Gazze’deki çocuklara yetişemedik, bari kendi çocuklarımızı kurtaralım…
Toplu Taşıma aracına binebilmek için kartıma tl yüklemek amacıyla büfeye yanaştığımda, büfe sahibi olan şahsın, argo bir ifadeyle karşısında bulunan kişiyle telefonda konuştuklarını ister istemez işittiğimde üzülmedim değil. Büfe sahibi karşısındaki şâhısa “oğlum sen anneni bundan birkaç yıl evvel huzur evine kendi elinle götürüp koymadın mı? Bu kadar süre zarfında kaç defa ziyaretine gittin de şimdi kalkmış ağlıyorsun ki annem öldü diye? Ne güzel, işte kadıncağız senin gibi bir evlat müsvettesinden kurtulmuş, kapat telefonu bir de beni aramış ağlıyor…
Hiç konuşmadan uzattığım parayı alıp, kartıma gereken yüklemeyi yaparken gözlerini benden kaçırdığını ve hatta belki de ağladığını görür gibi oldum.
Büfeden ayrıldığımda, zavallı beynime yine işkencelerin en kavillisini yaşatmaya başlamıştım. Ne olur ise olsun evlattı ve arayacak kimsesi yokmuş ki seni aramış, yardım etseydin ya ne olurdu? Diye aldım verdim.
Aldım verdim…
Durağa geldiğimde her zaman ki gibi yine kalabalıktı ve caddenin yoğunluğunda hemen her kesin farklı bir hayatın ve farklı bir dünyanın içerisinde olduğu acı gerçeğini bir kez daha istemeyerek hissettim. Tıpkı bir kaybettiğimiz İstanbul gibi Ankara gibi İzmir gibi…
Bu şehir ne ara bu kadar kalabalıklaştı? Diye beynimin içerisinde yaralı olarak kalan hücrelerime ölüm vuruşunu yaparken, elinde sigarasıyla yanımda otobüs bekleyen 13-14 yaşlarında ki kız çocuğunun dumanı geldi burnuma. Okuldan çıkmış belli, okul formasını saklamaya çalıştığı boşunaydı, giyindiği kaban formayı saklayacak büyüklükte değildi ve okul çantası diye sırtına astığı çantada kitaplarının kalıbı çok güzel bir şekilde ortaya çıkıyordu. Lakayt ve aşırı samimi görüntü veren başka bir grup durağın öte yanında yüksek sesle konuşup günün kritiğini yapıyorlardı küfürün bini bir para. Sesli konuşma yanı sıra işin içerisine el-kol hareketleri de girmeye başlayınca kafamı aracın geleceği tarafa çevirerek görmemek için biraz da olsa kendimi zorlamaya çalıştım. Başka sigara içen kız çocuğumuz daha geldi göz kadrajımın içerisine. Ne oluyoruz diyemeden sonunda aracım geldi ve ben basamaklardan araca tabiri caiz ise kendimi atarak bindim.
Binmeseydim daha iyiydi ya, neyse.
Araç tıklım tıklım doluydu ve araçta ki yolcuların yarısından fazlası okullar dağıldığı için öğrenciydi ve hepsi de neredeyse oturuyordu. Ayakta olan yolcuların hemen hepsi de yaşlıydı ve bir tane de bayan vardı kucağında da çocuğu. Araç duraktan hareket ettiğinde bulunduğum ortama göz atmanın bile yarım aklımın ziyan olmasına yeteceğini bildiğim için oralıklı olmamaya gayret gösterirken aklıma gündüz yaşadıklarım geldi. Türk Savunma Sanayimizin gurur dolu günlerinden birisini daha yaşıyorduk bugün. Kendi imalatımız olan, milli olan ve yerli olan savaş uçağımız semalarda gövde gösterisine çıkmıştı bugün. Daha önceki yaşadıklarımız ise güzel bir anı olarak kaldı artık çünkü Togg uzun zamandır yollardaydı ve birileri istemeden de olsa varlığını kabullenmişti. O da yerli idi milli idi ve gurur kaynağımızdı.
Araç kasise girince hayallerimin güzel fotoları üzerime devrilen bir amcamın özür dilemesiyle son buldu, adamcağız ayakta durmakta güçlük çekiyordu ve hemen yanı başında biri kız diğeri erkek öğrencilerimiz büyük bir huzur içerisinde toplu taşıt aracının içerisinde aşk yaşıyorlardı.
El ele ve göz göze.
Kız kardeşim ara ara başını arkadaşının omzuna koyarak yorgunluk hasretinin açıklarını kapatmaya çalışırken son bir hamle ile bende kalan beynimin diğer devrelerini yakmaya karar verdim ve delice sorularla kendimi cendereye aldım.
Bunlarla mı biz yerli olacağız, milli olacağız, bir olup, diri olacağız?
Bunlarla mı biz yarınlarımızı yedi düvele karşı garanti altına alacağız?
Oynatmaya çok az bir çizgi kaldı ve gözlerimde kararan sabrımın deli dumrul naraları cirit atmaya başlamışken, kız arkadaşının yanında olan erkek kardeşim çakmak çakmak olan gözleriyle bana öyle bir bakış fırlattı ki ben o bakışlarda Gazi Meclisi bombalayan pilotun gözlerini gördüm. Onlarca şehir verdiğimiz Ankara Gölbaşını tarayanların gözlerini gördüm ve kendimi hemen düğmeye basıp aşağı attım.
Kanunlarımızın birilerini uyarmaya dahi müsaade etmediği bu günlerde, başıma gelebilecek en pis bir olayın 12 yaşında bir kız çocuğunun sırf sigara içtiği için bön bön bakarken, bana doğru beni taciz etti iftirasıyla hayatımın kararması olur düşüncesiyle kaçtım o otobüsten.
Büfeciye hak verdim.
Neden büyük konuşmuştum ki, sanki? Kendi annesini, babasını tanımayan bir geleceğin yaşlısına, tarihine, kültürüne, örfüne ve adedine sahip çıkmasını beklemek, hayal kurmaktan ve hatta hatta saflığın ayarını yakmaktan başka ne olabilir ki?
Hatta ve hatta yarın yapacağımız bir programda, şehrimizin değerlerinden olan bir şahsın tanıtımı için hazırlık yapan o kadar kardeşime de inanın acıyarak üzüntü duymaya başladım. Çabaları da, hevesleri de inanın boşunaydı.
Kendi anne-babasını tanımayan, var olan yaşlısını tanımayan, beraber yaşadığı toplum gerçekleri olan hasta, hamile, kucağında çocuğu olan insanları tanımayan, değer vermeyen bu zümreye; tarihe mal olmuş bütün değerleri anlatsan ne fayda?
Nasihat vermeye dahi korkar olduğun bir gençliğe, eğitimcisinin karışamadığı bir gençliğe, anne-babasının sözünün geçmediği bir gençliğe mi güvenerek biz yarınlarımıza yerli ve milli olmanın değerlerini anlatacağız.
Son aylarda Gazze’de yaşananlara baktığımızda, her camiye gittiğimizde kürsüden anlatılanlara baktığımızda, yapılan her etkinlik ve sözde protesto olaylarına baktığımızda Gazze’de katledilen gençliğe, çocuklara ve hatta canlı olan her şeye acımakla beraber bizim düştüğümüz halin onlardan geri kaldığına inanmamaya başladım.
Aynı zihniyet Gazze’de olan canları bombalama yoluyla katlederken, bizde bulunan canları da kültür yozlaşması altında mankurtlaştırarak katletmektedir. Gazze’de katledilen canlar şehir sayılırken, bizde yok edilen canların akıbeti ne olacak merak ettim doğrusu.
Gazze’de katledilen canlara yardım edemedik; yanı başımızda, gözümüzün içindeki yok edilen canlarımıza sahip çıkalım bari.
Sahip çıkamaz isek, yarın bir gün bugün gökyüzünde uçan milli ve yerli uçağımızın pilotu olarak, onların bize atacakları bombalara hazır olalım o zaman. Tıpkı dün sahip çıkamadıklarımızın attıkları bombalara maruz kaldığımız gibi.
Çok geç olmadan bu çocuklarımızı kurtaralım