Pakistan cumhurbaşkanı Asaf Ali Zerdari Perşembe günü Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’a gitti. Doğu Türkistan’da devam eden Müslüman soykırımının failleri Uygur Özerk Bölgesi Sekreteri Chen Xiaojiang ve kukla yönetici Erkin Tuniyaz ile görüştü. BM raporlarına dahi giren soykırım bir kez daha sözde Müslüman bir lider tarafından örtbas edilmiş oldu.
Doğu Türkistan’daki gerçeklik, diplomatik nezaketin ardına gizlenmeyecek yakıcılıktadır. Pakistan Devlet Başkanı Asif Ali Zardari’nin sözde Uygur Özerk Bölgesi Komünist Parti Sekreteri Chen Xiaojiang ile dün Urumçi’de gerçekleştirdiği resmi görüşme, “istikrar”, “refah” ve “terörle mücadele” söylemleriyle süslenmiş olsa da, bölgedeki insan hakları ihlalleri gerçeği hiç de bu resmî anlatıya uymamaktadır.
Görüşmede Chen, Çin yönetimi adına Xinjiang’ın sosyo-ekonomik gelişme gösterdiğini, tarım, hayvancılık ve diğer sektörlerde büyük ilerlemeler kaydedildiğini, ayrıca “aşırılık” ve “terörizmin köklerinin ele alındığını” belirtti. Pakistan tarafı da ilişkilerin güçlendirilmesi, özel ekonomik bölgeler ve Kuzey Bölgeleri ile kültürel, ticari bağların derinleştirilmesi gibi hususlara vurgu yaptı.
ÇİNLİ YETKİLİLERDEN “İSTİKRAR” VURGUSU
Ancak bu diplomatik parlaklıkların hemen arkasında, Doğu Türkistan’da onlarca yıldır süren sistematik baskı, keyfi tutuklamalar, kültürel asimilasyon ve dini özgürlüklerin fiilen ortadan kaldırılması gerçeği durmaktadır. Birleşmiş Milletler ve bağımsız insan hakları örgütleri, Uygur ve diğer Müslüman toplulukların toplama kamplarında tutulduğu, zorla çalıştırıldığı ve hatta kadınların zorla sterilize edildiği yönünde defalarca kapsamlı belgeler sunmuştur. Bu iddialar, Şi Cinping döneminde devletin “istikrar” sağlayıcı tedbirlerle insan haklarını ve bireysel özgürlükleri yok saydığı eleştirisini haklı çıkarmaktadır.
Chen’in “istikrar ve kalıcı barış” vurgusu, bölgede yıllardır süren ağır kontrol mekanizmalarının, yüzbinlerce kişinin hareket hürriyetinden mahrum edilmesinin, dil ve din özgürlüğünün sınırlandırılmasının üzerini örtemez. Çin hükümeti’nin “aşırılık ve terör” söylemleri, bu baskıların meşrulaştırılması için araç haline gelmiştir. İstikrar adına kuzey dağ köylerine, mescitlere, imam hatiplere, Uygurca eğitim veren okullara yönelik baskılar artmıştır.
“PAKİSTAN, ÇİN’İN EN GÜVENİLİR ORTAĞIDIR”
Pakistan ise tarihi, kültürel ve dinî bağları olan bir topluluğun sessizce cezaevlerine, gözetim kamplarına, asimilasyon politikalarına maruz bırakılmasını görmezden gelerek “stratejik ortaklık” söylemiyle konumu netleştirmektedir. Zardari’nın “Pakistan, Çin’in en güvenilir ortağıdır” cümlesi, bölge halkının duygularını hesaba katmaktan ziyade diplomatik beklentiler üzerine kuruludur. Karşılıklı ekonomik çıkarların her şeyin önüne geçmesi, insanlık tarihinin en ağır hak ihlallerinin üzerini örtme riskini taşır.
Özetle, Zardari ile Chen arasındaki bu diplomatik geçit töreni, Doğu Türkistan’ın karanlık yüzünü görmezden gelmeye çalışan uluslararası sorumluluk eksikliğini simgelemektedir. Gerçek “sosyal istikrar” ve “refah”, bireylerin temel insan haklarına saygı duyulduğu; dilinin, inancının, kimliğinin yok sayılmadığı bir ortamda mümkündür. Sessiz kalmak, zulmün sürdüğü zemin üzerinde onay vermek anlamına gelir. Doğu Türkistan’ın acısı ise sadece “verilere” ve “yatırımlara” indirgenemez; vicdani bir yük olarak dünya kamuoyunun önünde durmaktadır.