Eskiden azdık ama insandık.
Şimdi çokuz ama kalabalık olmaktan öteye geçemiyoruz.
Adeta bir sel gibi akıyoruz birbirimizin içinden ama kimsenin kimseye değdiği yok.
Aynı apartmanda oturup birbirinin adını bilmeyen insanlar olduk.
Aynı otobüste omuz omuza gidip göz göze gelmekten korkan yüzlere döndük.
Aynı mahallede yaşayıp birbirimizin cenazesine bile gitmeyi “lütuf” sayan
bir merhamet yoksulluğu sardı hepimizi.
Kalabalıklaştıkça insanlığımızı kaybettik.
Çünkü kalabalık olmak, birlikte olmak değilmiş.
Omuz omuza yaşamak, yürek yüreğe yaşamak değilmiş.
Toplu yaşadık, ama yalnızlaştık.
Her taraf insan dolu ama içimiz bomboş!
Sokakta biri düşse, kimse tutmuyor kolundan.
Kaldırımda yığılıp kalan yaşlıya herkes bakıyor ama kimse yaklaşmıyor.
Çünkü ne yazık ki “yardım etmek”, “saflık” gibi görülüyor artık.
İyilik korkuyla yapılır oldu, güven öldü.
Ve biz bu duruma sadece alışmadık…
Bir de bunu modernlik saydık.
Merhamet, toplumların sigortasıdır.
Ama bu sigorta çoktan attı.
Şimdi herkes kendine yedek bir dünya kurmuş.
Başkası yansa umurunda değil.
Kalabalıklar arasında kimse kimseye yer vermiyor, kimse kimseye el uzatmıyor.
Yolda yürüyen birinin gözüne bile bakamıyoruz.
Çünkü “rahatsız ederim” korkusu değil bu…
Çünkü “gözüme vicdan bulaşır” korkusu bu!
Merhamet, sadece el uzatmak değil, yüreğini açmaktır.
Ama yüreklerimiz kapalı.
Kilidini korku vurmuş, zincirini bencillik örmüş.
Çünkü biz artık yardıma muhtaç birine değil,
yardım edene şaşırıyoruz.
Bir düşün:
Kalabalığın ortasında yere düşen biri için durup eğildin mi
son zamanlarda? Yoksa “başkası ilgilenir” deyip yoluna mı devam ettin?
Unutma…
Merhametsiz bir toplum, kimliği olmayan bir cesettir.
Ne büyür, ne gelişir, ne de yaşar.
Bu yüzden diyoruz:
İnsanlık bir bedense, merhamet onun kalbidir.
O kalp atmıyorsa, geriye sadece yürüyen ölüler kalır.
Sen hâlâ yaşayanlardan mısın, yoksa sadece yürüyenlerden mi?




