Türkiye’de eğitim sistemi uzun yıllardır bir gerçeğin etrafında dönüp duruyor:
Biz öğrenciyi keşfetmiyoruz, sadece sınıflıyoruz.
Ve bu sınıflama, çocuklarımızın kaderine dönüşüyor.
Bugün okullarımızda hâkim olan anlayış, her öğrencinin aynı hızda koşmasını, aynı yöntemle öğrenmesini, aynı başarı ölçütlerine göre değerlendirilmesini bekliyor. Farklılıklar, bir zenginlik değil, çoğu zaman bir “sorun” ya da “uyumsuzluk” olarak görülüyor. Oysa hiçbir çocuk bir diğerine benzemez; merakları farklıdır, zekâ yolları farklıdır, hayalleri farklıdır. Ama biz hâlâ bu farklılıkları görmezden gelen bir kalıba sıkıştırıyoruz.
Sınıflayan eğitim sistemi, yalnızca “başarılı” ya da “başarısız” etiketleri üretiyor.
Keşfeden eğitim sistemi ise kişilik, ilgi, yetenek ve potansiyel ortaya çıkarır.
Ne yazık ki biz ilkiyle yol alıyoruz.
Etiketleyen Öğretmen, Kaybedilen Kuşak
İyi niyetli oldukları tartışılmaz; ancak sistemin yetiştirdiği öğretmen profili genellikle ölçme–not verme–sıralama döngüsüne sıkışmış durumda.
Birçok öğretmen, öğrenciyi tanımak, farklı zeka türlerini fark etmek, bireysel öğrenme hızını analiz etmek için yeterli araçlara sahip değil; çünkü kendisi de aynı düzenin içinden geldi.
Bugün sınıflarda şunu sıkça duyuyoruz:
• “Bu çocuk matematikte yok.”
• “Bu kız derse ilgisiz, dikkati dağınık.”
• “Bu oğlan biraz ağır, pek anlamıyor.”
Bu ifadelerin arkasında çoğu zaman büyük bir gerçek gizlidir:
Öğretmen, çocuğun derinliğini henüz görememiştir.
Belki matematiği değil, tasarımı iyi…
Belki dikkati dağınık değil, sadece öğrenme stili farklı…
Belki anlamıyor değil, yalnızca ilgi alanı başka…
Ama biz ne yapıyoruz?
Etiketliyoruz.
Sınıflıyoruz.
Ayrıştırıyoruz.
Ve sonunda bir kuşağın içindeki cevherleri toprağa gömüyoruz.
Ekonomik Bedeli: Yetenek İsrafı
Dünyadaki gelişmiş ülkeler artık “yetenek ekonomisi” çağında.
Biz ise en büyük ekonomik kaynağımız olan genç nüfusu yanlış eğitimle heba ediyoruz.
Her yıl milyonlarca çocuk ve genç, yeteneğine uygun yönlendirilmediği için ya eğitimden kopuyor ya da sevmediği bir alanda vasat bir performansla hayata atılıyor.
Bu, ülke ekonomisi için görünmez ama devasa bir kayıptır.
• Mühendis olmaması gerekenler mühendis oluyor
• Öğretmen olmaması gerekenler öğretmen oluyor
• İş kurma kabiliyeti olanlar memur olmaya zorlanıyor
• Üretici ruhlular akademik sistemde kayboluyor
Böyle bir eğitim düzeni, bilim insanı, mucit, sanatçı, teknisyen, ustalık gerektiren meslek sahibi yetiştirme kapasitesini kısıtlar.
Sonuç ise açık:
Büyük potansiyel, küçük üretim…
Psikolojik Bedeli: Öz Güveni Çalınmış Bir Nesil
Sürekli sınıflanan, notlarla etiketlenen, sınavlarla yarışa sokulan çocukların büyük bölümü, gerçek kapasitesini hiç öğrenemeden yetişkinliğe adım atıyor.
• “Ben yapamam.”
• “Ben başarısızım.”
• “Ben yetersizim.”
Bu cümleler eğitim sisteminin en görünmez ama en tehlikeli ürünleridir.
Bir çocuğun öz güvenini kırmak, onun hayat enerjisini kırmaktır.
Sonuçta karşımıza:
• risk almaktan korkan,
• yeni fikir üretmekten çekinen,
• fark yaratma cesaretini gösteremeyen
bir gençlik çıkıyor.
Bu, yalnızca bireyin değil, toplumun geleceğini küçülten bir tablodur.
Sosyolojik Bedeli: Ülkenin Ufkunun Daralması
Öğrenciyi keşfetmeyen eğitim, ülkenin ufkunu daraltır.
Çünkü toplumsal kalkınma, yaratıcı, özgür düşünen, inovatif, sorgulayan bireylerle mümkün olur.
Eğer çocuklar sürekli:
• ezberle,
• sus,
• uyum sağla,
• aynı düşün,
• tek doğruya inan
mesajıyla büyütülürse, ülke nasıl ilerler?
Toplum, farklı düşünen, yeni şeyler söyleyen, yeni bakış açıları geliştiren bireylere ihtiyaç duyar.
Ama biz farkı bastırıyoruz, tekdüzeyi ödüllendiriyoruz.
Ve en kötü ihtimal gerçekleşiyor:
Fark yaratabilecek çocuklar sistem dışına itiliyor.
Peki Bu Ülkeyi Nereye Götürür?
Cevabı acı ama nettir:
• Yeteneklerini tanımayan bireylerin olduğu bir ülke, kendi potansiyelini de tanıyamaz.
• Fikir üretmeyen gençlerin yetiştiği bir ülke, geleceği başkalarının ürettiklerine bağımlı yaşar.
• Çocuklarını etiketleyen bir sistem, yarınlarını da etiketlemeye mahkûm olur.
Böyle bir yapı, ülkeyi ileri değil, durağanlığa ve zihinsel çoraklığa sürükler.
Çıkış Yolu: Keşfeden Eğitim, Keşfeden Öğretmen
Bizim ihtiyacımız olan eğitim modeli şudur:
• Çocuğu tanıyan
• Potansiyeli ortaya çıkaran
• Merakı ateşleyen
• Farklı öğrenme yollarını gözeten
• Yetenekleri merkeze alan
• Öğretmeni rehber yapan
bir sistem…
Öğretmenin görevi sınıflamak değil, keşfetmektir.
Öğrencinin görevi ezberlemek değil, öğrenmenin yollarını bulmaktır.
Devletin görevi yarış baskısı yaratmak değil, fırsat eşitliği sağlamaktır.
Ve toplumun görevi çocukları kıyaslamak değil, desteklemektir.
Her çocuğun içinde bir ışık vardır.
Sorun, o ışığı görebilecek gözlere sahip olup olmadığımızdır.
Doğru eğitim sistemi, işte o gözleri yetiştirir.
Necat KACAN
Eğitimci Araştırmacı Yazar




