Necat Kacan


ELÇİBEY’DEN ALİYEV’E: TÜRK DÜNYASININ YOL AYRIMI


Tarihin bazı dönemleri vardır ki, bir liderin attığı adım sadece kendi ülkesini değil, bütün bir coğrafyanın kaderini belirler. 1990’ların başında Azerbaycan’da yaşananlar da tam olarak böyleydi. Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla birlikte özgürlüğe uyanan Türk cumhuriyetleri, bir yanda emperyalizmin yeniden şekillendirdiği düzenin ortasında kalmış, diğer yanda da kendi kimliğini inşa etmenin sancılarını yaşamıştı. İşte bu çetin dönemin simge isimlerinden biri Ebulfez Elçibey, diğeri ise İlham Aliyev’di. İkisi de Azerbaycan tarihinde iz bıraktı; ama bıraktıkları iz, birbirine tamamen zıt yönlerdeydi.

Elçibey, Atatürk’ün yolunda yürüyen, “Türk dünyası birliği” idealini kalbinde taşıyan bir liderdi. Onun gözünde Azerbaycan’ın bağımsızlığı, Türk milletinin yeniden dirilişinin ilk adımıydı. Türkiye ile aynı dili, aynı kültürü, aynı tarihi paylaşmanın ötesinde, aynı kaderi paylaşmak gerektiğini savunuyordu. Bu nedenle ilk ziyaretini Türkiye’ye yaptı; “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü Anıtkabir defterine yazarken, sadece bir duygusunu değil, bir vizyonu ifade ediyordu.

Ancak ne yazık ki o dönemde Türkiye, bu vizyonun büyüklüğünü kavrayamadı. Ankara’daki karar vericiler, Batı ile kurdukları yeni dengeleri bozmamak uğruna, Türk dünyasıyla organik bir birlik kurma fırsatını kaçırdı. Elçibey yalnız bırakıldı. Ne ekonomik destek geldi, ne askeri dayanışma. Oysa Azerbaycan o yıllarda sadece Ermeni saldırılarıyla değil, içeriden sızan istihbarat ve dini örgütlenmelerle de mücadele ediyordu.

Elçibey devrildi, yerine Haydar Aliyev geçti. Devlet tecrübesi güçlüydü ama vizyonu farklıydı. Aliyev, Batı’nın ve enerji devlerinin oyununu ustalıkla okuyup Azerbaycan’ı pragmatik bir çizgiye taşıdı. Ancak bu çizgi, Türk birliği hayalinden çok, enerji diplomasisine dayalı bir denge politikasına dönüştü. Oğul İlham Aliyev de bu mirası daha da kurumsallaştırdı. Bugün Azerbaycan, ekonomik olarak güçlü ama kültürel olarak Batı’ya daha bağımlı bir yapıya evrilmiş durumda.

Türkiye-Azerbaycan ilişkileri “iki devlet, bir millet” sloganıyla süslense de, gerçekte bu birlik ruhu zaman zaman sadece diplomatik bir nezaket sınırında kalıyor. Oysa Elçibey’in hayali, bu birliği ekonomik, askeri, kültürel ve siyasi boyutlarıyla yaşayan bir gerçeğe dönüştürmekti. O, Bakü’den İstanbul’a, Taşkent’ten Astana’ya kadar uzanan bir Türk ortak aklının temelini atmak istemişti.

Bugün Türk Devletleri Teşkilatı bu hayalin kurumsal yansıması olarak görülse de, içerideki dengeler hâlâ büyük güçlerin gölgesinden kurtulmuş değil.
Petrol anlaşmalarının, enerji hatlarının ve uluslararası lobilerin yönlendirdiği bu denklemde, Türk dünyasının kendi iradesini tam olarak ortaya koyabilmesi için siyasi cesaret kadar entelektüel bağımsızlık da gerekiyor.

Gerçek beka, kendi kaderini kendi yazabilmektir.
Elçibey bunu anlamış, uğruna bedel ödemişti.
Aliyev ailesi ise farklı bir yol seçti; güvenli, sistemli ama sınırlı bir yoldan ilerledi.
Bugün Azerbaycan, bu iki mirasın arasında bir köprü gibi duruyor:
Bir yanında Elçibey’in “Türk dünyası ideali”, diğer yanında Aliyev’in “devlet pragmatizmi.”

Türk dünyasının geleceği, bu iki hattı birleştirebilmekten geçiyor.
Ne duygusal romantizme saplanmalı, ne de soğuk reel politiğe teslim olmalı.
Türk birliği, hamasetle değil, üretimle, teknolojiyle, bilimle ve ortak bilinçle inşa edilir.
Ve eğer bu bilinç dirilirse, bir gün Elçibey’in hayali yalnızca bir mezar taşında değil, Türk dünyasının ufkunda yeniden hayat bulacaktır.


Necat KACAN

Eğitimci Araştırmacı Yazar