Trabzon’un gölgesinde kalmış bir şehir…(3)
globalbakis.com/özel-yorum-gezi-haber
Çevre yolundan havaalanı yönünde ilerlerken sağlı sollu konumlandırılmış ve şehrin ekonomisine ciddi anlamda değer katan işletmelerimizin bulunması elbette ki bizlerin yüreğine su serpmektedir. Ama acımızı depreştiren şeyin bu çalışmaların özellikle tarım arazisinin üzerine yapılmasıdır.
Zannımca Çiftlik Mahallesinin, eski konumuyla köyünün; şehir merkezine katılımı için çok bir zamana ihtiyacımız bulunmamaktadır. Sırada peşinde çok geçmeden diğer ova köyleri, yani yeni adlarıyla mahalleleri bulunmaktadır.

Ve maalesef göz göre göre bu şehrin tarımına sırf yeni yerleşim alanı açılacak diye yeni betonlar dökülecek diye ve en önemlisi de zahmetsiz olsun diye özellikle ve bile-isteye hançer vurulmaktadır.
Batıya açılan son kapımızdan Aşkale’den geçerken, 1 yıl öncesinden veya 5 yıl öncesinden değişen pek bir şeyin olmadığını üzülerek belirtmeliyim. Aynı cadde, aynı işletmeler ve yine aynı zihniyet… İstihdam kapıları kapalı, üretim yok ve bu şehrin batıya doğru son kapısı yol üzeri olan ilçede değişen hiçbir şey ama hiçbir şey gelişmemişti…
Ferdi olarak atılan bazı adımların yok oluşu, sanki de bu ilçemizin ta Cumhuriyetin ilk yıllarına dayanan sürgün yeri olma özelliğinin devam ettiği niteliğindeydi. Kim ne adım atarsa atsın Aşkale'nin kalkınmasında, gelişmesinde ve özellikle de uluslar arası bir yol kenarında uğrak yeri değil de, anlık uğranılan bir durak olma özelliğini kaybettirmemişti.

Ne acıdır ki; sanki de yıllar öncesinden hatırladığım kadarıyla kahvehanelerdeki sandalyelerin yeri bile değişmemişti…
İlçeden ismini alan Aşkale Çimento fabrikası da olmasa bu kısmetsiz ilçemizde kimselerin kalacağına da pek ihtimal veremiyorum.
Üzülerek belirtmek isterim ki batıda Aşkale, doğuda Pasinler hiçbir zaman bir arpa boyu yol gidememiş, gerek siyaset penceresi açısından ve gerekse kalkınma ve gelişme penceresi açısından panjurları hep kapalı kalmış, dışarıyla bağlantıları hiçbir zaman istenilen seviyelerde olamamış ilçelerimizin başında gelmektedirler.
Pırnakapan’ı geçip Kop’a tırmanmaya başladığımızda hemen başka bir yaramız kurdeşen gibi bizi kaşımaya ve kaşıdıkça da kanamaya başlamıştı.
Sanki de dillerde yalan olan bir masalın hazin dizeleriydi ağzımızda nefes almamızı engelleyerek büyüyen…
Kop Tünelinin girişini görmek üzüntülerimizi pekiştirmekten başka hiçbir işe yaramadı diyebiliriz. Pontus Dağlarının uzantısı olarak bize çetin geçen kış mevsimlerinin, buzlanmaların, gözleri kör eden sis bulutlarından kurtuluş yolu olarak umut aşılaması gereken Kop Dağının hediyesi olarak gördüğümüz bu tünel; umutsuzluğun, mücadeleden kaçınmanın ve hatta pes etmenin diğer adı olarak hafızalarımızda yer edindiğini neden göremiyoruz ki?

Düşünsenize ortalama 6500 metre uzunluğunda olması planlanan tünelin başlama tarihi 2012 ve aradan geçen o kadar yıla rağmen, halen daha bitirilememiş!
Bitmemiş…
Veya bitmesi istenmemiş…
Sanki de birileri şu kadim şehir Erzurum’un, Karadeniz’le böylesi kolay ve her açıdan müsaitlik arz eden bir kucaklaşmasını istemiyormuş gibi bir izlenim çıkmıştı ortaya…
Yoksa günümüz şartlarında, denizin altından yol açan bir teknolojimiz varken ve örneklerini yapmışken, Kop Tüneli dediğin nedir ki “su”dan bahanelere takılıp kalsın! Gerçi durumun tam anlamıyla içyüzünü bilmiyoruz ama anlaşılan odur ki Kop’un ışığını daha çok bekleyeceğiz gibi görünmektedir. Gerçi bu durum sadece bizi ilgilendirmiyor ama özellikle Bayburt için ciddi anlamda çok şeyi ifade ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir tarafta Trabzon gibi liman şehri, diğer tarafta elinde hiç bir kalıcı özelliği bırakılmamış olan (!) Erzurum…

Erzurum gibi zamanında tarihin kendisine yön vermiş ve Trabzon ve çevre illeri bir dönem nahiyesi olarak bağrında tutan bu kadim şehir, Karadeniz bağlantı noktasında Kop’a mahkûm edilerek, özellikle mahrum edilmek isteniliyorsa şayet; unutulmasın ki bu şehir, yeni bir Ergenekon Destanı yazarak kendi yolunu ya Kop'u ve diğer açılamayan o tünelleri yakarak ya da yıkarak elbette ki açacaktır, elbette ki bulacaktır...!
Kop, yenilenen asfaltı ve rutin bakımları sayesinde her ne kadar mevsim geçişleri de dikkate alınarak şu an için masum bir geçit gibi görünse de; ne zaman kopacağı belli olmayan dondurucu fırtınalarının, gözleri kör eden sislerinin ve hatta kıyameti andırarak kulakları sağır eden tipilerinin ardında nasıl bir canavar yattığını büyük bir çoğunluğunuz tahmin bile edemezsiniz.
Ağır ağır çıktığımız bu aşina dost Kop’tan yine aynı düşüncelerle ağır ağır inerken, aşağıda bizi bekleyen Bayburt hiç te beklediğimiz veya umduğumuz gibi çıkmadı diyebiliriz.
Bizim yıllar öncesinden bildiğimiz ve hatırladığımız Bayburt kendi kabuğunu çoktan kırmış ve özellikle de mimari yapılaşması açısından yol kenarında öylesine kurulmuş bir şehir görüntüsünü çoktan terk etmişti bile.
Bu ifademizden yola çıkarak birileri “sanki de kaç yıl öncesinden uğramış” diye bir soruyu kendilerine yöneltebilirler, hemen cevabını vereyim efendim geçen yıl gitmiştim.

Sadece şu bir yıllık adım bile Bayburt’un sadece görüntüsüne ciddi bir değişiklik katmış diyebiliriz.
Bir yıllık değişiklik…
Yeni imara açılan ve yapılaşmaya büyük bir hızla devam edilen yerleşkeler yanı sıra, Bayburt Üniversitesinin halkın günlük yaşantısını etkileyen dokunuşları ve Çoruh’un ortadan ikiye ayırdığı göze hoş gelen bir ortam…
Yani Bayburt’un ketesinden daha başka şeyleri de vardı.
Sanki de Bayburt; Erzurum’un hiç ama hiç himayesinde kalmamış, Gümüşhane’nin kollarının arasında bulunmamış gibi bir şehir olarak durmaktaydı... Baş kaldırışın, isyanın diğer adı olarak karşımızda Çoruh’un serin esen esintisiyle göze daha bir hoş görünmeye başlamıştı. Ve Trabzon’da çoğunlukla gördüğümüz Bayburt plakalı araçlardan anladığımız kadarıyla Bayburt kendisine hem ticaret hem de ziyaret için daha kolay ve ulaşılır bir nokta olarak Erzurum yerine Trabzon’u tercih etmeye başlayalı epeyce bir zaman olmuştu.
belki yanlış ve yanlı düşünüyor olabiliriz ama
İşte bize Kop’un neden geciktirildiğine dair, sudan olmasa da; bir sebep daha.