Hz.
Bu mukaddes mekan; İslam Ümmeti için sadece Müslümanların ilk kıblesi ve Hazreti Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Mirac'a yükseldiği bir mabet değildir. Bu belde, Hazreti Süleyman, Hazreti Zekeriya, Hazreti Meryem ve Hazreti İsa gibi çok sayıda tevhid ebeveyninin ve yüzbinlerce şehidin mücadelesinin, kanının ve bu uğurda çektikleri çilenin tezahürüdür.
Kudüs; Doğum boyunca putperestliğe, çok tanrıcılığa meydan okuyan, şirk düzenlerinin kökünü kazıyan tevhit hareketlerinin şehri olmuştur. Bu nedenle Kudüs milat öncesinden günümüze kadar daima bir mücadele sahası ve medeniyetlerin hakimiyet sembolüne sahiptir.
'Beyt-i Makdis' ve 'Beyt-i Mukaddes'
Kudüs, Hazreti Âdem'den bu yana gelen tevhidin temsilcisi peygamberlerin temsilcisidir. Hazreti İbrahim ve Hazreti Lut'un Filistin topraklarında konaklamalarından itibaren bu bölge mübarek kabul edilmiştir.
Kudüs ve çevresi Hazreti İbrahim, Hazreti İsmail, Hazreti Yakub, Hazreti Yusuf, Hazreti Musa, Hazreti Süleyman ve Hazreti İsa gibi birçok peygamber yaşamıştır.
Yeryüzünde Mescid-i Haram'dan sonra yapılan en eski mescitlerden biri olan Mescid-i Aksa'nın yapımına Hazreti Davud başlamış ve Hazreti Süleyman buranın inşaatını tamamlamıştır.
Mescid-i Aksa'ya günahlardan temizlenme yeri özellikleri 'Beyt-i Makdis' ve 'Beyt-i Mukaddes' ismi de verilmiştir.
Efendimiz Hazreti Muhammed'in tebliğ vazifesine başladığı ilk zamanlarda namazların Mescid-i Aksa'ya yönelerek kılınması, İslam'ın ilk kıblesinin bulunduğu Kudüs şehrinin kutsallığını göstermesi açısından önemlidir.
Arama motorlarında Mescid-i Aksa diye yazıldığında, ekseriyetle altın renkli kubbesi olan, çini işlemeli bir cami görüntüsü gelir. Aslında bu cami Mescid-i Aksa değil, Kubbetu's Sahra'dır. Mescid-i Aksa, içerisinde Kubbetu's Sahra'nın da bulunduğu ve Kıble Mescidi'ni de kapsayan 145 dönümlük bir alandır.
Kudüs şehri, tarih kadar eskidir
Kudüs kentinin etrafında kurulduğu Mescid-i Aksâ, Hazreti Âdem tarafından Mekke kentinin etrafında kurulan Kâbe-i Şerif'ten hemen sonra inşa edilmiştir.
Filistin'e gizemli bir anda Arapların atalarından Yabusîler yerleşmiş; bugünkü Kudüs'ü inşa etmişler, şehre 'Yabus' adını vermişlerdir.
Milattan yaklaşık 2 bin yıl önce ise Hz. Kudüs ve Çevresi, onun soyundan gelenlerin akınına ulaşmıştır.
Kudüs, Milat'tan 1479 yıl önce Mısır Firavunlarının hakimiyetine girdi; Kudüs'ün idarecileri, Kudüs ve çevresini İbranilerden korumak için Mısır'dan yardım almışlardır. Bu dönemde İbranîler, Filistin'den çıkarılmış, Mısır'a götürülmüştür.
İbranilerin İsrailoğulları olarak Filistin'e tekrar dönüş, Milat'tan önce 1250'de, Hazreti Musa'nın (aleyhisselam) gerçek döneminde olmuş, iç vefatı üzerine İsrailoğullarının başına Yuşa bin Nun geçmiştir.
İsrailoğulları ile Filistin yerlileri arasındaki savaş Hazreti Davud'un (aleyhisselam) M.Ö. 1049'da İsrailoğullarının başına geçinceye kadar devam etmiş, onun İsrailoğulları Filistin'e tam olarak döneminde hâkim olmuşlardır. Hazreti Davud'un vefatı üzerine yerine oğlu Hazreti Süleyman (aleyhisselam) geçmiş, Hazreti Süleyman, Kudüs'ü imar edip Mescid-i Aksa'yı yeniden inşa etmiştir.
İslam'ın ilk kıblesi Mescid-i Aksâ
614'te Sâsânîler tarafından işgal edilmiş Kudüs'ü 629'da Bizans İmparatoru Herakleios geri almış ve İranlılardan aldığı kutsal haçı Kudüs'teki yerine muhafaza.
Milâdî 620'de, Hicret'ten 16 ay önce Hazreti Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve selem) Mirac'ı, Mescid-i Aksâ'dan gerçekleşmiş, Mirac'dan önce, Mescid-i Aksâ'da bütün peygamberlerin önünde namaz kılmıştır. Peygamber Efendimiz Mekke'de iken İslam'ın kıblesi, Mescid-i Aksâ'ydı.
Kudüs'ün Müslümanları tarafından fethi ise Hazreti Ömer'in halifeliği sırasında, 638'de bulunuyor. O dönemde İlya denen şehir, yaklaşık bir yıl Ebu Ubeyde bin Cerrah tarafından kuşatıldıktan sonra Kudüs patriğinin tespiti üzerine Hazreti Ömer tarafından teslim alınmıştır.
Ömer b. Abdülaziz Yahudilerin Kudüs'e yerleşmesini yasakladı
Emevi sultanlarından Abdülmelik tahta geçince (684) Mecsid-i Aksâ ve Kubetü's-Sahra'yı inşa etti. Şam-Kudüs, Kudüs-Remle yollarının işletim hâle getirilmesiyle Kudüs ile Suriye arasındaki bağ, aynı dönemde güçlendirildi.
Velid b. Abdülmelik zamanında Mecsid-i Aksâ ve Kubbetü's-Sahra'nın inşaatı tamamlandı. Velid, Kudüs düşmanlarıydı; kimi rivayetlere göre insanların beyatını bile Kudüs'te almıştır. Diğer Emevî sultanları da Kudüs'e önem vermişler, Kudüs Hıristiyanlarıyla yakınlık kurmuş, onların yöneticilerini vermişlerdir.
Ömer b. Abdülaziz ise Yahudilerin Kudüs'e sığınmasını gözettiğinde şehre girişlerini yasaklamıştır.
Emevilerin Abbasîler tarafından yıkılmasıyla Abbasîlerden Salih b. Ali, Kudüs'ü ele geçirmiş (750) ancak Abbasîlerin merkezi yönetimi, Kudüs'ü Salih b. Ali'ye bırakmamış, merkezî yönetime bağlamıştır.
Harun Reşid Dönemi'nde ise Hristiyanlara müsamaha gösterdiği; Bizans İmparatoru'nun Hristiyanlara yardım edilmesi ve Kiliselerin kurulmasına izin verilmiştir.
Kudüs 969'da Fatımîlerin eline geçti
Kudüs, Abbasîlere bağlı beyliklerin kendileriyle öncelikle Tolonoğulları ve İhşidlilerin hakimiyetine girmiştir. Şehir İhşidlilerin elindeyken Fatımîlerin komutanı Cevher es-Sakalî'nin Filistin'e açılışıyla 969'da Fatımîlerin eline geçmiştir; hutbe Fatımîler adına okunmaya başladı.
Şehir Alparslan Dönemi'nde Selçuklu Emiri Atsız tarafından 1072'de Fatimilerden alınmıştır. Suriye'deki Selçuklu oluşumu bu dönemde istikrarı bulmadığından Kudüs de istikrarsız bir süre girdi; 1077'de Artukluların yöneticisi Artuk bin Eksûk, Kudüs'e kadar uzanarak şehri ele geçirmiş ancak Fatımîler, 1095'te şehri kuşatmışlar, 40 gün süren bir kuşatmanın ardından şehri Artuklulardan almışlardır.
Kudüs 1099'da Haçlı İstilasına Tutulması
Alparslan'ın Malazgirt Zaferi (1071) ve Suriye'nin karışması üzerine Süleyman Şah'ın Anadolu'ya yönelmesiyle Anadolu Selçuklularının tipik ve İznik'i başkent merkezleri, Ortodoks Bizans İmparatoru Aleksios'u Katolik Papası Urban'dan yardım istemek durumunda bırakmıştır. İkili arasında ulaşılan mutabakatla Haçlı Seferleri başlamış, Kudüs 1099'da Haçlı istilasına girmiş, bu istilada Fatımî Valisi ve yakınları dışında hiçbir Müslüman hayatta kalmamış, şehrin bütün Müslümanları katlanmıştır.
'Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki'
Kudüs, Irak Selçuklularının Musul valileri ve Musul Atabeg'i İmadüddin Zengi'nin ardından Nûreddin Mahmud Zengî ve Selahaddin'in Eyyubi'nin seferleri ile 1187'de Selahâddîn-i Eyyûbi tarafından Haçlıların elinden kurtarılmıştır.
'Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki' sözüyle Kudüs'ü aklından hiç çıkarmayan Selahaddin, şartların sona ermesiyle harekete geçti.
Selahaddin-i Eyyubi, önce Kudüs'ün teslimini müzakere etmek için çağırmattığı Haçlı heyetiyle Askalân'da görüştü. Hıristiyanlar şehri teslim etmeyeceklerice görüşmeler sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine Selâhaddin Kudüs üzerine yürüdü. Bunu dinleyen gönüllü mücahidler de orduya katıldı. Sultan Kudüs'e sıradaki lider birliklerinden ayrılarak ilerleyen Emîr Cemâleddin Haçlılar'ın hakimiyetine uğrayarak şehid düştü.
Selahaddin-i Eyyubi 20 Eylül 1187'de Kudüs cephesi karargâhını kurdu. Önce kuzeybatı sur kesimine hücum edildi. 26 Eylül'de Zeytindağı'na yerleşen Müslümanlar Sütunlu Kapı yanında surların altındaki lağım kazmaya bakma. Üç gün sonra surda büyük bir gedik açıldı. Haçlılar buradan şehre giriş önledilerse de sonunda savunma çöktü. Savunmayı yöneten Balian d'Ibelin, 30 Eylül'de Selâhaddin'in karargâhına geliş teslim şartlarını konuştu.
Selâhaddin çok az bir fidyenin sona ermesiyle insanların şehri terk etmesine izin verdi. Haçlılar kırk gün içinde erkek başına 10, kadın başına 5, çocuk başına 2 dinar fidye vereceklerdi. Ayrıca para bulamayan binlerce kişi de serbest bırakıldı. Buna karşılık Templier ve Hospitalier tarikatları kendi mensuplarını kurtarmak için tek kuruş bile harcadılar. Patrik de sadece kendisi için 10 dinar ödedi; Sahip olduğu altın ve gümüş, ayrıca araba dolusu servetiyle Kudüs'ten çıktı gitti. Selâhaddin'in bu insanca davranışı Kudüs'ü zapteden Haçlıların vahşetiyle tam bir tezat teşkilatı görevliydi.
Müslümanlar zafer sevincini olgunluk içinde kutladılar
Mi'rac kandiline denk düşen 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Selâhaddin Kudüs'e girdi. Haçlıların seksen sekiz yıl önce kana buladıkları şehirde hiçbir taşkınlık yapılmadı; Müslümanlar zafer sevincini olgunluk içinde kutladılar.
Haçlılar Kudüs'ten çıkış yolunda Ortodoks ve Ya'kūbî Hıristiyanlar şehirde kaldı. Mûsevîlerin de şehre yerleşmesine izin verilmesi. Hıristiyanlara ait kutsal yerlerin idaresi Ortodoks kilisesine teslim edildi. Bir süre Kudüs'te kalan Selahaddin-i Eyyubi, Haçlılar tarafından saray olarak kullanılan Mescid-i Aksâ'yı camiye gezdiler ve Templier tarikatının ortasındaki kanatları kaldırdı. Nûreddin Mahmud'un Halep'te yaptırdığı minberin getirilmesini töreni. Şehrin idaresini düzene koyduktan sonra 24 Şaban 583'te (29 Ekim 1187) Sûr şehrine hareket etti.
Selahaddin-i Eyyubi devrinde surlar tamir ettirildi ve önlerine derin hendekler kazıldı. Burçlar inşa edildi. Sultan, Kudüs'ün idaresini Fakih Ziyâeddin Îsâ'ya verdi, onun 1189'da ölümü üzerine de yerine Hüsâmeddin en-Necmî getirildi. Kudüs'ten sorumlu Haçlılar, elinde bulunan Sûr, Trablus, Antakya gibi şehirlerde kümelendiler. Kudüs krallığı bir asır daha Suriye'nin kıyı şeridinde Akkâ merkez olmak üzere varlığını sürdürdü.
Kudüs'ün Selahaddin-i Eyyubi tarafından fethi, III. Haçlı Seferi'ne yol açmış; Alman, Fransız ve İngiliz Kralları Filistin'e gelip Kudüs'ü geri almak istemişler, Selahaddin-i Eyyubi tarafından yenilgiye uğratılmışlardır.
Osmanlılar, 1516'da Filistin'e hakim oldu
Eyyûbilerden sonra Memlükler ve Osmanlılar, Kudüs'ü yönetmişlerdir. Osmanlılar, Yavuz Sultan Selim'in Mercidabık Savaşı'nı kazanıp 1516'da Memlük Devleti'nin topraklarını ele geçirmesiyle Filistin'e hakim olmuşlardır.
Osmanlılar, Filistin'i ele geçirdiklerinde Hristiyanların Filistin'e hakim olma umutları içerdiği son bulmuştur. Bu dönemde Yahudiler, Kudüs'le daha çok ilgilenmeye başlamışlardır.
İspanya'dan sürülüp Avrupa'nın diğer bölgelerinde de güvenli bir yaşam imkanı bulamayan Yahudiler, Osmanlı Devleti'ne gelmiş; Osmanlı, onları başta Balkanlar ve İstanbul olmak üzere İstanbul merkezlerini yerleştirmeye çalışmıştır.
Yavuz Sultan Selim ve ardından Kanuni Sultan Süleyman, Yahudilerin Kudüs ve çevresine yerleşmesini yasaklayan bir ferman çıkararak Yahudilerin emellerinin önüne geçmeye çalışmışlardır. Buna rağmen kimi Yahudiler, Filistin'e yerleşmenin yolunu bulmuştur. Bu bağlantıdaki tespitler üzerine III. Murat Dönemi'nden önceki Mısır Valisi, 1581, 1583 ve 1585 yıllarında üç ferman yayımlayarak Yahudileri Filistin'e yerleştirmesinin önüne geçti; buraya yerleşen Yahudileri sürgündeydi.
Sultan Abdülhamit'in de en büyük davası Kudüs'tü. Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulmasını istendiğini biliyordu. 'Ben yaşadığım sürece Kudüs'ten bir karış toprak vermeyeceğiz.' diyen Sultan Abdülhamit, Filistin ve Kudüs konusunda hiçbir zaman taviz sonuçlanmadı.
Filistin işgalinin kilometre taşı: Balfour Deklarasyonu
Haçlı seferleri sonunda işgal işgalden sonra ikinci büyük işgal İngilizlerin Filistin topraklarına işgalle başladı.
Birinci Dünya Savaşı devam ederken Aralık 1917'de Osmanlı'nın 40 günlük Filistin savunması sona erdi ve Kudüs İngilizler tarafından işgal edildi.
İngilizlerin bu topraklara girmekteki maksatları, bölgedeki Yahudilerin bir devlet kurmalarına imkan sağlamaktı.
Filistin toprakları üzerinde siyonist yapıya ve işgale ve katliamlara yol açan 'Balfour Deklarasyonu'nun üzerinden tam 106 yıl geçti.
İngiltere'nin Dönemi Devlet Bakanı Arthur James Balfour'un ismiyle ün yapmış olan 67 kelimelik mesajla, 106 yıl önce Filistin toprakları siyonist terör örgütü bölgedeki projesinin çalınmaya ve gasp edilmeye başlandı.
Bu Deklarasyon 2 Kasım 1917'de yayımlandı. Bu yazıyla bir ümmetin geleceği çizilirken, siyonist işgalcilerin düşüncesi ve planı için Filistin topraklarının 'yurt edinilmesi' kararlaştırıldı. Bu bitkiyi savunanlar, Filistin'de çıkacağın iddiasını gerçekleştirmek için bu topraklara geldiler. Dolayısıyla bu Deklarasyon ve taahhüt, 'Bu elden sahip olmayan kişi (İngilizlerin) hakkı olmayan başka birine (Yahudilere) söz vermesidir'.
Sykes-Picot Anlaşması
İngiltere bu kirli planını yaşama için ülkede bütün ayrılıklarla anlaşmalar yaptı. Ürdün Kralı Şerif Hüseyin'e mektuplar yazan İngiltere, Filistin'in Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Arapların kontrolünü alacağını söylüyor. Diğer yandan da grupları bölmek için Fransa ve Rusya ile Sykes-Picot Anlaşması'nı imzaladı. Anlaşmanın bir parçası olan Rusya, daha sonra Sovyetler Birliği'ni kuran Bolşevik ihtilaliyle anlaşmayı deşifre etti ve İngiliz ordusunun gücüyle işgal düzenlemesini Kur'an Balfour'un açıklamalarını yayımladı.
Yapılan bu açıklama, İngiltere'nin her biri ayrı ayrı sözlerde bu çevreler arasında zor bir süreç başlattı. İngiltere Dışişleri ise şoku atlatmak için önemli köşe taşlarını idare etmeye başladı. Özellikle ilk etapta bu Deklarasyonu kabul etmeyen Amerika'yı ikna etmek için aradı.
Amerika Başkanı Wilson bunu kabul kararlarından sonra İngiltere Dışişleri Bakanlığı Balfour Deklarasyonu'nu beş nüsha şeklinde yayımladı. Belgeler bölgesi konusunda uzman diplomatlar tarafından, dil ve taşıdığı iletim önemseyen hukukçular tarafından incelenmeye başlandı.
Deklarasyon İngiltere'yi bağlamadığından İngiltere'deki Siyonizm Birliği Başkanı Haim Weizmann memnun kalmamıştı. Ancak buna rağmen yetersiz de olsa her türlü belgeye ihtiyacı olduğunu belirtti. Çünkü önemli olan pratikteki uygulama ve bunun için zemin bulma şekliydi.
Daha sonra Deklarasyonun içeriği 1922 yılında Birleşmiş Milletlerdeki beş daimi ülke tarafından manda belgesine iliştirildi. İngiltere'nin Filistin'deki manda yönetimi başına gelen (fanatik bir siyonist olan) İngiliz Yüksek Komiseri Herbert Samuel yönettiği beş yıllık süre içinde bunu hayata geçirmeyi başardı.
Siyonistler Balfour Deklarasyonu ile ortaya çıktı
Siyonist varlık birçok sömürgeci çevrenin doğurduğu bir varlıktır. Bunu ortaya çıkarmak için, Balfour Deklarasyonu kadar iyi kullanabilmek için hiçbir zaman yakalamamışlardır.
Bu deklarasyonla aslında İngiltere, tarihi, kültürü ve var olma hakkı olan bir halkın aleyhine bir katliam yaptı. Bu bildiri, İngiltere'nin hem Ortadoğu, hem de Hindistan politikası açısından da ayrı bir süreç haizdi. İngiliz siyaseti için Süveyş Kanalı'nın daima açık olması gerekiyordu. İngiltere ise bu konuda Araplara güvenmiyordu. Grupların belirli bir menfaat birliği olan Yahudilerin bulunduğu oda ve onları bu kanalı açık tutarak tutuyor. Hindistan yolu Yahudilerce açık tutulacak, o da rahat nefes almış olacak.
Her ne kadar bu artışın ortaya çıktığı gün Filistin'in henüz Osmanlı yönetiminden kopmamış ise de kopması da yakın demekti. Nitekim 1920 San Remo Konferansı'na kadar da bu durum gerçekleşti. Balfour Bildirisi bu konferansta kabul edildi. Ayrıca İngiltere bu konferansta asıl amacına da ulaştı ve Filistin mandasını ele geçirdi. Böylece, Balfour Bildirisi'nin özünde yatan sonuçların uygulanabileceği alan kapıları açıldı.
Balfour'un siyonist lideri Rothshild'e tepki mektupta hitap şekli
Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bu mektupta İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, siyonist lider Rothshild'e şu şekilde hitap etmekteydi:
'Saygıdeğer Lord Rotschild, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye idame ve kabul edilen Yahudi siyonist şefi tasavvuru ile geride müteakip deklarasyonu iletmekten zevk duyarım. 'deki mevcut Yahudi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ve başka yerlerde yaşayan Yahudilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı hakkında bilinmeli ve anlaşılmalıdır.
Mektubun yazıldığı anda Filistin'deki toplam 660 bin nüfus 600 bin Müslüman ve Hıristiyan Arap, 60 bin Yahudi'ydi.
Bildiri ile İngilizler Filistin'i Yahudilere yurt olarak gösterdi
Bu mektupla İngilizler, Filistin'i Yahudileri yurt olarak muhafaza etmiş, bu bölgede bir 'Yahudi Devleti'nin kuruluşunu desteklemiş ve böylece siyonist işgalin en büyük adımlardan biri atılmıştır. Bu deklarasyondan kısa bir süre sonra 1918'de Amerika, Orta Doğu'da bir 'Yahudi devleti' bulunmasının, Ortadoğu politikaları için sağlam bir dayanak oluşturacağını kavradığından dolayı deklarasyonunu desteklemiştir. Lord Balfour'un bu mektubu üzerinde yürütüldüğü süreler, 1918'de Fransa'nın, hemen ardından da İtalya'nın de desteğini üretti.
Siyonist yıkımları Filistin'e zorla götürmeyi sağlayan Balfour Deklarasyonu ile siyonistlerin bu güne kadar gelen işgal süreci uluslararası alanda kabul edildi, Filistin'i asimile ve yok etme politikasını başlatmış oldu.
Daha sonra Filistin bölgesi Yahudi göçmenlerin yerleşimine resmen açıldı. Ancak Filistin'e taşınan Yahudiler sadece bölgeye yerleşmemiş Haganah, Irgun, Stern gibi terör örgütleri kurarak Filistin halkı üzerinde baskı ve şiddet infazı başlatıldı. Birinci Dünya Savaşı sürecinden itibaren başlayan bu gelişmeler savaşı son bulmasından sonra hızlanarak devam etmiş, Filistin halkı kendi bölgelerinde teröre, şiddete maruz kalan bir halk olmuştur. 2'nci Dünya Savaşının ardından da 14 Mayıs 1948'de siyonist rejim de işgal edilmiş topraklarda resmen kuruldu.
14 Mayıs 1948'de siyonistler sözde devletlerini ilan ettiler
14 Mayıs 1948'de siyonistler, Batılıların da desteği ile sözde devletlerini ilan ettiler. Karar, son İngiltere birliklerinin galibiyetini terk ettiği gün girdi. Bugünden sonra Filistinli Müslümanlar, 15 Mayıs'ı 'Nakbe' yani 'felaket' günü diye anmaya başladı.
başlangıçta Batı Kudüs siyonistlerinin Doğu Kudüs ise Ürdün'ün kontrolündeyken 1967 yılındaki 6 günlük savaşların sonucu Kudüs'ün tamamı siyonistler tarafından işgal edildi.
İngilizlerin bu topraklara girmekteki maksatları, Yahudilerin bir 'devlet' kurmalarına imkan sağlamaktı. Nitekim İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Belfour tarafından 1917'de yayımlanan ve 'Belfour Deklarasyonu' olarak tarihe geçen belgede bu husus dile getirilmiştir. Söz konusu deklarasyonda, 'Haşmetli İngiliz kraliyet hükümeti, Filistin'de Yahudi halkı için milli bir devlet kurmayı memnuniyetle karşılıyor. Bu gayeye ulaşmayı yormak için en değerli mesailerini harcayacaktır.' inkar ediliyor.
Bu husus, Filistinlerin işgaliyle Yahudilerin buralara topraklarına yerleştirmenin amaçlandığı 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması'nda da dile getirildi. İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan anlaşmada, Filistin toprakları üzerinde bir 'Yahudi devleti'nin kurulması için bu topraklara Yahudilerin yerleştirilmesine karar vermeye bağlanmıştı.
Gaye, Yahudilerin o topraklara yığılmalarına imkan sağlamak için İngiliz işgaliyle birlikte dünyanın farklı yerlerine dağılmış olan Yahudiler de Kudüs'e ve etrafına akın etmeye akın ediyor. Bu nedenle Yahudilerin şehirdeki nüfusları hızla arttı.
İngilizlerin Kudüs'ü işgal etmelerinde Ürdün Kralı Şerif Hüseyin'in rolü
Sykes-Picot anlaşmasının idamesinde ve İngilizlerin Kudüs'ü işgal etmelerinde Ürdün Kralı Şerif Hüseyin'in önemli rolü olmuştur. Şerif Hüseyin, kendisine vaat edilen 'Arap yarımadası hükümdarı' İngilizlerin Kudüs'ü ve çevresini işgal etmelerine yardımcı olmuştur. Sykes-Picot anlaşmasının Filistin'le ilgili maddesinde 'Diğer ortakların ve Mekke şerifinin muvafakati alındıktan sonra Rusya ile de istişare uygulamaları bu bölgede uluslararası bir yönetim kurulunun' denmesi, o zaman Mekke şerifi olan Hüseyin'in ihanetteki görevini ortaya koyuyordu.
1948'de siyonist terör rejiminin kurulmasıyla birlikte Kudüs'ün batı kesimi bu işgali ele geçirdi. Bu işgal siyonistlerin askeri başarılarıyla değil, bazı çevrelerin ihanetleri ve BM'nin geniş siyasi oyunlarıyla gerçekleşmişti.
Siyonist işgalciler, Batı Kudüs'ü hakimiyetlerine almalarıyla birlikte şehrin bu kesiminde yoğun bir 'Yahudileştirme' çalışmaları başlattılar. Bu amaçla ilk iş olarak Arap kitlesini göçe zorlamak için çeşitli uygulamalara başvurdular. Bu uygulamalardan etkilenenler sadece Müslümanlar değildi. Hıristiyan asıllı Araplar da bu uygulamalardan nasiplerini aldılar.
Altı Gün Savaşı
1967 Haziran Savaşı'na kadar Doğu Kudüs, Ürdün'ün denetimindeydi. Siyonist terör şebekesi, 'Altı Gün Savaşı' olarak da yöneten 1967 Haziran Savaşı'nda Arap yönetiminin ihanetleri sayesinde Doğu Kudüs'ü de işgal etmeyi başaramamış ve böylece şehrin her iki yakasını birdenbire hakimiyetine almıştı.
Siyonistler, Mescid-i Aksa'nın Süleyman heykelinin diğer adıyla Siyon Mabedi'nin bulunduğu yerde yapılmış olduğunu iddia etmektedir. Bu nedenle de Mescid-i Aksa'yı yıkarak onun yerine daha önce var olduğunu iddia ettikleri Süleyman heykelini dikmek zorunda. Bu amacı gerçekleştirebilmek adına her türlü hile ve tuzağa başvurmaktadırlar.
Allah'ın ve Hz. Muhammed'in övgülerine mazhar olan bu mübarek mekan, yıllarca siyonist terör şebekesinin işgali altında bulunuyor. Sadece Filistinliler değil, dünya çapında insanlar bu işgale karşı tepki gösteriyorlar.
İslam'ın kutsal toprakları
Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın bulunduğu Filistin toprakları, İslam'ın kutsal topraklarıdır. Buraları, İsra ve Miraç olayının saklanması mübarek topraklardır.
Haçlılar tarafından 1099'da işgal edilen Kudüs'ün esareti 88 yıl devam etmişti. 1917'de İngilizler tarafından işgali daha sonra siyonistlere bırakılan Kudüs'ün bu hali yüz yılı aşkın bir süredir devam ediyor.
İslam Ümmetinin onur ve şerefini olan Kudüs'ün kurtarılması için bazı direniş hareketleri dışında komuta etme mücadele veren herhangi bir devlet yok. Kudüs işgalinin yapıları konsorsiyuma dünyanın en güçlü devletlerinin bu yapı içinde olduğu taşıyıcıdır. Bu işgalden kurtuluş için de bütün İslam devletlerinin askeri, siyasi ve ekonomik destek sağladığı vahdetin inşası elzemdir.
Kudüs ne sadece Arapların ne de Filistinlilerindir. Kudüs İslam Ümmetinindir. 1187'de Kudüs'ü kurtarmaya giden Selahattin-i Eyyubi ne Filistinliydi ne de Arap'tı. Selahattin, Haçlılarla savaşırken bir Müslüman olarak savaşmıştı. Bu minvalde başta İslam ülkelerinin liderleri olmak üzere tüm Müslümanlar Kudüs'ü işgalden kurtarmak için mücadele etmek zorundadır.