Gazze’de İsrail’in sınır tanımazlık silsilesi, uluslararası ilişkilerin temelini oluşturan ahde vefa ilkesinin ne denli kırılgan olduğunu göstermekle kalmadı, aynı zamanda bölgesel garantörlük mekanizmasının fiilen akamete uğradığını kanıtladı.
Bu süreç, salt bir antlaşmanın ihlalinden öte, mevcut uluslararası düzenin temel mimarisine yöneltilmiş bilinçli bir meydan okumaydı.
Nitekim, İsrail’in “büyük saldırı” olarak duyurduğu hamlenin tanımı, sıradan bir ihlal olmamalıydı. Zira, uluslararası ağırlığı olan bir Barış Masası kurulmuş ve tüm dünyaya ilan edilen bir Ateşkes Antlaşması imzalanmıştı.
Bu durum, gerçekleştirilen saldırının sadece askeri değil, aynı zamanda diplomatik bir ihanet boyutu taşıdığını da gösterdi.
Kırılma: Doha’da Başladı
9 Eylül’de Doha’da diplomatik sürecin itibarına yönelik yapılan en ağır hamle, bizzat arabulucuya karşı gerçekleştirildi.
Katar topraklarının, Hamas liderleriyle yapılacak görüşme yeri bahane edilerek İsrail tarafından hedef alınması salt askeri bir eylem değil, masadaki garantör devletlere karşı yapılmış siyasi bir meydan okumaydı.
Bu provokasyona karşı somut bir diplomatik veya askeri misillemenin yapılmaması, Katar’ın da içinde bulunduğu masanın, İsrail nezdinde herhangi bir diplomatik bağlayıcılığı veya caydırıcılığı olmayacağını tescilledi.
Bu eylemsizlik, İsrail’in tüm garantörlerin kolektif iradesini yok sayabileceği yönündeki stratejik çıkarımını pekiştirdi.
Ateşkesin Uygulanmayacağı Belliydi
10 Ekim mutabakatının kağıt üzerindeki ağırlığı, İmzaların mürekkebi dahi kurumadan başlayan sistematik ihlallerle hızla aşındı.
Hatta bu tutumun ardındaki kasıt, Knesset içinden gelen net bir söylemle belgelenmişti:
İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, anlaşma imzalanmadan önce, “Hamas’ı yenmeden kısmi bir anlaşmaya gitme yetkiniz yok,” diyerek masanın varlığını önceden yok sayacağını ilan etmişti.
Bu açıklama, ihlalin kişisel cüretten öte, sapkın bir kararlılıkla hareket edildiğinin ve ateşkesin uygulanmayacağının göstergesiydi.
Görevden Güvenlik Gücüne…
İsrail’in 28 Ekim’de Barış Masası’nın varlığına ve garantörlük taahhütlerine rağmen duyurduğu büyük çaplı saldırı, hukuken ağırlaştırılmış bir ihanet niteliği taşıyor.
İşte bu noktada, meşru zemin üzerinde imzaların atıldığı barış masası ile birlikte, garantör ülkelerin uluslararası hukuka dayalı karşılık verme hakkı ve mecburiyeti doğuyor.
İsrail’in ateşkese yönelik bu ihlali, garantörler için uluslararası hukuk nezdinde meşru bir zemin oluşturdu.
AMERİKA… Elinde hem beyaz güvercini hem de kanlı hançeri tutan çarpık bir figür. Bir yanda ‘adalet’ nutukları atarken, diğer yanda savaş makinesinin dişlilerine koşulsuz dolar akıtmakla vazifeli…
Barış masasını kurmakla, zalimin eline silah vermeyi aynı anda beceren bu güç, vicdanın en utanç verici ihanetini sergilemekte…
MISIR… Binlerce yıllık İslam medeniyetinin beşiği, kökleri Nil’in bereketiyle uzanan kadim toprak… Tarihinin her sayfasında Filistin’in kardeşi, sığınağı ve hamisi olma sorumluluğu yazarken bugün, geçmişin o şanlı kökleri, sınır endişesi ve zafiyetin dikenli telleri arasına sıkışmış durumda… Kardeşinin kapısı kırılırken, tarihinin omuzlarına yüklediği sorumluluktan kaçan, boyun eğen bu duruş; sadece Filistin için değil, İslam ümmetinin sarsılmaz onuru içinde bir utanç vesikası…
KATAR… Barış Masası’nın en kritik arabulucusu iken, ekonomik gücü göklere ulaşan, kasaları dolup taşan bu zengin aktör, ihanete karşı paranın gücüyle değil, korkunun sükûtuyla cevap verdi. Sessizliği, masadaki bağlayıcılığı sıfırlayan ve İsrail’e “her şeyi yapabilirsiniz” iznini veren pahalı bir anlaşmaya dönüştü. Altın varakları şimdi korkaklığın utancıyla kızıla çalıyor.
TÜRKİYE ise; her daimyeryüzünün üşüyen vicdanına yorgan olan, mazlumların gökyüzüne uzanan çığlığını omuzlayan ve Hakk’ın sancağını en karanlık fırtınalarda dahi eğdirmeyen tek ve son kale…
Türkiye, Gazze halkının ve Filistin davasının bekasını uluslararası her platformda dile getirerek, üstün bir ahlaki ve stratejik bir vasıfla hareket etti.
Diğer garantör aktörlerin politik zafiyetleri göz önüne alındığında, Türkiye’nin konumu, ahlaki ve hukuki tutarlılığın tek adresi olarak öne çıkıyor.
Türkiye, “Gazze’yi Vurun” emrini veren Netanyahu’ya “dur” emrini verecek yalnızca emir vermekle de kalmayıp durduracak yegane ülkedir.
Tüm ulusların özellikle de mazlumların bekleyen tüm garantörlere karşı, bu krizi çözmek için beklenen olarak gördüğü Türkiye’ye düşen, barış masasındaki imza yetkisini kullanarak Gazze’de Uluslararası Güvenlik Gücünü derhal tesis etmektir.
Bu eylem, sadece insani bir gereklilik değil, aynı zamanda çöken uluslararası düzenin itibarını ve otoritesini yeniden tesis etme yolunda atılacak en büyük meşru adım olacaktır.
Ayşegül Akyüz Yahşi