Köşe Yazarları

Köşe Yazarları Haberleri

İnanın artık daha “yemiyor”

İnanın artık daha “yemiyor”

İnanın artık daha “yemiyor”

İnanın artık daha “yemiyor” “Birlik ve beraberlik” ağzımızdan düşmeyen kelimeler… Parola/işaret misali. Her kapıyı açan. Yolları açan, uçurumlara köprü olan, yağmurda şemsiye, güneşte esinti, karda korunak, tipide sığınak ve hatta hatta doğal afetlerde “tek çare” olarak umut bağladığımız bir durum. “Birlik ve beraberlik”; attığımız her adımda gölge misali gibi yanı başımızda. Yansımasını görüyoruz ancak ele gelen, elde tutulur bir şey yok. Kimi zaman “imece” olmuş çıkmış karşımıza, az biraz da olsa işe yaramış sonrasında “dedikodu” denilen asırlık canavarımızın dişleri arasında parçalanıp gitmiş. Arada sırada göstermelik te olsa “reklam” algısı altında meydana çıkmasına rağmen, onu da “iftira” çarklarının altında ezmek için uğraşır dururuz. İller veya eller aya çıkar iken, biz; “çekememezlik”, “adam sendecilik”, “boş ver gitsin”, “ben onun babasını da bilirim”, “kim bilir nereden buldu”, “çalmıştır”, “define bulmuştur” gibi akla hayale gelmeyen ve hatta şeytanı bile kıskandıracak türden etiketler üreterek vakit geçirdiğimiz içindir ki bu şehir, sadece verilenler ile vaat edilenler arasındaki gel-gitlerde yaşantısını sürdürmektedir. Hemen hepimizin dilinde bu kelimeler, hemen her ortamda dile getirip bu lüzumsuz hasetlerimiz yüzünden neleri kaybettiğimizin kritiğini hep yapmışızdır ve yapmaya da devam etmekteyiz. Ancak ortadan kaldırılması için ne tür bir çabamız var? orası muamma işte… Eli kalem tutanlarımız sayesinde hep yazdık, hep söyledik, hep dile getirdik ve örnekleriyle anlattık. Olmadı, olmuyor ve görünen odur ki olmayacak ta. Çünkü aynı masada otururken yan yana sohbet ettiğimiz arkadaşlarımızdan her hangi birisinin, yanımızdan ayrılmasının ardından yaşananlar inanın hiçbir kanun, hiçbir ahlak, hiçbir görgü kurallarının maddeleri arasında yer almaz. Ve bütün dinler de bu durumu kesinlikle günah sayar. Ama nedense biz de “milli” bir görev gibi algılanır. Birilerimizin menfaatleri olduğu müddetçe, şahsi çıkarları olduğu müddetçe, sırf parası sayesinde üzerinde duran şahsiyetini ayakta tutma gayretleri olduğu müddetçe ve maalesef hiç bir şey bilmediği halde (kara cahil demek istemiyorum) hemen her şeyi bildiğini zanneden ve toplum içerisinde de bu sayede bir yerlere gelmiş olanlarımız olduğu müddetçe de bu böyle gidecek… Hiç unutmam; bir kanun taslağı hazırlık çalışmaları içerisinde bütün Türkiye’den görüşler alınırken, her ilden değişik türlerden taslak için farklı görüşler bildirilirken, bizim ilden giden taslak örneğini buradan yazmama bile klavyede bulunan mevcut harfler izin vermiyor biliyor musunuz? İşte o yüzden birileri bizim sırtımızdan para kazanırken, bir yandan da bu beğenmediğimiz hasletleri ortaya çıkarıp devam ettiriyor ki uyanmayalım, onların ağalıklarına son vermeyelim. Ve verdiklerini yemeye devam edelim. Onlar; birilerini maaşlı eleman olarak aramızda yaşatırlar ve bu ayaklı fısıltı gazeteleri sayesinde de, bu dedikodulara, bu iftiralara, bu dayatmalara devam ederek hakimiyetlerini sürdürürler.  Dün böyleydi, bugün ha keza, yarın için aksini söyleyemiyoruz. Onlar, ne söyler ise söylesin yanlış olmaz. Onlar, ne anlatır ise anlatsın hep haklıdırlar. Onlar, günah işlemezler. Onlar, hata nedir bilmezler. Çünkü bu ve benzeri şehirler, ilçeler ve hatta köyler bile bu türden insanların iki dudağı arasında hayat bulurlar. En azından öyle zannederler. İşte onlardan her hangi birisinin başını çektiği bir toplu kuruluş, çok ortaklı görünen ama sadece onların emrine amade olan bir işletme zarar ettiği vakit, gösterişli bir yerde hazırlanan organizasyon esnasında hemen bu ayaklı fısıltı gazeteleri devreye girerek “gitme”, “bizi bırakma”, “sensiz bu iş olmaz” seslendirmelerinin yer aldığı provalar devreye girerek, çoğunluk “sürü psikolojisi” moduna alınarak yönlendirilir ve aksama anında ber taraf edilerek yola devam kararı çıkarılır. Bütün bunların asıl amacı; var olan sıkıntıları öteleyebilmek, ortadan kaldırmak için zaman kazanabilmektir. Zaten ortadan kaldırma durumu da var ise hemen ortadan kaldırarak “namus edebiyatına”, “sizin için varım edebiyatına” ve hatta “ben sizler için burada zorla kalıyorum edebiyatına” kalındığı yerden devam edebilmektir. O yüzden bu şehrin birçok sahibi olduğu halde, bir çok çalışanı olduğu halde, bir çok emek sarf edeni olduğu halde görünmez, bilinmez ve hep “sahipsiz memleket” olarak gösterilerek, öyle telaffuz ettirilerek bu olumsuz laf bilinçli olarak düşürülmez milletin ağzından. O yüzden 50 yıldır hep gözlemlemişimdir; “sahipsiz memleket” deyimini bilinçli olarak kullananlar ile bilinçsiz olarak kullananların arasında binlerce Palandöken Dağı kadar fark vardır diye… “Birlik ve beraberlik…” O yüzden örneklerimizin büyük bir çoğunluğu sıkıntı içermektedir. Samimi olarak birkaç kişi bir araya gelip; bir iş yapıp, başta kazanç sağlayıp, bulunduğu şehrin istihdamına katkı, gelişmesine ön ayak, ekonomisine can suyu ve hayat vermek için kolektif birliktelikler içerisinde adım atanlarımızın tek amacının bütün bunların olması kadar doğal ne olabilir ki? Bir olanı iki ve hatta üç, dört, beş yüz, bin olarak çoğaltmayı düşünmenin ne zararı olabilir ki? Hatta ve hatta, bu tür düşünceler sayesinde kalkınma dediğimiz süreç hızlanır ve başarıya ulaşılır. Yaşam seviyelerinin kalite standartları artar. Yaşanılan konfor alanlarının kalitesi artar. Birikimlerin artması neticesinde, sırasıyla hizmet kaliteleri, seçme ve seçenek sunma özellikleri, tercih özellikleri artarak maddi ve manevi hazza ulaşılır. Aksi durumda; siyasetçisi, bürokratı, iş insanları, esnafı ve halkı ne yapar ise yapsın, hükümetler ne yapar ise yapsın örnekte olduğu gibi sonuç aynı “verilenler ile vaatler arasında” gel-git yaşamaktır, bizimkisi. Elbette; işletmeler zarar edebilir. Elbette; var olan, yok olabilir. Elbette; çalışmalar esnasında inişler-çıkışlar olabilir. Güzel günlerin olması normal olduğu gibi bütün hayatımızda yağmurlu, fırtınalı günler de yaşanmaktadır.  Bütün bunların hepsi normalden öte normaldir. Kimselerin veya her hangi bir kimsenin de bu durumu, kendisini ön plana atarak üzerine almasına hiç ama hiç gerek yoktur. Bizim ve halkımızın sıkıntısı veya bu şehrin sıkıntısı; sadece ve sadece bazı şeyleri görememesinden kaynaklanmaktadır. Veya birileri tarafından görmeleri engellenerek gösterilmemesinden. Nedir? Diye, soruları duyar gibi oluyorum aslında; Beş arkadaş toplanıyoruz, sermayelerimizi ortaya koyarak bir işletme açıyoruz. Ve birimizi de Yönetim Kurulu Başkanı olarak seçip işletmenin başına koyuyoruz. Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi olup, normal değil mi? Tamam, o zaman bundan sonrası neden sıkıntı olarak ortaya çıkıyor ki? Neden bu soyad ölene kadar yönetimin başında kalıyor, neden sonrasında aynı soyadı taşıyan biri veya birileri bu şirketin her alanda tek söz sahibi olup, şirketi veya işletmeyi kendi şahsi aile şirketi gibi idare ediyor ki? Örnekleri mi araştırın görürsünüz kimler var. Bu şirketler eğer aile şirketi ise bu şehir için, bu halk için yaptığınız her faaliyetten dolayı Rabbim sizlerden razı olsun, Allah birinizi bin etsin, varın yolunuz açık olsun, ayağınıza taş değmesin diye dua etmek bize borçtur. Ne yaptığınızın, nasıl yaptığınızın, nasıl kazanıp-nasıl zarar ettiğinizin sonuçlarının ne şekilde olduğundan bize ne? Kime ne? Tasarruf hakkı sizin. Siz kazanın ki bu şehir de kazansın, ülke kazansın, aynı anda “birlik ve beraberlik” içerisinde kalkınalım, kazanalım. Başarınız gururumuz olsun. Yok, eğer aile şirketi değil ise ve çok ortaklı bir kuruluş ise; yaptığınız her faaliyeti ve attığınız her adımı resmi ağızlardan, halkın anlamadığı terimler ile ifade etmek yerine, yanınızda ortağınız veya arkadaşınız konumundaki birileri tarafından özenle, özetle ve seçilerek hazırlanmış şatafatlı kelimeler ve rakamlar yerine; şeffaf ve anlaşılır bir lisan ile saklamadan, ötelemeden, ertelemeden, tam ve eksiksiz olarak, tehdit unsuru katmadan, hakkıyla basın ve kamu nezdinde bilgilendirmek asli vazifeniz değil midir? Ve en önemlisi de;  sizin ailenizden başka bu şirketin yönetiminde söz sahibi olabilecek kapasitede bir adam yok mu bu şehirde, diye sormak kimsenin neden aklına gelmez? Bu durumda kaç şirketi var bu şehrin, hiç merak ettiniz mi? Ki; ortaya çıkan bu tablo karşısında vereceğiniz olumsuz örnekler sayesinde kaç kişi parasını getirip te ortaklaşa bir işe yatırır? Sormak gerekir. Sadece şirketlerimizde mi bu durum söz konusu ki? Sivil Kitle Örgütlerimizin durumu farklı mı sanki? Yarım asıra yakın koltukta oturanlarımızı gördük biz. Çeyrek asırda olanlar var halen daha… Bir arkadaşımız yazmış; Türkiye’de emlak satışları düşerken Erzurum’da arttı diye. Ne bekliyordunuz ki? Elbette ki ev alacak, arsa alacak. Kim parasını götürüp te birilerine verip “al kardeşim, ben yiyemiyorum sen ve ailen afiyetle yiyiniz” der. İnanın daha yemiyor…

Haber Editörü

Vedat Kan

vedudi25@gmail.com
Yorumlar (0)

GÜNDEM

Haberi Sesli Oku