Ve Yıl 2023, seni hiç ama hiç sevmedik; İstenmiyorsun artık…
Sanki bir yıl öncesi değil de daha dün gibi aklımızda;
01.01.2023 için yeni yılın ilk gün heyecanı denilse de, yine de buruk bir hava vardı, bizim farkına varamadığımız, yaşanacakların habercisi olarak algılayamadığımız.
2023 ün ilk günü olması nedeniyle umutlarımızın ve heyecanlarımızın yarınlara ait adrenalini çevremize salgılaması başlı başına bir olaydı zaten. Mucize gibi bir şeydi ama ayaktaydık ve hayattaydık.
Pandemi süreci gibi tasarlanmış bir dizayn girdabından henüz çıkamamış olmanın verdiği şaşkınlık içerisinde kendimize gelememişken, başta “gıda sektöründe” ki zincir eliyle bizleri söğüşleyenlerin acımasız hamlelerine saati saatine alışmaya çalışırken, ara vermeden başka bir sektör olan “emlak” ise ev ve yuva hayallerimizin temellerine dinamit döşemekten zerre çekinmeden proje üzerine proje üretmekteydi. “Otomobil” sektörü ha keza acımasız boksör misali sağlı sollu kroşeleriyle nakavt olmak ile ayakta kalmak arasındaki ince çizgiyi idrak etme melekemizi elimizden alırken, sağ olsun hükümetimizde bu sağlı sollu yumruk darbelerine ek olarak sırtımıza öylesine problem dolusu çuvallar yüklüyordu ki bırak ayakta kalmayı, dizlerimizin üzerinde sürünmemiz bile çöldeki vaha hayali olmaktan öteye gidemiyordu. “Döviz ile altın” denen lanetli şeyler ise nicelerinin ocağını yıkıp, beddua üzerine beddua alıyordu…
2023 böyle başlamıştı
Ama umutlarımız vardı Kaf dağının ardındaki zümrüdü anka kuşunun kanadı misali. Umutlarımız vardı; aldığımız her nefeste birkaç saat sonrasında gerçekleşeceği inancında olduğumuz bir mucize esnasında yeniden ayağa kalkıp, bir zamanlar olduğu gibi rahat, müreffeh ve sağlıklı bir biçimde hayatımızın kalan kısmını idame ettirme arzusuyla, inadına hayat-inadına hayat diyerekten ayakta kalma arzusu vardı.
İşte o arzumuzu hevesimizde ve dahi kursağımızda bırakan ve aynı anda tüm yurdumuzda yürekler paramparça eden, bir değil birbirinden farklı güçlerde tam iki deprem ile bütün soluğumuzu kesen bir felaket ile uyanmıştık 6 Şubat sabahına.
Evet, Maraş’tan yine haber vardı.
Hem de yüreklerimizi dağlayan, ocaklarımızı söndüren, umutlarımızı moloz yığınlarının altında bırakan bir haber vardı. On binlerce canımızı savurduk o molozlarda. On binlerce canımıza veda dahi edemeden.
Ki; umudumuz, artık Maraş bize bir daha haber yollamasın dı ama elden hiçbir şey gelmiyordu, gelemiyordu.
Elbette ki kadim devletimiz ve kadim halkımız kulak verdi bu habere, kimseler kayıtsız kalmadı ama her anımızda yanı başımızda olan fırsatçılara, insanlıktan nasibini almamış insan müsveddelerine, sözde insan gibi görünmelerine rağmen ne olduklarına isim bulamadığımız bazı varlıklar ortamı bulandırmadı da değil…
Bu işi siyasete dökenler olduğu gibi menfaat karşılığı yardım edenlerimiz dahi çıktı. Reklam için, yaklaşmakta olan genel seçimlerde oy için ve hatta akıl almaz şekillerde karşılık bekleyerek yardım yapanlarımız dahi çıktı içimizden. Hatta ve hatta seçim sonuçlarına göre bekledikleri şekilde oy dağılımını göremeyen, isim zikretmekte imtina ettiğimiz bir takım çevreler, yapmış oldukları iyilik ve hayır faaliyetlerini dahi “haram” ederek yüzyılın yüz karası olmaktan öteye gidemediler.
İşte bu vaziyette iken dahi ayakta kalabilmeyi, umud ederek hayatta kalabilmeyi amaç edinmişken, devam halinde kızışan ve dünya tarihinin kanlı sayfalarına not düşen Rusya ve Ukrayna arasındaki yaşanan savaşın etkilerini dahi en ince ayrıntısına kadar hayatımızda hissetmemize rağmen, umursamazdan gelemiyorduk.
Çünkü biz, insandık…
Yurdumuzda yaşanan seçim çalışmalarının etkisiyle, hayatta kalabilmemizin başka bir versiyonu olan umudumuz ise seçim sonuçlarının halkımızın tercih ve takdiri yönündeydi ama alınan sonuçlar bu yönde olmasına rağmen yaşanan siyasi rekabetinde etkisiyle, ülkemizde önüne geçilemeyen bilinçli zam furyasının halkımızın üzerinde yarattığı etki neticesinde, yıkımları aşikâr olan bir savaştan daha kötü sonuçlara doğru hızla yol almaktaydı. Ahlâk bozulması yaşadığımız her alanda; sıkıntılar, kaçınılmaz sonun başlangıcını çoktan başlatmıştı bile… Her hangi bir etik kavram tanımayan ve oy istediği kendi halkının maddi ve manevi değerlerine saygı duymayan siyasi bir yozlaşma ve bunun etkisi ortaya çıkan siyaset kavramı. Bu yetmezmiş gibi kişisel algı yapılarak sapkınlık derecesinde cinsiyet saptırması ve hatta dayatması, yetmezmiş gibi toplum içersindeki beyni yıkanmış uzantılarının kışkırtmaları sayesinde kadim halkımızın inanç, hak ve hürriyetlerine dahi müdahale seviyesine gelen saldırılarının başlatılmasına çalışılması, yurt içinde ve yurt dışında manevi değerlerimizin ayaklar altına alınması ve hakarete uğratılması sadece yazıya aktarabildiğimiz birkaç kalem detay.
Kadim devletimiz elbette ayaktaydı.
Elbette hayattaydı ama ayakta kalmasını sağlamak yerine, yıkmak için çaba harcayanların çoğunluğu kendilerini dahi şaşırtmaktan başka bir işe yaramamıştı.
Hemen her köşede bir ihanet senaryosunun yazıldığı 2023 Dünyası ve Türkiye’si, akıl almaz bir şekilde farklı bir ateşin içerisine doğru rotaya alınmak üzere şartlanmıştı.
Ve çocukların gözler önünde parçalandığı, bombalar arasında yazılan ve yaşanan hikâye günleri başlamıştı. Kimilerinin yürekleri yanarken kimilerinin de elleri göğüslerinde derin bir oh çekişleri bırakın yüzyılın, dünya insanlık tarihinin yüz karası olarak kayıtlara işlenmekteydi.
İşin garip olanı ise bu kan emici güruhun kendi içimizde, kendi vatandaşlık hakkına sahip insanımızın bir kısmı tarafından maddi ve manevi olarak desteklenmesiydi. Kimler yoktu ki bu destekçilerin arasında; sözde siyasetçisi, sözde sanatçısı, sözde aydını, sözde insanı olan birçokları…
Bu katliama katılabilmek için, bir çocuk ta ben parçalayayım diyerek bu akıl almaz kıyıma gönüllü olanları mı sayalım, yoksa inançları gereğini yerine getirmenin hazzını yaşayanları mı? Bu katliama seyirci olarak katılan sözde Müslümanları mı sayalım, yoksa inandık demelerine rağmen inançlarında samimi olmayan ve rahatlıklarından ödün vermeyenlerimizi mi? Ve hatta hatta medeniyetin beşiği oldukları iddiasında olan, adalet savunucusu olduklarını iddia eden, huzurun temsilcisi olduklarını iddia edenleri mi?
Hangi birisini sayalım?
Katliam devam ediyor, çocuklar parçalanıyor, maneviyat ve emanet edilen her değer yakılıp-yıkılıp, adına da bir isim bulunabiliyor ise “Mahkeme-i Kübra” da rahatız o zaman…
Sadece Filistin’de mi?
Doğu Türkistan kanayan yaramız ve henüz el değmemiş bir halde duruyor…
Tarih olarak yeni olmaları açısından; Arakan’ı, Avrupa’nın göbeği Bosna’yı, Libya’yı, Kosova’yı nasıl unutabiliriz ki?
Onlar kendi inançlarına göre inandıkları ve kendi elleriyle yazdıkları kitaplara, kendi seçtikleri liderlere ve o liderin gösterdiği hedef doğrultusunda yaşayıp, samimi bir şekilde itaat edip ve bu doğrultuda kan dökmekten çekinmezken, dünyanın gözü önünde istediği gibi hareket ederken, biz Müslümanlar; yaratıcı olan Rab’bın kendi kitabı olan ve kâinatta ALLAH’ın kitabı olarak bilinen, Kur’anı Kerime inanmış olarak görünmemize rağmen, bu inançta samimi olmadığımız ve biz Müslümanları bir araya toplayacak bir makamımızın da bulunmamasından dolayı, liderimizin de olmaması nedeniyle, kendi şahsi konfor alanımızdan dışarıya da çıkmaya çekinip dünyaya ve dünya malına meylettiğimiz için, korktuğumuzdan dolayı bütün bu yaşananlara sadece ve sadece camilerde buğz ederek, huşu içerisinde namaz kılarak sözde vicdanımızı rahatlatırız.
Arada sırada baş kaldırmaya çalıştıkça da yine aynı düzenin maşası olarak, aramızda dolanan ve bizimle beraber aynı camide secdeye eğilenlerin sayesinde, canımıza kastederek acısını yaşattıkları 6 veya 12 veya 33 veya 251 şehidimizi hatırlatarak, ayar çeker dururlar ve biz halen daha elimizde onların imal ettiği kalemle yazılan, onların imal ettiği pankartlara, yine onları lanetlemeye devam ederiz…
Sonuç;
Seni hiç sevmedik biz, 2023…
Keşke sen hiç yaşanmamış olsaydın.
Ve sonuç;
2024 ün inancımız adına, alemlere rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberin ümmeti olabilmek adına; TÜM İNSANLIK adına, insanlık tarihinin bırakınız görmeyi, hayalini dahi kuramadığı bir güzellikte olması temennisiyle…