ERZURUM

ERZURUM Haberleri

sahipsiz memleket 3

sahipsiz memleket 3

sahipsiz memleket 3

sahipsiz memleket 3/Vedat Kan    İlimizin jeopolitik durumu göz önünde bulundurulduğu zaman açık bir şekilde göç vermesi ve açık bir şekilde göç alması değerlendirme altına alınabilmekte iken, gizli göç alması durumunun uzun bir müddet kayıt altına alınamadığı da göz ardı edilmemelidir. Bu duruma vakıf olmamız açısından ilimizin son on-on beş yıllık asayiş olayları ile birlikte çevresel değişimlerimizin gözlemlenmesi gerekmektedir. Bazen siyasi kararların esnek kalması, bazen de yerel yönetimlerin durumu göz ardı etmesi neticesinde bu durum her geçen gün kangren halini almaktadır. İlimizde yaşayan yabancı uyruklu insanlarımızın, ilimize göç etmiş ve etmeye devam etmekte olan insanlarımızın, az da olsa tersine göç ile geri dönen insanımızın, tayin ile gelen insanımızın uyum çatışması da bunu göstermektedir. Kaldı ki; hali hazır durumda hemen her alanda mevcut halkın imkânlarına dahi yetersiz kalan alt yapı ve üst yapı hizmetlerinin yanı sıra eğitim, sağlık, asayiş ve kültürel alanlarda baş gösteren sıkıntılarımızda bu durumu açık bir şekilde göstermektedir. Bir de halk yoğunluğunun; bilinerek veya bilinmeyerek sadece bazı alanlara kaydırılması, yoğunlaştırılması, teşvik edilmesi de bu sıkıntının gelecekteki en büyük temel taşlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki,  sayısı yüz binleri bulan öğrencilerin başta üniversite yerleşkesi içerisine ve bu yerleşkeye yakın alanlara izin verilen yerleşim alanlarına ve işletmelere yönlendirilmesi,  semt garajlarının, yetersiz hizmet alanlarından dolayı şehir dışına veya bilhassa yerleşim yerlerinden uzak alanlara kaydırılması, AVM lerin ve insan yoğunluğu yaşayan kamu kurum ve kuruluşlarının hemen aynı paralelde hizmet vermesinin yaygınlaştırılması, bu yaşanan uyum çatışmalarının etkenlerinin sadece bazı başlıkları olarak ele alınabilir. Her alanda meydana gelen fiyat denetimlerinin olmaması da başlı başına bir konu teşkil etmektedir. Ve ilimizin; her hangi bir gerçek çalışma yapılmadığı takdirde, belki de birkaç on yılın sonunda bir İstanbul gibi, bir Ankara gibi, bir İzmir gibi olacağı kaçınılmazdır. Değişen bu süreç içerisinde de ERZURUM ve DADAŞ kavramının ve hatta bayağı uzun zamanlardan beridir halkımız arasında yediden yetmişine, âliminden delisine, iş adamından esnafına, erkeğinden kadınına ve hepimizin dilinde asılı kalan “sahapsız memleket” in de kalmayacağı aşikârdır. Nereden gelmiştir bu “sahapsız memleket” kavramı? Kimler üretmiş, dilimizin en başköşesine nereden de yerleşmiş bu kelime? En küçük bir olumsuzluk karşısında hiçbir izin ve düşünme olgusuna bile gerek duymadan hemen ağzımızdan çıkan “he gardaş he, nasıl olsa sahapsız memleket” zırhı. Ve öyle bir zırh ki; zengini de, fakiri de işine gelmeyen bir durum olduğunda anında dilinden takınıverir. İşine gelmeyen dedim dikkatinizi çekerim. Uzun zamandır lügatimizde olan bu kavramın kullanıldığı yerlere ve durumlara bir göz atmanız yeterlidir. İşimize gelmeyen, menfaatimize ters bir durum olduğunda kullandığımız bu kavram dilimize kim veya kimler tarafından yerleştirilmiş acaba hiç düşündük mü? Yıllardan beridir hep söyleriz; bizleri bir araya getiremeyen, kolektif çalışma ruhumuzu hayatiyete geçiremeyen, iki kişinin dahi ortaklaşa iş yapmasını engelleyen birçok özelliklerimiz olduğu söylenmektedir. İki yüzlülük, dedikodu, laf taşıma, çekememezlik, adam kayırma, kıskançlık ve adam sendecilik. Bu kavramlar acaba bir DADAŞ ın kavramı olabilir mi? Bu kavramların özelliği ortalama 7000 yıllık bir geçmiş zenginliği olan bir yöre halkına ait olabilir mi? Yazarken bile etlerimin diken diken olduğu bu çirkin özellikler ERZURUM denilen bir şehre ve bu şehrin insanına ait olabilir mi? Allah aşkına bu şehrin yaşayanı olarak, bilhassa bu şehrin yerleşik halkı olarak, aynaya bakan hangi insanımız bu özellikleri kendisine yakıştırır. Ve bu durum sadece Erzurum için mi geçerlidir? Hangi insanımız aynaya baktığında ben “dedikoducuyum” diyebiliyor. Hangi insanımız aynaya baktığında ben “ ikiyüzlüyüm” diyebiliyor. Hodri meydan işte; kim aynaya baktığında ben “laf taşıyıcıyım” diyebiliyor. Kimse. Kimsenin dediğine de inanmıyorum. Bu şehrin insanının böyle özelliklere sahip olacağına kimse beni inandıramaz. Bu memleketin havasından ciğerlerine oksijen çeken, bu memleketin toprağından kursağına bir lokma ekmek giren, bu memleketin taşından bir adım iz bırakan hiçbir insanın bu özelliklere sahip çıkacağına ve sahip olacağına ben inanmıyorum. İnanmıyorum, çünkü bağrında sayısız evliya, âlim, sanatçı yetiştirmiş bir topraktan böyle ayrık otu bitmez diye düşünüyorum. Bağrında kahraman analar, bacılar, ağabeyler yetiştirmiş bir milletten sütü bozuk çıkmaz diye düşünüyorum. Bu toprağın insanı töresine, toyuna, gelenek ve göreneklerine düşkündür. Sevgi gösterir, saygı gösterir, baş üstünde taşır. Aşını ekmeğini paylaşır. Daha düne kadar, bayram sofrasında misafir olmadan yemeğe oturmayan bir zihniyetten, bugün “yabancı seviciliği” adını çıkarmak pes doğrusu.

Haber Editörü

Vedat Kan

vedudi25@gmail.com
Yorumlar (0)

GÜNDEM

Haberi Sesli Oku