Bazen bir hayat öyküsü, yalnızca bir insanın hikâyesi değildir; bir milletin dramı, bir sistemin zaferi ya da hezimetidir. Türkiye Cumhuriyeti de böyle bir hikâyedir. Yoksulun elinden tutan, köylüye okuma yazma öğreten, çobana general, marabaya profesör olma yolunu açan bir devrimdir. Cumhuriyet, bu milletin çocuklarına fırsat eşitliği getirmiş, doğduğu yerin kader olmadığı bir ülke hayal etmiştir. Ve o hayali en çok tüketenler, çoğu zaman en çok inkâr edenler olmuştur.
Bakın, Sırrı’ya…
Yoksul bir ailenin çocuğu. Cumhuriyet olmasa muhtemelen çoban, belki bir maraba, belki hiç okuma-yazma bilmeden ömrünü tüketecek biri. Ama Atatürk’ün Cumhuriyeti ona bir şans verdi. Okudu, yükseldi, vekil oldu, Meclis’te başkanlık yaptı. Sonra ne yaptı?
“Cumhuriyetin ne hıyrını gördüm” diye bas bas bağırdı. Bozuk şivesi kadar bozuk zihniyetiyle, nefret kustu.
Oysa Cumhuriyet ona sadece ekmek değil, onur da vermişti. Fakat bazıları ne ekmeğe şükretti, ne onura değer verdi. Cumhuriyet, onun hastalıklarına da yetişti; en iyi hastanelerde, en masraflı tedavilerle yaşatmaya çalıştı. Yetmedi, dün öldü Sırrı… Yine Cumhuriyet’in imkânlarıyla, bu milletin alın terinden çıkan vergilerle cenazesine devlet töreni yapıldı.
Ne hıyrını gördük senin Sırrı?
Ne hıyrını gördük bu kinin, bu vefasızlığın?
Şimdi bizimle işin bitti Sırrı. Artık seni Allah’a havale ettik.
Bu millet, sana hakkını fazlasıyla verdi. Şimdi sıra senin hesap vermende.
Cumhuriyet, düşmanlarına bile merhamet eder. İşte bizim büyüklüğümüz de buradadır. Ama unutma Sırrı, merhamet, ihanetin üstünü örten bir battaniye değildir.
Ve biz, unutmuyoruz.
Gökmen Küçükçalık