Düşmanlık yaptığı, yeryüzünden kazımak istediği İslâm’a yenilen Batı

11 Eylül 2001 tarihindeki İkizkuleler saldırılarından el-Kaide’nin sorumlu tutulmasından itibaren başta Afganistan, Irak, İran ve Pakistan olmak üzere tüm İslâm dünyasının adeta el-Kaide destekçisi gibi lanse ettirilip Batı dünyasında yaşayan Müslümanları da zor duruma sokacak bir sürecin kasıtlı olarak başlatılması, bu olaylar silsilesine dönemin ABD Başkanı Bush’un dünyaya “Uluslararası terörizmle savaşta ya bizimlesiniz ya Müslümanlarla, ya bizimlesiniz ya teröristlerle” şeklinde seslenişiyle adeta İslâm’la terörizmi eş tutmak revaçta olmuş, 2001’de George Bush, 2011’de de Obama’nın yardımcısı Hillary Clinton “Haçlı seferi” vurgusu yaparak bu süreci arşa tırmandırmışlardır. Burada olan elbette toprakları iç savaş ve istila tehditleriyle, Batılı liderlerin deyimiyle “Haçlı seferleri” ile tehlikeye düşen Müslümanlara olduğu kadar Batı dünyasında yaşayan Müslümanlara da oldu çünkü Batı dünyasında tüm bu sürecin getirisi iflah olmaz bir İslamofobi’nin yükselişi olmuştur.
Ancak yaşanan süreç kanıtladı ki, en başta 11 Eylül saldırıları olmak üzere pek çok hadisenin, terörizmin ve yıkımın en büyüğünün Batı emperyalizmi tarafından peydah ediliyor. En başta 11 Eylül olmak üzere İslâm coğrafyasına saldırmak için gerekçeler üretildiğine yönelik inançta muazzam bir artış oldu.
Bu süreçte başörtüsünü ve sünneti yasaklamaya çalışan Batılı hükümetler bile iktidar yüzü görebildi. Bunları güya İslamofobi ile yaptığını düşünen bu zihniyetteki Batılı hükümetlerin gözden kaçırdıkları bir hakikat şuydu ki Hz. İsa’nın validesi Hz. Meryem de başörtülüydü ve Hz. İsa sünnetliydi. Bunun bilincinde olup da, bu gerçeğe vurgu yaparak bu yasağa da haliyle karşı duran ve gerçek dindar Hristiyan olabilen Batılı siyasetçiler de vardı elbette. Ama bu başörtüsünü ve sünneti yasaklamaya dönük adımları ciddi olarak engellemek için kâfi olmadı. Buna karşılık Hz. İsa ve Hz. Meryem hakkında bazı hakikatler Avrupa’nın yerli Hristiyanları tarafından tekrar belleklerdeki yerini almış oldu. Böylelikle başörtüsü ve sünnet yasağına karşı Hristiyanlarda da bir tepkinin oluşmasına, başörtüsü ve sünnet tercihlerine karşı bir saygının oluşmasına vesile oldu. Belki de bu sürecin vesile olduğu en önemli neticelerden biri buydu.
Ayrıca toprakları işgal ve iç savaş tehditleriyle yüz yüze kaldığı için Batı ülkelerinde sığınmacı durumuna düşen Müslümanların Avrupa’daki yerli halklarla oldukları etkileşim aslında terörizmin ve geriliğin kaynağının İslâm değil, Batı emperyalizminin politikaları olduğu anlaşıldı. Batı kamuoyunda İslâm’a yönelik olumsuz algılarda gerileme yaşanırken İslâm’ı tanımaya dönük bir yöneliş de oldu.
Netice itibariyle İngiltere’de çocuklara en fazla verilen ismin Muhammed olduğu yapılan bir araştırma ile ortaya çıkarken Kur’ân yakma eylemlerinin olduğu İsveç’te, yine İsveç gibi İskandinav ülkesi olan Finlandiya’da insanlar sel gibi İslâm’a koşmaya başladı.
Avrupa’da âdeta İslâm Rönesansı yaşanırken ABD’de de ilginç gelişmeler yaşanmakta.
İşte en son New York’taki belediye başkanlığı seçimini 34 yaşındaki Uganda kökenli Müslüman aday Zohran Mamdani kazandı. Seçim öncesi ABD Başkanı Donald Trump tarafından “komünist” olarak nitelendirilen Zohran Mamdani’nin belediye başkanlığını kazanması halinde New York şehrine federal fonların ciddi şekilde “kısılacağı” tehdidinin savurulmasına rağmen resmi olmayan sonuçlara göre oyların yüzde 50,6’sını alan Zohran Mamdani, 1 Ocak’ta belediye başkanlığı koltuğuna resmen oturacak.
7 yaşından bu yana ABD’de yaşayan, kendini “demokratik sosyalist” olarak tanımlayan ve Filistin destekçisi olmasıyla bilinen Zohran Mamdani, yapmış olduğu “Netanyahu, New York’a gelirse tutuklatırım” açıklamasıyla gündeme oturmuştu. En çok gençlerden, yoksullardan ve göçmenlerden destek alan Zohran Mamdani, ABD’deki yerleşmiş tabuların çöküşünün de âdeta simgesi haline gelmiş durumda. Dünyanın âdeta nabzının attığı bir şehirde böyle bir zaferi kazanmak bir insanın adını tarihe altın harflerle yazdırdığı gibi o insanın sırtına da devasa biçimde sorumluluklar da yüklemektedir. Sanırım Zohran Mamdani de bunun farkında ve zaten ilk açıklamasında da “ABD’nin en pahalı şehrini, onu evi olarak gören herkesin karşılayabileceği bir şehre dönüştürmeyi hedefliyoruz” dedi ve ilk işinin yüksek kira rakamlarını aşağıya çekmek, otobüs seferlerini artırmak ve dar gelirli aileler için New York’un “tekrar yaşanılır bir yer” olması için çalışmak olacağından bahsetti.
Şundan kimse şüphe etmesin ki Müslüman kimlikli Zohran Mamdani’nin küresel rolü malum olan New York’a belediye başkanı oluşu inanıyorum ki ABD’deki Müslümanlar için, yoksul kesimler için, gençler için, göçmenler için de bir emsal teşkil edecektir.
Belki Zohran Mamdani’nin zaferi sadece onun Müslüman kimliğine endekslenecek bir sonuç olmasa da bu vesileyle son yıllarda Amerikan sosyolojik ve demografik yapısında meydana gelen değişikliklere de değinmekte büyük yarar gördüğümü söylemek isterim.
Evet 2020’de hayatımıza giren COVID-19 salgınından dolayı hayatımızı bir süre etkisi altına alan pandemi sonrası Avrupa’da olduğu gibi ABD’de de İslâm, beklenmeyen bir yükseliş trendi içinde. Kaldı ki ABD’deki İslâm cemaati, diğer inanç gruplarından daha genç bir jenerasyona sahip ve okuma yazma oranı, tahsil seviyesi bakımından diğer inanç gruplarına oranla daha yüksek bir durumda. ABD’de İslâm cemaatinin büyümesinin sırrı da yeni göç dalgalarından çok din değiştirmede saklı.
7 Ekim’de Hamas tarafından gerçekleştirilen Aksa Tufanı Harekatı’nı Gazze’yi haritadan silmek için bahane olarak gören İsrail’e yönelik sınırsız destek ve Amerikan siyasetindeki Siyonist lobilerin orantısız derecedeki etkili oluşu, Amerikan dış politikasının İsrail’in güvenliğine göre şekillenmesi bir müddet sonra Amerikan kamuoyunda rahatsızlık yarattı ve Amerikan dış politikasının İsrail’in güvenliğine göre şekillenmesinin yanlış olduğu kanaati yaygınlık kazanmaya başladı. Özellikle Filistin konusunda artan hassasiyet, bir müddet sonra İslamofobi’ye de etki yapmaya başladı. ABD’de tıpkı Avrupa’da olduğu gibi İslâm’la ilgili araştırmalar yapılmaya ve İslâm, daha yakın kesimlerce tanınmaya başlandı. İslâm’ı tanımak için Kur’an okuyanların oranında da muazzam artışlar mevcut. Ve şu an ABD’de İslâm, hakikaten Siyonist ve Evanjelist kesimleri ürkütecek bir yükseliş ivmesi yakalamış durumda. Pew Araştırma Şirketi’nin verileri de bunu ortaya koymaktadır. 2040’ta ve 2050’de ABD’de Müslüman nüfusun 5 milyonun üstünde olacağına işaret ediliyor.
Yani kısacası Amerikalı ve Avrupalı aktörlerce dünyada icra edilen Batı emperyalizminin İslâm düşmanlığı gütmesi ve İslâmofobiyi besleme teşebbüsleri fiyaskoyla sonuçlanmış görünüyor. İslâm yurtlarını taş devrine götürmek isterken ve İslâm yurtlarına dönük yaptıkları ve Mehmed Âkif’in de İstiklâl Marşı’nda belirttiği “hayasızca akın”ları kendi kamuoylarına “Haçlı seferi” olarak yansıtmaları başarısızlığa uğramış durumda. İslâm’ı yeryüzünden silmeye çabalasalar da, kendi halklarına İslâm’ı kötü göstermeye çabalasalar da Amerikalı ve Avrupalı halklar İslâm’ı daha çok araştırma, okuma çabasına girdi ve Batı dünyasında İslâm, hiç olmadığı derecede yükselişe geçti. Yani Kur’ân-ı Kerîm’in Saff Sûresi’nin 8.âyet-i kerimesi adım adım ete kemiğe bürünüyor ve:
“ALLAH NURUNU TAMAMLIYOR”
O yüzden özetle şunu söyleyebiliriz ki, Batı dünyasının hücumları ters tepti ve İslâm’ı adeta yeni bir diriliş sürecine taşıdı. Yani düşmanlık yaptığı, yeryüzünden kazımaya çalıştığı İslâm’a yenik düşen bir Batı gerçeği gözümüzün önündedir.




