ANKARA - BHA
RTÜK Başkan Yardımcısı Deniz Güler, TİHEK tarafından düzenlenen İstişare Komisyonu Toplantısı’na katıldı. Ayrımcılıkla mücadelenin karşılıklı diyalog ve ortak akılla yürütülmesi gereken bir süreç olduğunu ifade eden Güler, RTÜK’ün yayıncılık alanındaki denetim tecrübesini katılımcılarla paylaştı.
Medyanın toplumu yalnızca yansıtan bir araç olmadığına işaret eden Güler, haber dili, tartışma programları ve dizilerdeki temsil biçimlerinin kimi zaman farkında olunmadan ayrımcı kalıpları yeniden üretebildiğini belirtti. Bu durumun özellikle dini kimlikler, inanç grupları ve kültürel aidiyetler söz konusu olduğunda çok daha hassas bir boyut kazandığını ifade etti.
İslamofobiyi, münferit ihlallerin ötesinde, toplumsal barışı zedeleyen ve tekrarlandıkça normalleşme riski taşıyan bir ayrımcılık biçimi olarak değerlendirdiklerini dile getiren Güler, RTÜK’ün bu alandaki yaklaşımının yalnızca tepkisel değil; önleyici, eğitici ve farkındalık temelli olduğunu kaydetti.
Konuşmasında somut verilere de yer veren Deniz Güler, RTÜK’ün 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesi kapsamında İslamofobiye yönelik incelemelerini paylaşarak, söz konusu maddenin halkı kin ve düşmanlığa sevk eden, ayrımcılığı ve İslamofobi içeren söylemleri körükleyen yayınlara karşı RTÜK’e açık bir yetki ve sorumluluk alanı tanıdığını ifade etti.
Güler, paylaşılan verilerle ilgili olarak, “Bu veriler bir yandan farkındalığın arttığını gösterirken, diğer yandan bu alanın hâlâ sürekli dikkat ve ortak çaba gerektiren bir risk alanı olduğunu da ortaya koyuyor.” dedi.
2011–2025 yılları arasında; 8/1-(b) bendi kapsamında taranan 68 rapor içinde 6, 8/1-(c) bendi kapsamında incelenen 761 rapor içinde 15, 8/1-(e) bendi kapsamında 11, 8/1-(f) bendi kapsamında ise 5 adet İslamofobi kapsamında ayrımcılık içeren yayın tespit edildiğini açıklayan Güler, bu verilerin sürekli izleme ve ortak çabanın önemini açıkça ortaya koyduğunu belirtti.
RTÜK’ün yaptırımı bir cezalandırma aracı olarak değil, yayıncılık alanında farkındalık oluşturmak ile beraberinde asıl hedefin tekrarlanan ihlallerin önüne geçmek ve önleyici bir yayıncılık kültürü inşa etmek olduğunu ifade eden Güler, “etik farkındalığı güçlendiren, önleyici refleksleri geliştiren ve sorumlu yayıncılığı teşvik eden bir yaklaşımı benimsiyoruz. Bunu da ancak sizlerle, bu masada üretilen ortak akılla sürdürülebilir kılabileceğimize inanıyoruz.” diye konuştu.
RTÜK tarafından 2021 yılından bu yana düzenli olarak gerçekleştirilen Medya ve İslamofobi Sempozyumları’nın, akademi, sivil toplum ve medya temsilcileri arasında ortak bir dil geliştirmeyi amaçladığını söyleyen Güler, aynı anlayışın dezavantajlı bireylerin yayınlara erişimi, kadına yönelik şiddetle mücadele, gençlik ve dezenformasyon gibi alanlarda da sürdürüldüğünü aktardı.
İslamofobinin yalnızca Türkiye’ye özgü bir sorun olmadığını dile getiren Güler, özellikle Avrupa’da son yıllarda ciddi bir insan hakları sorunu olarak tartışıldığını ifade etti. Uluslararası çalışmalarda, İslamofobik söylemlerin büyük ölçüde medya dili üzerinden yeniden üretildiğine dikkat çekerek, terör, göç ve güvenlik gibi başlıkların zaman zaman dini kimliklerle doğrudan ilişkilendirildiğini söyledi.
Birçok ülkede düzenleyici otoritelerin nefret söylemi tanımlarını genişletmeye çalıştığını belirten Güler, uygulamada ise İslamofobi içeren söylemlerin ifade özgürlüğü gerekçesiyle tolere edilebildiğini, diğer inanç gruplarına yönelik benzer söylemlerde ise daha hızlı müdahalelerin söz konusu olabildiğini kaydetti. Bu noktada Türkiye’nin ve RTÜK’ün yaklaşımının, ifade özgürlüğü ile insan onurunu birlikte gözeten dengeleyici bir model sunduğunu ifade etti.
Toplantının, kamu kurumları arasında kurulabilecek güçlü iş birliğinin somut bir örneği olduğunu ifade eden Güler, medyada kullanılan dilin yalnızca bugünü değil, geleceği de şekillendirdiğine dikkat çekti.
Güler, toplantıyı organize eden TİHEK’e ve katkı sunan tüm paydaşlara teşekkür ederek, toplantıdan çıkacak fikir ve önerilerin ayrımcılıkla mücadelede somut adımlara dönüşmesi temennisinde bulundu.
Güler toplantıdaki konuşmasını, “Bugün burada yaptığımız şey, sadece bir istişare toplantısı değil; aynı zamanda ortak bir sorumluluğu paylaşmak. Medyada kullanılan dil yalnızca bugünü değil, yarını da şekillendiriyor. Bugün normalleştirilen bir söylem, yarın daha derin bir ayrımcılığın zeminini oluşturabiliyor. Bu nedenle ayrımcılıkla mücadeleyi; ihlal ortaya çıktığında devreye giren bir mekanizma olarak değil, başından itibaren birlikte inşa edilen bir süreç olarak görmek zorundayız. Yayıncıların, düzenleyici kurumların, akademinin ve sivil toplumun her birinin bu süreçte ayrı ama tamamlayıcı bir rolü var.” sözleriyle tamamladı.
Toplantının, kamu kurumları arasında kurulabilecek güçlü iş birliğinin somut bir örneği olduğunu ifade eden Güler, medyada kullanılan dilin yalnızca bugünü değil, geleceği de şekillendirdiğine dikkat çekti.
