tülay Dikmen ile Cuma Köşesi


ÖLÜNÜN İŞ TAKVİMİ..

3-5-7-40-52......?


 

Üç, Yedi, Kırk ve Elli İki… 

 

Bugün yine çokça sorulan bir konuyu ele alalım.. 

"Ölünün 3'ü, 7'si, 40'ı, 52'si, Sene-i Devriye'si nedir?" 

"Bugünlerde neler olur, neler yapılmalıdır?" 

Bu sorulara karşılık ben de müsadenizle sizlere sorarak başlayayım:


Ölüye; yani "BU DÜNYADAKİ ZAMANINI TAMAMLAMIŞ, ARTIK VAR OLMAYAN BİRİNE" takvim tutulur mu? 
(Tutulmuş... Tutulmaya da devam ediyor!) 

DÜNYA HAYATINA HAS OLAN ZAMAN DİLİMLERİ YANİ; GÜNLER, HAFTALAR, AYLAR, YILLAR...
"ÖLÜ" İÇİN NE İFADE EDEBİLİR?
(Ettiğine inanıyoruz hepimiz, üstelik dînimizin emri sanarak!) 

Bir cenaze olur, ardından hemen takvim işlemeye başlar: 

“Üçü çıktı mı?” der biri... 

“Yedisine gidelim” der diğeri... 

Kırkı, elli ikisi, sene-i devriyesi vs, vs... 

Sanki "ölü" bu dünyadaki mesâisini tamamlamamış gibi.. 

Bitmemiş(!) mesâisini bu oluşturulan "iş takvimi" ile tamamlayacakmış gibi bir düzen kurulur..

Çünkü halk inanışına göre bu günlerin her birinde ruh farklı bir durakta, farklı bir evrede; gezer, bekler, görür, konaklar!! 

Sanki ölen kişinin ölümü sonrası tamamlaması, yahut bizim onun adına tamamlama zorunluluğumuz olan "bürokratik bir süreç" varmış gibi! 
Bunlar yapılmaz ise ölen için bir şeyler eksik kalmış gibi..
Ama gerçekte hiçbiri yok desem? 

Dedim, çünkü YOK! 

Kur’an’a, sünnete baktığımızda ortada ne “üçü çıkan” bir ruh var, ne de “kırkı dolan” bir ibadet...
Ne de 52'sinde kemikten ayrılan bir et!


Ne Kur’an’da, ne de sahih hadislerde böyle bir “ölüm sonrası zaman çizelgesi” YOKTUR!! 

BUNLARIN HEPSİ BİRER HURAFEDİR! 

ADETTEN ÜRETİLMİŞ İBADETTİR! 

Bu kadar net cevabın altını doldurmak gerek elbette.. 

Buyrun bakalım birlikte, nereden gelmiş bize bu "ADETTEN İBADETLER"? 

Dinlerin ve inançların kültürel göçüdür bu! 

Bu Konudaki Hurafelerin Kronolojisi: 

"SAYILI GÜN" merasimlerinin kökeni, İslam’ın indiği vahiy toplumundan çok, İslam öncesi kültürlerin ölüm algısına dayanır.. 

ÖRNEĞİN: Orta Asya Türklerinde ruhun kırk gün boyunca yeryüzünü dolaştığına inanılırmış; bu yüzden “kırkı çıkmadan” yas tamam sayılmazmış.. 

Bizans ve erken Hristiyan geleneklerinde de ölü için 3. ve 9. gün anmaları yapılır, ruhun bu "ANMA TÖRENLERİ" ile huzura eriştiğine inanılırmış... 

Budizim ve Şamanizim inanışında ise; "ölünün ruhu 3 gün veya 7 gün eve gelir gider, giysileri ve ayakkabıları dışarı kkonmazsa öldüğünü anlamaz" denirmiş! 

Hani ölenin ayakkabısını kapı önüne koyanlar var ya bizde de..
Kaynak bu maalesef! 

Yahut 7 gün evin ışıkları sönmez diyenler..
Ölenin ruhu geldiğinde evini, evinde yaşayanları görsün, hissetsin, hissetmeli diyenler.. 

Bunun da kaynağı yine Budizim ve Şamanizim!

Bu ve benzer tüm inançlar zaman içinde toplumlar arasında İslam coğrafyasına da taşınmış.. 

Ve kimi aynı ritüelde kalarak, kimi şekil değiştirerek, kimi ise sıfırdan üretilerek 3, 7, 40, 52 diye kodlanıp bizim dînimize hasmış gibi(!) bir "İŞ TAKVİMİ" oluşturulmuş.. 

Bunların hiçbirisi din değil!
Dînimizin emri değil!
Dîni gereklilik değil! 

Kültürel göçten kaynaklı bir gelenek harmanlaması diyebiliriz.. 

Ama zamanla o kadar benimsenmiş ki;  “dini gereklilik” gibi anlaşılıp, yapılmazsa “ölüye haksızlık” sayılmaya başlanmış! 

Bu benimseme ile halk arasında efsanelerde döner durur hale gelmiş.. 

*Üçüncü günde, “ruhu hâlâ evdedir” denmiş..
*Bu yüzden ölünün ayakkabısı kapıda bırakılmış.
*Işığı, yada ışıklar açık tutulmuş..
*Yedinci gün, “ruhun vedası” sayılmış; yemekler yapılmış “ruh aç kalmasın” diye sofralar kurulmuş..
*Kırkıncı gün, “ölünün dünyadan tamamen ayrıldığı”na inanılmış; kimi yerde kırk taş toplamış, kimi yerde kırk kandil yakılmış..
*Elli ikinci gün ise, “mezarda etin kemikten ayrıldığı” gün olarak anlatılmış; "artık ruh bedenden çözülmüştür” denmiş..
*Daha da ajitasyonlu hâle getirilerek, etkilyici olsun diye herhalde(?) anlatılır ya: Güya vücuttaki en ağır ve en acılı uzuv burunmuş!
Ve "52'inci günde ölünün burnu düşermiş" bu mezardaki en zor anmış.. Mış da mış... 

Diye anlatılır, inanılır... 

Ve o günlerde mutlaka helva kavrulur, mevlid okutulur, etli pilavlı sofralar kurulur vs, vs.. 

Ama ne yazık ki bütün bu uygulamaların ne Kur’an’da dayanağı vardır, ne hadislerde örneği! 

Dahası, ruhun bedende kalması, eve gelmesi veya kemikten ayrılması gibi inanışlar, İslam’ın ruh anlayışıyla çelişir. 

Çünkü Kur’an’a göre ölümle birlikte “ruh kabzedilir” (Secde, 32/11) ve “herkes Rabbine döner” (Bakara, 2/156)


Ne üç gün bekler!
Ne kırk gün dolaşır!
Ne de elli ikinci günde kemiklerle veda töreni vardır! 

Peki Kur'an-ı Kerim'de Rabbimiz ne demiş bize bu konuda? 

Kur’an'da  Rabbimiz; ölünün ardından ritüel değil, bid'at değil, rahmet ve dua edilmesini emreder! 

"Onların arkasından gelenler şöyle derler: 
Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! 
Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!  (Haşr Sûresi- 59/10) 

BU AYET KUR'AN'DA TEKTİR! 

Ölen bir kişinin arkasından "yapılacaklar" olarak tek bunu bulabilirsiniz.. 

O zaman Rabbimizin emri ile ölüye yapılacak tek ve en doğru şeyin "zamanlı merasim" değil, "zamanı olmayan, her daim yapılabilecek bir dua" olduğunu ARTIK anlamalıyız!


Ne “üçü çıktı”, ne “kırkı doldu” gibi SÖZDE! ibadet kavramları Kur’an’da YER AL-MAZ!!


Efendimiz (SAV) vefat edenler için ne demiştir peki? 

“İnsan ölünce amel defteri kapanır; üç şey dışında: 
Sadaka-i cariye..
Kendisinden faydalanılan ilim..
Ve kendisine dua eden hayırlı birevlat.” (Müslim, Vasiyyet/14) 

Ölenin arkasından "yapılması gereken" olarak ne tavsiye etmiştir? 

Yine tek bir şey! 

O da tabii ki Kur'an'da bulunan, yukarıda verdiğimiz ayet ile örtüşen şekilde: 

"Ölüye dua edin, onun için istiğfarda bulunun.” (Müslim, Cenâiz/2) 

Efendimiz'in (SAV) kendi yakınları vefat ettiğinde bu tür gün hesapları veya belli ritüeller de yapılmamıştır zaten..

Velhasıl-ı Kelam.. 

Bizim en büyük yanılgımız, Allah’ın koymadığı sınırları bizim koymamızdır! 

Ruhun 3'üncü günde “şurada”, 7'inci günde “burada” olduğuna inanmak, dînimize değil efsanelere yahut diğer dinlerin geleneklerine aittir! 

Bu tür merasimlerde işim gereği ben de bulundum elbette, bulunmaya da devam ediyorum..
Bu ritüellere dahil oldum, oluyorum da... 

Ancak bu ritüellerin “gerçekteki anlamı aslında şudur” diye anlatmaya çalışarak..

Bu yapılanlar kötü bir iş midir?

Hayır!

Ama yapılanları ölene “vazife” gibi yapmak yerine, yapılanların ölüyü değilde diriyi rahatlattığını anlamak, anlatmak gerek..

Bir araya gelinir, yemek yapılır, sohbet edilir paylaşılır vs... 

Dîni bir ibadet değildir ama "hayatta olan kişileri!!" cenaze sahiplerini sosyal anlamda, manevî anlamda olumlu etkiler, rahatlatır..

Ama yapılanlar “ibadet” değil, "vazife" değil, "şart" değildir!


Çünkü “ibadet” Allah'ın emri ile yapılandır! 

Ve ölen adına yapılacak olanda verdiğimiz Kur'an ayeti ve hadisler ile sabittir ki; ölüyü anmak değil; onun için dua etmek emirdir! 

Ez-Cümle: 

Amacımız ölmüş yakınımıza bir fayda sağlamak ise ölüye yardım etmenin formülü basittir: 

Onun için dua et! 

Ve bunun için 3-7-40-52....... günleri sayma!
Bekleme!
İlk andan itibaren aklına her geldiğinde! 

Çünkü ölmüşlerimizi düşünürsek: 

Onlar artık bu dünyanın “üçünü, beşini, yedisini” saymıyor değil mi? 

O zaman bizim onlara verebileceğimiz en kıymetli hediye, samimi bir “Allah’ım onu affet” duasıdır. 

Gerisi mi? 

Gerisi sadece, geleneğin tozlu takviminde asılı kalmış birer bid'attır! 

ADETTEN ÜRETİLMİŞ İBADETLERDİR... 

Deyip bitirelim.. 

Ve duamızı Rabbimizin bize öğrettiği şekilde; yazı içinde yazdığımız, bu konu ile ilgili bulunan tek ayet ile yapalım... 

Rabbimiz! 
Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! 
Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!  

Amin... 

                                                           VESSELÂM....