İbrahim Bayrakçı


ABDÜLHAMİT'İN ENVER PAŞA'YA NASİHATLERİ

.


ABDÜLHAMİT'İN ENVER PAŞA'YA NASİHATLERİ

Sultan Abdülhamit saltanattan edildikten ve Selanik’e kadar gidip orada üç sene kaldıktan sonra, İstanbul'a getirilip Beylerbeyi sarayında nezaret altında yaşamaya mahkum edilmişti. 

Bu da onun son dileği idi. Vaktiyle saltanatını çok severdi. Fakat sukuttan sonra hiç olmazsa İstanbul'dan uzak kalmamayı temenni etmiş ve kardeşi Sultan Mehmed Reşad'dan bunu istemişti. Haberi götüreceklere de şöyle demişti. 

 

Ben biraderim Murad Efendi'yi 28 sene Çırağan Sarayı'nda muhafaza ettim. Menkûbiyet olmakla beraber, ona rahat nefes aldırdım. Şimdi de diğer kardeşimden bunu istemek hakkımdır. Benim ricalarımı lütfen kendisine ulaştırınız!

 

Sultan Mehmed Reşad, gayet babacan, iyi kalpli, saf bir padişahtı. Beylerbeyi Sarayı, sakıt Sultana tahsis edilmişti. Alt katta denize bakan küçük bir odada Abdülhamit yatmakta idi. Bir paravana yatağını dışarıdan görünmez bir şekle sokuyordu. Yanındaki odada onun banyo odası idi. Mamafih sarayın muhteşem salonlarında gezinebiliyor, hele baharda açan leylâklar. salkımlar ve envai çiçeklerle süslü bahçelerinde dolaşabiliyordu. Önünde masmavi bir deniz, karşısında Bebek koruları. Arnavutköyü burnu vardı, uzakta hisarlar görünüyordu. Abdülhamit 1913'den ölümü olan 1918 yılına kadar, hayatının geri kalan 5 senesini bu sarayda geçirmişti. Birinci Cihan Harbi'nin başında sakıt hükümdar, Başkumandan Vekili Enver Paşa'yı Beylerbeyi Sarayı'na davet etmiş ve onunla şöyle konuşmuştu:

 

* Enver Paşa, sana oğlum diyorum, evet çünkü sen de bizim aileye karışmış bulunuyorsun, hanedanımızın sevgili damadısın. Kahraman bir asker, mert bir adamsın. Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi'nin söylediklerine gücenme. Cümlece malumdur ki Gazi Müşir Osman Paşa Tokadlı Osman iken, Plevne'deki kahramanlığından dolayı şan ve şöhret sahibi olmuş, müşirliğe kadar terfi ettirilmiştir. Onun oğullarını kendi hanedanımıza intisap ettirdim. Derviş Paşa'yı da Lofçalı bir vatandaş iken Batum'daki kahramanlığı üzerine şan ve şöhret sahibi bir kumandan olarak terfi ettirdim. Oğlunu da hanedanımıza damat olarak kabul ettim. Gene bilirsiniz ki Müşir Gazi İsmail Paşa da Kürdistan'da lâlettayin bir fert idi. Şarkta Moskoflara karşı kazandığı zaferler üzerine onu en yüksek kademeye kadar terfi ettirmiş, oğlunu da hanedanımıza damat yapmıştım. Ahmet Muhtar Paşa'ya gelince, o da Bursalı bir katırcının oğlu iken şarkta Moskoflara karşı gösterdiği kahramanlık ve hizmetlere mükâfaten hükümdarlık payesinde Mısır'a fevkalâde komiser yaptım. Senelerce de aynı vazifede bıraktım. Oğlunu da paşalık rütbesine kadar yükselttim. Hanedanımızdan bir gelin de vermek isterdim, fakat o bir Mısırlı prensesi tercih etti. Şimdi sen, Başkumandan vekilimiz ve damadımızsın, hanedanı Âli Osman'ın bir âzasısın, Yusuf İzzeddin Efendi dimağen hastadır. Onun şuur harici sözlerini mazur gör.

 

Veliaht Yusuf İzzeddin Efendi, Enver Paşa'nın damat olmasına şiddetle muhalefet etmişti. Abdülhamit burada durmuş, Enver Paşa'nın yüzüne bakmış, onun dikkatle kendisini dinlediğini görünce sözüne devam etmişti.

 

* Oğlum Enver, 33 sene saltanat sürdüm. Padişahlığım müddetince ferdin hürriyetine, şahsiyetine daima taraftar idim. Fakat keyfemâ yeşâ' bir hürriyeti, gelişigüzel bir serbestîyi de hiç bir zaman hoş görmedim. Hele matbuatta pek revaçta görülen müstehcen resim ve yazılara, sinsi fikirlerin hâkim olmasına asla müsaade etmedim. Millî ananelerimizin bozulmasına da taraftar olmadım. Avrupalıların medeniyetini daima takdir ederim. Fakat Hıristiyanlığı hiç bir zaman Müslümanlığa tercih etmedim ve üstün tarafını da görmedim. Başkalarını gelişigüzel taklit etmekten hoşlanmam. Marifet bu medeniyeti kendi bünyemize uydurabilmektir. Ben de bu medeniyetin iyi taraflarını hattâ sarayıma getirdim. Yıldız'da cuma ve pazartesi geceleri temsiller, konserler verilmesini emretmiştim. Garbin sanatkârlarını bizzat sarayda hem seyrettim, hem müziklerini dinledim. Bu toplantılara haremi, sultanları, damatları, hattâ harem ağalarımla kalfalarımı dahi davet ettim. Ben de güldüm onlar da güldüler; ben de dinledim, onlar da dinlediler, seyrettiler.

 

Neşelendiler veya mahzun oldular. Maksadım saray, halka örnek olsun, garbın Terakki'yatı yukarıdan aşağıya memlekete kontrollü girsin diye idi. Arzum Rumeli ve Anadolu halkının içtimai seviyesinin yükselmesini teşvik idi.

 

Padişah olarak bu memleketin tarihinde ilk Meclis-i Mebusan'ı ben açtırdım. Fakat mebusların kâfi derecede olgunlaşmamış olduğunu görünce, aynı meclisi ben kapattırdım. Bilir misin ki Osmanlı Meclis-i Mebusan'ının verdiği ilân harp kararı bize neye mal oldu?

 

Bu Rus harbi ile tekmil Balkanları, Rumeli'yi kaybettik. Bu kararı hiç beğenmedim. Fakat önleyemedim. Mithat Paşa bu hususta çok ısrar etmişti. Harbin korkunç sonuçlarını çabuk gördüm. Plevne'nin şanlı müdafaasına, Kars'ın kahramanca savaşına rağmen mağlup olduk. Rus orduları Ayestafanos'a kadar geldiler. Zabitanı İstanbul'a girdi ve bize şerefsiz bir muahede imza ettirdiler. Bunu imzalarken Hariciye Nazırı Saffet Paşa'nın hüngür hüngür ağladığını işittiğim zaman son derece kederlenmiştim. 

 

Şimdi sizler de bir harbe girmiş bulunuyorsunuz. Bu da acele olmuş, hissiyata kapılarak memleket tehlikeye atılmıştır. İnşallah devletimiz ve milletimiz için hayırlı ve şerefli biter. Fakat hafazanallah felaketli biterse ister misiniz ki bu da bize bir Anadolu'ya mal olsun, o zaman elimizde ne kalır damat?

Enver paşayı derin bir düşünce almıştı. Padişah zalim padişah idi, söylediklerini temize çıkarmak gayretiyle değiştiriyor, anlatıyor, bazı hakikatleri tahrif fakat uzakları pekâlâ görüyordu.  

Padişahın sözleri asla yabana atılamazdı.

 

Abdülhamit tekrar sözüne devamla:

 

Hareket ordusu ile İstanbul üzerine yürüdünüz, muzaffer oldunuz, şehri zapt ettiniz, saraya kadar dayandınız, beni de hal' ettiniz, hepsi güzel. Unutmayınız ki emrimdeki kuvvetlere aslâ ateş etmemelerini, kan dökmemelerini bildirmiştim. Eğer bir mukavemet görseydiniz bu size pek pahalıya mal olacaktı. Ancak bu sayede hiç kimsenin burnu kanamamıştır. Fakat arkadaşlarınızın gözü hiç bir şeyi görmemişti. Tedbirlerimi beğenmediler. Beni kaldırıp bir paçavra gibi sokağa attılar. Üstelik 31 Mart hâdisesini benden bildiler. Hâlbuki bunda hiçbir alâkam yoktu. Asileri tahrik edenler elbet de vardı. Fakat bunlar asla saraya mensup kimseler değildi. Her devirde devletin düşmanları olacaktır. Bunları tahkiksiz, mesnetsiz kuru iftiralarla herkese bulaştırmak vicdanî bir hareket değildir. Beni en çok üzen şey, huzurumdan kovduğum bir insanı, beni saltanattan uzaklaştıran kararı tebliğe memur bir heyete katmanız olmuştur. Bu, Emanuel Karasu dur. Bu Yahudi'yi ne diye karşıma çıkardınız? Bununla makamı hilâfet ve saltanatı elin Yahudi sine tahkir ettirdiniz. Selânik'te bir mason locasının üstadı azamı olan bu zat ile Hazreti Peygamber den beri el üstünde tutula gelen hilafet. Encam bir Musevi'nin tebligatı ile Hanedan-ıAl-i Osman ın bir rüknünden alınmış oldu. İftihar edebilirsiniz. Şimdi iktidardasın, neşen yerinde ve huzur içindesin, istikbalin parlak görünmektedir. Fakat bütün bunlara güvenme oğlum, sana son bir nasihat vereyim: Bugün insanı alkışlayanlar, yarın onu paralamasını da bilirler! Dikkat et! Allah yolunu açık etsin... Allah millete, devlete zeval vermesin...

 

Abdülhamit nasihatini burada bitirmişti. Enver Paşa ayağa kalkarak sakıt Hükümdarı asker gibi selâmladı ve hürmetle elini sıktı. Abdülhamit misafirini odanın kapısına kadar geçirdi. Gözlerinde müşfik bakışları pek aşikârdı. İşittiklerinden fevkalâde heyecana düşmüş olan Enver Paşa, Kuruçeşme'deki yalısına geldiği zaman, hâdiseyi zevcesi Naciye Sultan'a anlatmıştı. Daha sonra bu tarihte Teşkilât-ı Mahsusa Dairesi Reisi olan Ali Başhampa Bey'e söylemişti.

 

Ne dersin Ali Bey, Bey, Hâkan-1 mahlûnun sözlerinde hakikatin hissesi büyük! diye de bu fikirlere iltihak ettiğini göstermişti.

 

Enver Paşa için o zaman her şey mümkün, her tasavvur muhakkaktı. Osmanlı İmparatorluğu'nun Başkumandan vekili idi. Kara ve deniz kuvvetleri emrinde idi. Hanedan-1 Al-i Osman'ın gözbebeği sevgili damadı idi. Akrabaları, amcası, yeğeni, babası hepsi paşalık rütbesine erişmişlerdi.  Servetleri, şöhretleri birbirleriyle yarışıyordu. Üstelik bütün Avrupa'nın o tarihte yıldızı Kayzer Wilhelm II'nin de en aziz dostu idi. Çarlık Rusya mahvolmuş. Türkün en büyük at başı düşmanı yıkılmıştı. Bütün Türk dünyasını bir bayrak altında toplamak, Ziya Gökalp'ın sevgili turanına gitmek, kızıl elmayı ele geçirmek için artık hiç bir mâni yoktu. Buna İslâm âlemini de katmak mümkündü. Dünyanın en büyük İmparatorluğu doğuyordu. Fakat kısa zamanda her şey nasıl değişmiş, İmparatorluk birdenbire mağlup olmuş, Enver Paşa evvelâ Rusya'ya kaçabilmiş, sonra pek istediği Anadolu mücadelesine karışamamış, nihayet Türk dünyası uğrunda Moskoflarla savaşarak uzak bir diyarda şahadet şerbetini içerek gözlerini dünyaya kapamıştı.

Semih nafız TANSU 

İKİ DEVRİN PERDE ARKASI

Teşkilât-ı mahsusa başkanı 

Hüsamettin Ertürkün anılarından alıntıdır