Rafet Ulutürk


Bilimin Masumiyeti ile Casusluğun Gölgesi: Akademinin En Sessiz Savaşı


1999’da Washington’da kurulan American Research Foundation adındaki masum görünümlü bir vakıf…
Resmi amacı: “Gelişmekte olan ülkelerdeki bilim insanlarına destek.”
Gerçek amacı ise yıllar sonra ortaya çıkıyor: Akademik maskeli casusluk.

Kurgusal bir hikâye olsa da, bugünün dünyasını ürküten kadar gerçek bir soruyu tetikliyor:
Bilim insanı nerede başlar, istihbarat nerede biter?

Bilim Maskesi Altındaki Strateji

Devletler artık savaş meydanlarında değil, laboratuvarlarda rekabet ediyor.
Savunma projelerinden nükleer programlara, kritik malzemelerden radar teknolojilerine kadar her bilgi kırıntısı stratejik bir değer taşıyor.

Hikâyede geçen 18 yıllık takip süreci ve 23 akademisyenin elde ettiği bilgiler, casusluğun artık diplomatların değil araştırmacıların dünyasına sızdığını gösteriyor.

Bu artık bir sızıntı değil; uzun yıllara yayılan, sabırla işlenen bir istihbarat mimarisi.

“Ben Sadece Bilim Yaptım” Diyenlerin Hikâyesi

Bu operasyonun en çarpıcı yanı, akademisyenlerin kendilerini casus olarak görmemesi.

Kurgusal profesörün sözü her şeyi özetliyor:
“Ben sadece bilim yaptım. Ama parayı CIA’dan aldım.”

Bir burs, bir araştırma fonu, bir konferans daveti…
Bilim insanı için bunlar doğal destek mekanizmalarıdır.
Ancak fonları veren kurumun arka planı görünmez olduğunda, bilim insanı farkında olmadan devletler arası bir oyunun parçası hâline gelebilir.

Bu durum çoğu zaman kötü niyetten değil, iyi niyet ve ekonomik kırılganlıktan doğar.

Akademinin Ekonomik Açığı: En Büyük Güvenlik Zafiyeti

Özellikle gelişmekte olan ülkelerde akademik fonlara erişim sınırlıdır.
Laboratuvar bütçeleri yetersizdir.
Uluslararası fonlar cazip görünür.

İşte tam burada casusluk mekanizmaları devreye girer.
“Destek” adı altında verilen kaynaklar, farkında olmayan araştırmacıları istihbarat ağlarının içine çekebilir.

Bu, bireysel bir zafiyetten çok, sistemin kırılganlığının bir sonucudur.

Devletlerin Sessiz Satranç Oyunu

Hikâyede anlatılan Teşkilat’ın iki yıl boyunca sürdürdüğü takip, gerçek istihbaratın doğasını yansıtıyor:
Sessizlik, sabır ve strateji.

Devletler bu satrançta hamlelerin karşılığını yıllar sonra alır.
Ancak bu oyunun piyonları çoğu zaman bilim insanlarıdır.

Yakalandıklarında ise olay artık sadece bir hukuk meselesi değil; bir diplomasi krizidir.
Karşı suçlamalar, reddiyeler, sert açıklamalar…
Hepsi klasik bir istihbarat refleksidir.

Vicdan İle Vatan Arasında Kalanlar

Bu hikâyenin asıl merkezinde devletler değil, bireyler var.
Laboratuvarında yıllarca çalışan, öğrenciler yetiştiren, bilime inanan insanlar.

Onlar casusluk yapmaz; ama yaptıkları bilimin casusluk için kullanıldığını geç fark ederler.

Ve geriye hep aynı cümle kalır:
“Ben sadece bilim yapıyordum.”

Bu cümle bir savunma değil, bir trajedidir.

Bilimin Geleceği İçin Zorunlu Ders: Farkındalık

Bu kurgusal hikâye, aslında iki gerçeği aynı anda yüzümüze çarpıyor:

Bilim artık sadece bilim değildir.
Ulusal güvenlik, teknoloji yarışları ve bilgi savaşları bilimsel çalışmaları stratejik bir araç hâline getirmiştir.

Bilim insanı artık sadece araştırmacı değildir.
Bir bilgi taşıyıcısıdır, hedef olabilir.

Bu nedenle:

Fonların kaynağı daha sıkı denetlenmeli,

Üniversiteler güvenlik farkındalığı eğitimi vermeli,

Akademisyenler uluslararası işbirliklerinde şeffaflığa teşvik edilmeli,

Bilimsel özgürlük kadar bilimsel sorumluluk da öğretilmelidir.

Bilim Dünyasının En Sessiz Savaşı

Bu hikâye kurgusal olabilir ama uyardığı tehlike gerçektir:

Akademik casusluk, modern dünyanın en sessiz ama en etkili savaşlarından biridir.

Bazen bir burs, bazen bir konferans, bazen de bir araştırma desteği…
Bilim insanının masasında duran her şey, uluslararası bir satranç oyununun parçası olabilir.

Ve bilimin masumiyetini korumak, artık sadece devletlerin değil, bilim insanlarının da görevidir.