ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulan NATO’dan çekilme tasarısı gerçekten NATO’dan kopuş iradesi mi, yoksa sadece tüm dünyaya “ben masadaki kuralları istediğim zaman değiştiririm” mesajı mı?
Bu tasarıyı veren bir iki milletvekili mi konuşuyor, yoksa arkasında Pentagon’un, derin bürokrasinin, seçim kampanyalarının, silah lobilerinin ve küresel güç mücadelesinin bilinçaltı mı var?
ABD, NATO’dan çıkmayı tartıştırırken aslında NATO’yu terk etmeyi mi düşünüyor, yoksa ittifakı “ABD çıkarlarına daha uygun bir NATO’ya” dönüştürmek için herkesin sinir uçlarına mı dokunuyor?
Bu hamle, Washington’un “NATO artık bizim güvenlik şemsiyemiz değil, bizim ciro kalemimiz ve baskı aparatımız” demesinin kibar yolu değil mi?
NATO’dan çıkma ihtimalinin konuşulması bile, Avrupa başkentlerinde “ya giderse?” paniği üretirken, ABD pazarlık masasının üzerine daha kaç tane Patriot, F-35 ve “güvenlik garantisi” faturası koymayı planlıyor olabilir?
ABD, “NATO’dan çekilebilirim” sinyalini vererek aslında Rusya’ya göz kırpıyor gibi görünse de, gerçekte Moskova’ya “bak, ittifakımı bile esnetebiliyorum, sen düşün şimdi caydırıcılık hesabını” diyen bir kognitif şok doktrini mi uyguluyor?
Bu tasarı, Çin’e “Atlantik’te bile dengeleri karıştırabiliyorsam, Pasifik’te seni nasıl zorlarım bir düşün” diye zihin mühendisliği yapan bir mesaj paketi değil mi?
ABD iç kamuoyuna “Biz dünyanın güvenlik bekçisi olmak zorunda değiliz” diyerek yorgun seçmeni okşarken, aynı zamanda savunma sanayine “merak etmeyin, korku ve belirsizlik arttıkça daha çok silah satarız” diye fısıldayan çift dilli bir siyaset mi yürütülüyor?
Peki, kognitif mühendislik açısından bakınca, “NATO’dan çıkalım” tasarısı gerçek bir niyetten çok, “her an her şeyi yapabilecek irrasyonel süper güç imajı” üzerinden maksimum manevra alanı yaratma projesi değil mi?
Danimarka, Grönland ve Kuzey’in Sessiz Satranç Tahtası
Bu tartışma sadece Brüksel, Washington ve Moskova üçgeniyle mi sınırlı, yoksa haritanın üst kısmında, buzlarla kaplı Grönland sessizce “asıl film burada dönüyor” mu diyor?
Grönland’ın;
- NATO radarları,
- füze erken uyarı sistemleri,
- Rusya’nın kuzey rotası,
- Çin’in kutup kuşağı ticaret planları,
- nadir elementler ve enerji kaynakları
açısından taşıdığı değeri düşününce, bu ada gerçekten sadece “Danimarka’ya bağlı soğuk bir toprak parçası” mı?
Trump döneminde ABD’nin Grönland’ı satın alma girişimi dünya gündemini sarsmışken, bugün NATO tartışmaları yeniden ısıtılıyorsa, bu iki dosya birbirinden tamamen bağımsız sayılabilir mi?
Danimarka’nın küçük bir ülke gibi görünmesi, Grönland üzerinden yürüyen Arktik hâkimiyet savaşındaonu aslında büyük bir kilit aktör yapmıyor mu?
ABD, NATO üzerinden Avrupa’yı hizaya sokarken, Danimarka’ya “sen Grönland’ı tut, ben de NATO’yu; karşılığında seni güvenlik ve ekonomi paketleriyle ödüllendireyim” diye yazılmamış bir anlaşmanın zeminini mi örüyor?
Rusya’nın Kuzey Filosu, Kuzey Deniz Rotası ve Arktik’teki askeri yapılanması ortadayken, Grönland ABD için sadece bir “üst bölgesi” mi, yoksa Rusya’nın kuzeyden çevrelenmesi için sessiz bir satranç taşı mı?
Çin’in “Kutup İpek Yolu” projeleri masadayken, Grönland’daki nadir madenler ve liman potansiyeli Çin sermayesi için cazibe merkezi değil mi; peki ABD, NATO tartışmasını bu sermayeyi ürkütmek ve uzaklaştırmak için kognitif bir bariyer olarak kullanmıyor mu?
Mesaj Kime? Müttefiklere mi, Rakiplere mi, Kendi Halkına mı?
ABD, “NATO’dan çekilebiliriz” tartışmasını açarak en çok kimi terbiye etmeye çalışıyor:
- Savunma bütçesini artırmayan Avrupa başkentlerini mi?
- Ukrayna savaşı sonrası daha fazla risk almak istemeyen Almanya, Fransa gibi devletleri mi?
- Yoksa “artık dünya polisi olmak istemiyoruz” diyen yorgun Amerikan seçmenini mi?
Müttefiklerine, “Siz savunma bütçenizi hâlâ GSYH’nin %2’sine çıkaramadıysanız, ben de seçmenime NATO’yu sorgulatırım” mesajı verilerek, aslında kognitif şantaj mı yapılıyor?
ABD, bir yandan “NATO’dan çıkalım” söylemini iç politikada popülist bir malzeme olarak kullanırken, diğer yandan “ben olmazsam bu ittifak ayakta kalamaz” fikrini NATO üyelerinin bilinçaltına kazımıyor mu?
Bu tartışma, Washington’un Avrupa’ya “ya benim çizdiğim güvenlik mimarisini kabul edersiniz ya da sizi Rusya’nın, Çin’in ve bölgesel krizlerin önüne savururum” demesinin dolaylı bir yöntemi değil mi?
ABD’nin Örtülü Amacı: İttifakı Dağıtmak mı, Dizayn Etmek mi?
Gerçekçi olmak gerekirse: ABD, kendi kurduğu ve hâlâ ekonomik/askeri hegemonya ürettiği NATO’yu gerçekten çöpe atmak ister mi, yoksa “dağılma ihtimali” üzerinden pazarlık gücünü maksimuma mı çıkarmak ister?
NATO’dan çıkma ihtimalini gündemde tutmak, ABD’ye:
- Daha fazla savunma harcaması yaptırma,
- Daha çok ABD menşeli silah satma,
- Avrupa’nın enerji ve güvenlik bağımlılığını artırma,
- Alternatif güvenlik mimarilerini (AB ordusu, Avrupa özerk savunması vb.) boğma imkânı vermiyor mu?
Kognitif mühendislik açısından bakınca, “NATO’dan çıkıyoruz” cümlesinin kendisi bile, gerçekte çıkmadan daha fazla çıkar sağlamaya yönelik bir “psikolojik kaldıraç” değil mi?
ABD, bu söylemle hem NATO içindeki “rahatsız” sesleri susturmayı hem de “ABD olmadan hiçbir şey yapamayız” duygusunu tazelemeyi amaçlamıyor mu?
Peki NATO zayıflar algısı yayılırken, Rusya ve Çin “ABD ittifakı çözülüyor” diye umutlanırken bile, aslında en fazla kazanan yine “kontrollü kaosun mimarı” rolündeki Washington olmuyor mu?
Türkiye Bu Tabloda Nerede Duruyor?
ABD, NATO tartışmalarını ısıtırken, Türkiye gibi kilit cephe ülkelerine şu mesajı vermiyor mu:
“Ben istersem bu ittifakı bile sorgulatırım; sen de kendi konumunu ona göre ayarla, pazarlık gücünü ve manevranı doğru kullan?”
Türkiye’nin, Karadeniz’den Doğu Akdeniz’e, Orta Doğu’dan Kafkasya’ya kadar uzanan hattaki kritik rolü düşünüldüğünde, ABD’nin bu kognitif oyunu Ankara’ya hem risk hem fırsat üretmiyor mu?
ABD’nin bu söylemi, Türkiye’ye:
- Savunma sanayii bağımsızlığını hızlandır,
- Müttefiklik tanımını tek kutuplu düşünme,
- NATO’yu “tek güvenlik sigortası” gibi görme, mesajlarını tersine bir etkiyle tokat gibi vurmuş olmuyor mu?
Son Soru
ABD, NATO’dan çıkma tasarısını gerçekten NATO’dan ayrılmak için mi masaya sürdü, yoksa bütün dünyaya şu mesajı vermek için mi:
“Kuralları ben koydum, istediğim zaman değiştiririm; sizin tek gerçek güvenceniz benim öngörülemezliğim.”
Peki, zeki insan, asıl soruyu soralım:
Bu kadar öngörülemezliğin hüküm sürdüğü bir dünyada, Türkiye kendi kognitif savunma doktrinini, kendi stratejik aklını ve kendi ittifak esnekliğini inşa etmezse, başkalarının zihin mühendisliği laboratuvarında “denek ülke” olma riskini göze almış olmaz mı?
İşte tam da bu yüzden, asıl cevap belki de şu sorunun içinde saklı değil mi:
“Başkalarının tasarılarını konuşurken, biz kendi stratejik tasarımımızı ne kadar konuşuyoruz?”
Gürkan KARAÇAM




