Siyaset eskisi gibi değil
Siyaset eskisi gibi değil
Bir önceki yazımızda ne demiştik; kapımızda bir mahalli idareler seçimi var, encümen üyelerinden tutun da, muhtarlık azalarına varana kadar birçok kişi bu etiketlerden birisine sahip olmak için nasıl da canla başla çalışıyor, hayaller kuruyor tahmin bile edemezsiniz.
Demiştik.
Belediye Başkanlıklarından birisine sahip olmak ise altın tepside “bal-kaymak” demiştik.
Daha birçok şey demiştik ama şimdi konumuzla birlikte derdimiz başka;
Bizim derdimiz kimin nereye geleceği değil, kimin hangi koltuğa oturacağı falan değil; bizim derdimiz bu adaylıklar içerisine kimlerin dâhil olacağıdır. Yani bir hizmetin yapılması için ortaya bir teklif atıldığını düşünün ve geri planda kimlerin o hizmeti sunmaya aday olduğunu görün.
Kimler yok ki!
Meğer bu halka hizmet etmek için kimler nelerden feda ediyormuş ta haberimiz yokmuş.
Hani bizler durmadan “sahapsız memleket” deyip duruyorduk ya, bu kadar sahibi olan memleket, sahipsiz mi olurmuş? El-insâf…
Daha yola tam girilmemişken bu kadar sahibimiz var, siz bir de yola girdikten sonrasını izleyin.
Ülkemizde yürürlükte olan Anayasaya göre bütün vatandaşlarımız (bazı şartları taşıdığı müddetçe) yapılan her seçimde aday olmak özgürlüğüne sahiptir. İşte bunun adına bir yerlerde demokrasi deniliyor… Ana madde bu olmasına rağmen devreye siyasi partiler girerek, birçok hususu ve hatta bütün maddeleri kendi iç tüzüklerine göre uyarlamış ve ta baştan adaylar arasında kontrolü ele almışlardır. Her ne kadar bu işin adına da demokrasi denilse de bu durumun demokrasiyle uzaktan yakından her hangi bir alakasının bulunmadığını hepimiz çok ama çok iyi bilmekteyiz.
Ama olması gereken bu mudur? Evet, budur…
Siyasette budur…
Bir organizasyonun başında olanların kendi seçecekleri veya kendi atayacakları elemanlar ile çalışmasının başka adı da yolu da yoktur. Olması gereken de budur.
Ve bu bir haktır.
Yani organizasyonun başında olanların diledikleriyle yola çıkmaları da bir haktır.
İşte şimdi konumuzdan içeriye girmeye başladık diyerek ten hemen şu durumun altını çizelim.
Siyasi Partiler; kendi özlük haklarını, tüzüklerine göre korumak için hizmet edecekleri halklarının da fikrine saygı duymaları gerekmektedir.
Bu bir etik kuraldır.
Dikkat edilmesi elzemdir…
Dikkat etmezlerse ne olur? Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz halka hizmet anlayışı ortadan kalkar ve bu iş koltuk davasına dönüşür.
Adayların bir kısmının belli olduğu ve hatta açıklandığı bu günlerde sesi çıkmayan, göz önünde bulunmayan birçok adayın olduğu da bilinmektedir.
Bu sessiz isimlerin içerisinde bu halka gerçek manada hizmet edebilecek o kadar çok değerimiz var ki, kimileri küstürülmüş, kimileri unutulmuş, kimileri unutturulmuş, kimileri siyasi manevra nedir bilmediklerinden dolayı diplerde-köşelerde tutulmuş, kimileri ise birilerinin şahsi menfaatleri doğrultusunda “farklı” gösterilerek oyun dışına itilmiştir. Ama gerçek olan şudur ki, bu ötekileştirilen insanlarımızın içerisinde “mevcut durumda var olanların bir kısmından” çok daha iyileri bulunmaktadır…
Bu halkı gerçek manada sahipsiz bırakmayacak, gerçek manada “halka hizmeti, hakka hizmet” görecek birçok değerlerimiz de mevcuttur.
Aksi olur ise ne olur?
Aslında mevcut durumun “bir tık” farklısı olur düşüncesindeyim. Yine bu şehire “özel hastane” gelmez, yine “raylı sistem” gelmez, yine “Doğu Ekspresi”ni bir geceliğine garımızda alıkoymaya gücümüz yetmez, yine bu şehrin bir “stad” ı olmaz ve hatta hatta tamiratının dahi yılan hikâyesinin adı okunmaz. Çevre illerimizde bizim bir ilçemiz kadar nüfusu olmayan illerimize havaalanı yaptırılıp, tarihin kaleminin olduğu bu şehire ise bir uçak fazlası için kimsenin kulakları çınlamaz, havaalanında ilimize gelenleri karşılayanlar ile yolcu edenlerin simaları değişmez, davulcumuz bile aynı kalmaya devam eder. Alkış tutanlar ile yüzlerine karşı “bakanım bir sesini duyayım” diyenlerimiz eksilmediği gibi, hiçbir problemimizin olmadığı algısını isteyen ve halkın, bakan düzeyindeki siyasetçilere yaklaşmaması için, içinden dua eden alt kadro siyasetçilerimiz ise hiç değişmez. Değil mi ki; bu bizim yetkililerimizin değişmez algısıdır “aman kimse dert yanmasın”…
Rapor üzerine raporlar sunduğumuz 6. Teşvik Bölgesinde kalıcı olma isteğimiz sümen üzerinde kalmaya devam ederek, en azından sümen altına inmeme umutlarımız hep devam eder, ama 6. Teşvik Bölgesi için taleplerimize ciddi adım atılmaz, bazı tünellerin yapımı nedense hep aksar, sanki de birileri bizim bu dağların ardından bir yerlere ulaşmamızı istemezlermiş gibi... Ankara’dan elma almaya gidenlerimiz ellerinde kaysı ile geldiğinde “bundan iyisi Şam’da kaysı” diyerek züğürt tesellisi ile halkı farklı hayallere daldırmaya devam eder dururuz.
Sayalım mı?
Yok, saymayalım ama işe encümen üyelerimizden ve hatta muhtarlarımızdan ve hatta hatta muhtarlık azalarından başlayarak ince eleyip sık dokuyarak başlayalım ki, bu şehir sahipsiz kalmasın.
Hani her ortamda bu kıssadan hisselenerek örnekler veriyoruz belki bir gün dikkat ederiz diye. Bir çivi, bir nal, bir at, bir komutan, bir ordu, bir ülke hikâyesi…
Önce azalar, sonrasında muhtarlar, sonrasında encümen üyeleri, sonrasında belediye başkanları ve daha yukarılara uzanan bir uzuuuuun bir yol.
Her ne kadar yolun aynı olduğu düşüncesinden çıksak ta bu yola, bizlerde farkındayız siyasetin aynı siyaset olmadığının ve hatta eskisi gibi hiç olmadığının,
Başta muhalefet partilerimiz olmak üzere acaba birileri farkında mı?
Her ne kadar bazılarımız; bütün iyi niyet ve saflığıyla “bakanım bir sesinizi duyalım” dese de, daha dün “bakanım seni çok seviyoruz” diyen halk ta aynı halk değil, bize “ bir takla at inanayım” deyip te takla attıracak siyasetçi değil, gerçek manada dertleriyle hemhal olacak siyasetçiler lazım.
Asıl perde şimdi açılıyor; ne taklacılar, ne de takla atanlar bu sahnede yok artık.
Ve sahnede bulunan bütün oyuncular çok iyi biliyorlar ki;
Siyaset eskisi gibi değil artık…
Umarız ki birileri de farkında olur.