"FERTLER ÖLÜR, MİLLET YAŞAR" Milli şehit Kemal bey

"TBMM 14 Ekim 1922′de çıkardığı özel bir kanunla “Milli Şehit” olarak kabul etti"

Atatürk, çocuklarını evlat edinmek istedi
Kemal bey'in, kızı Müşerref hanım anlatıyor
Kemal bey'in son sözleri- Kemal bey in vasiyeti

Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in SON SÖZLERİ
Kabir taşım hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve şöyle yazılmalıdır

"Türk Milleti ebediyyen yaşayacak, Müslümanlık aslâ zevâl bulmayacaktır. Allah millet ve memlekete zevâl vermesin. Fertler ölür, millet yaşar."

Atatürk evlat edinmek istemiş

İdamdan sonra TBMM 19 Ekim 1922’de Kemal Bey’i, Urfa mutasarrıfı Nusret Beyi ve Diyarbakır Valisi Reşit Bey’i ‘şehid-i milli’ ilan eder. 
Bunun üzerine dede Arif Bey Atatürk’ü makamında ziyaret eder. 
Orada ‘vatanın babası’ iltifatlarıyla karşılanır. 
Atatürk, torunlarını evlat edinmek istediğini söyler. 
Arif Bey ise, “Onlar bana oğlumun bediasıdır. 
Müsaade edin, bende kalsınlar. Nafakalarını karşılamanız yeterlidir.” der.

Bu görüşmenin bir sonucu olarak TBMM’de kanun çıkarılır ve Beşiktaş’ta dört daireli bir apartman, Beyoğlu’nda bir ev ve kayd-ı hayat şartıyla tüm çocuklara maaş bağlanır

KEMAL BEY'İN SON SÖZLERİ
Kemal Bey’e idam sehpasının önünde son sözünü ne olduğunda, o halka şöyle der:
“Sevgili vatandaşlarım, Ben bir Türk memuruyum. 
Aldığım emri yerine getirdim. 
Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. 
Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. 
Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. 
Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet”

Kemal Bey’in bu sözlerine katılan halk da aynen cevap vererek, “Kahrolsun böyle adalet” diye bağırmaya başlamışlardır. 
Kemal Bey, bu son sözlerine devam ederek:
“Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Âmin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet…”

KEMAL BEY’İN ÜZERİNDEN ÇIKAN VASİYETİ TARİHE BİR BELGE OLARAK KALACAKTIR

“Merhum sevgili oğlum Adnan’ın medfun bulunduğu Kadıköy Kuşdilli Çayır’ındaki kabristanda yavrumun yanına gömülmemi diliyorum. 
Teyzem ve kardeşim Kadıköy’ünde sakindirler. 
Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hanedir. 
Adı İsmet Hanım’dır. Defin masrafı teyzeme tevdi buyrulmalıdır. 
Kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: 
Millet ve Memleket uğruna şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna fatiha. 
Perişan zevcem Hatice’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref’e muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyrulmasını vatandaşlarımdan beklerim.

Babam, Karamürsel Aşar Memur-u Sabıkı Arif Bey de acizdir. 
Kardeşim Münir de kimsesizdir. 
Bunlara da muavenet olunursa, memnun olurum. 
Türk Milleti ebediyyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır. 
Allah, millet ve memlekete zeval vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşallah Türk Milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.”
(30 Mart 1335 Boğazlıyan Kaymakam - Sabıkı Kemal)

Millet O’nu unutmadı; TBMM 14 Ekim 1922′de çıkardığı özel bir kanunla “Millî Şehit” olarak kabul etti

Milli şehit Kemal bey'in kızı, Müşerref hanım anlatıyor
İlkokulda babamın kim olduğunu öğrendim

Öz anne Suphi Hanım, İngiliz Ali Bey olarak da tanınan Londra sefirinin kızıdır.

Müşerref Hanım annesinin ansızın çekip gitmesini şöyle anlatıyor: “Dedemin yanına gönderilmeden önce annem on üç yaşındaki polis kızı Hatice Hanım’ı sadece benle ilgilenmesi için tutmuş. Babamın zaafı mı yoksa üvey annemin açgözlülüğümü bilemeyeceğim, babam gönlünü kaptırıyor ve onu evimize ikinci eşi olarak alıyor. 
Annem de evi terk ediyor, İstanbul’daki eniştesinin yanına sığınıyor.”

Hatice Hanım bir süre sonra Kemal Bey’den hamile kalır. 
Bu sırada altı ay sürecek mahkeme süreci başlamıştır. 
Adnan, idamdan tam kırk gün önce dünyaya gelir. Ama Kemal Bey oğlunu hiç göremez.

Müşerref Hanım, babasının ölümünden iki yıl sonra ilkokula başlar. 
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in kızı olduğunu da burada öğrenir. 
O anı anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor: “Çamlıca Mektebi’ne başladığım ilk gün yoklama yapılıyordu. 
O dönemde soyadları olmadığı için baba ismi kullanılırdı. 
Öğretmen Müşerref Kemal diye sesleniyormuş. 
Babam olarak dedem Arif’i bildiğim için hiç bakmıyordum. 
Öğretmenim yanıma geldi. ‘Sana sesleniyorum, neden bakmıyorsun?’ dedi. 
Ben ısrarla ‘Babamın adı Arif’ diyordum. 
Sonradan kimin kızı olduğumu, babamın yaşadıklarını öğrendim. 
Müdiremiz, yatılı mektepteki herkesi topladı ve bizi diğer talebelere ‘Millete emanet edilen bu yavrular bizlerle beraber. 
Babaları millî şehit Kemal Bey’dir. Hepinizin onlara hakiki kardeş gibi davranmanız lazımdır.’ diye tanıttı.”

Müşerref Hanım, çocukluğunun en güzel yıllarını yatılı okulda geçirir. 
Babasının Boğazlıyan kaymakamı olduğunu öğrenmiş olsa da dedesi ve ninesi gizlemeye devam eder. 
Bir kez bile babasının adı evde anılmaz. 
Kardeşler babalarını gazetelerden tanır. 
Ayrıca anne tarafından da hiçbir akrabayla irtibatları yoktur. 
On altı yaşındayken küçük kız Müşerref kendi çabalarıyla annesinin ailesini bulur.

Atatürk evlat edinmek istemiş

İdamdan sonra TBMM 19 Ekim 1922’de Kemal Bey’i, Urfa mutasarrıfı Nusret Beyi ve Diyarbakır Valisi Reşit Bey’i ‘şehid-i millî’ ilân eder. 
Bunun üzerine dede Arif Bey Atatürk’ü makamında ziyaret eder. 
Orada ‘vatanın babası’ iltifatlarıyla karşılanır. 
Atatürk, torunlarını evlat edinmek istediğini söyler. 
Arif Bey ise, “Onlar bana oğlumun bediasıdır. Müsaade edin, bende kalsınlar. Nafakalarını karşılamanız yeterlidir.” der.

Bu görüşmenin bir sonucu olarak TBMM’de kanun çıkarılır ve Beşiktaş’ta dört daireli bir apartman, Beyoğlu’nda bir ev ve kayd-ı hayat şartıyla tüm çocuklara maaş bağlanır. 
Aile, 1923’ten itibaren Beşiktaş’taki apartmana taşınır. Üvey kardeşleri Adnan da zaman zaman yanlarında kalır.

Müşerref Hanım kardeşi Adnan’ı öz ablasından daha çok sevdiğini hatırlatarak, “Üvey annemin hayatımdaki yeri çok önemli. Bize çok baktı. 
Kendi annemi bilmediğim için onu anne kabul ettim. Yanına gidip günlerce kalırdım. 
Sonra askeriyede subay katip, aksiliğiyle tanınan Zühdü Bey’le evlendi. 
Lüleburgaz’a yerleşti. Üç çocuğu oldu, ama hiç mutlu olamadı. ” diyor. 
Müşerref Hanım’a bağlanan ilk aylık 7 liradır. 
Giyimine düşkün olduğu için maaşını şık ayakkabı, çanta, çorap ve süs eşyaları alarak harcar. 
O dönemde en şık ve pahalı eşyalar Beyoğlu’nda satılır ve bir ayakkabı en fazla 4 liradır. Maaşı zamanla yükselir. Bugün aldığı maaş ise üç ayda 600 YTL.

Evimiz matem yeriydi

Kemal Bey’in idamı ailenin hayatını değiştirir. 
Müşerref Hanım, çocukluğunun geçtiği evi ‘matem yeri’ olarak tanımlıyor. 
Çünkü bu evde idam gününden sonra hiç müzik çalınmamış, gülünmemiş, nine ve dede sürekli siyah giysiler giymiş. 
Herkesin acısını içine attığı bu dönemde Müşerref ve Müzehher kardeşler müzik sesine hasrettir. 
Oturdukları apartmanda o dönemin en zengin alaturka ailelerinden gelen cılız piyano, keman sesiyle iktifa ederler. Herkesin evinde olan gramofon bile onlarda yoktur. 
Bu matem dolu evden zaman zaman sıkıldığını söyleyerek, lafı amcası Münir’e getiriyor: “Amcam gençti, eğlenmek istiyordu. 
Ama bizim evde bu mümkün değildi. Dans modası başlamıştı. Herkes farklı farklı danslar öğrenmenin peşindeydi. Amcam Münir de, evin dışında farklı mekanlarda dedem ve ninem hariç ailenin tüm fertlerini haftada bir kez toplardı. Dans dersi vermek için madam gelirdi. Saatlerce müzikler çalınır, dans edilirdi. 
Büyük masalarda yemekler yenir, bütün gün böyle geçerdi. Biz de o toplulukta uslu uslu otururduk. 
Çok mutlu olurdum. Sonra komşularımızdan etkilenerek piyano dersleri almaya başladım. Evde piyano çalmak yasak olduğu için yeterince başarılı olamadım. 
Çocukluğumuz, bizi çok seven insanlar arasında geçti, lakin çocukluğumu yaşlılarla birlikte geçirmek benim üzerimde hoş bir tesir bırakmadı. 
Ninem 50 yaşındaydı; ama üzüntüden çökmüş, 80 yaşında gibiydi.”

Ablası Müzehher’le pek anlaşamayan Müşerref Hanım, kendini hep ‘garip’ hisseder. 
Dedesi torunlar arasında ayrım yapmazken ninesi sürekli ablasının üstüne düşer. 
Ablası yaptığı yaramazlıkları bile suçu olmadığı halde onun üzerine atar. 
Kendini de bir türlü savunamaz. 
İçinde yaşadığı mahcubiyet hep buna engel olur. 
Yalnız dilden dile dolaşan “Kemal Bey en çok Müşerref’i severdi.” cümlesi onu biraz rahatlatır. 
Üstelik babası idam edilmeden az önce kızı Müşerref’i kucağına alıp öpmüştür. 
Son güne ait en önemli ayrıntılardan biri de Kemal Bey, çocukları dedesine emanet ettiğini ve kesinlikle siyasete atılmalarını istemediğini söyler. 
Kırk günlükken babasını kaybeden Adnan, siyasete atılmak ister. 
Fakat seçilecek adaylar içinde yer alabilmesi için 5 bin lira vermesi gerekir. 
Babasının vasiyeti yerini bulmuş olacak ki bu parayı denkleştiremediği için siyasete giremez. 
Devlet memuru olarak hayatını devam ettirir. 
Müşerref Hanım, ilköğrenimini bitirdikten sonra orta kısım mektebine gitmek ister. 
Fakat o dönemde orta kısmı bitirene mecburi hizmet şartı vardır. 
Dede Arif Bey, bu nedenle okula göndermez. 
Aile dostları, mecburi hizmet şartı olmadığından Fransız mektebini tavsiye eder. “Müşerref’in gavur okulunda ne işi var.” diyen Arif Bey, sonunda torununun kaydını Çamlıca Kız Lisesi’ne alır. O dönemde toplum yavaş yavaş farklılaşırken bu gidişattan Müşerref Hanım da etkilenir. 
Okullarının karşısında erkek lisesi vardır. 
Kız arkadaşları sürekli bu okulun öğrencileriyle meşguldür: “Muhafazakar bir ailede büyüdüğüm için ortamı hiç sevmedim. Mezun olmama iki ay varken okulu bıraktım. 
Dedem vefat etmişti, ninem de cahil bir kadındı, ısrar etmedi. 
18 yaşında askeri doktor İhsan Bey’le evlendim. İki oğlum dünyaya geldi.”

Babam görevini yaptı

Eşinin görevi nedeniyle birçok il dolaşan Müşerref Hanım, Lüleburgaz, İstanbul derken bir yıl da Sarıkamış’ta kalır. İstanbul’da yetişmiş biri olarak Sarıkamış’ı çok sever. 
Fakat çevresindekiler iyi şartlarda yaşamaya alışmış Müşerref Hanım’ın Sarıkamış’ı bu kadar sevmesini anlayamaz. Kendisi ise orada yaşadığı dönemi ‘romantik’ olarak tanımlıyor. 
Sıtma hastalığına yakalanıp aşırı kilo vermeye başlayınca geri dönmek zorunda kalırlar. 
Bu sefer tayinleri Ankara’ya çıkar. 
Eşinden dolayı burada protokole dahil olduğunu belirterek, “İmkan dolu bir yaşamım oldu. 
İhsan, benim bir dediğimi iki etmezdi. 
Hayatımda istediğim her şeyi elde ettim. 63 yıl önce İzmir’e yerleştik ve eşim şehrin iki doktorundan biriydi. 
Albay olmasına bir ay varken askeriyeden ayrıldı.” diyor.

Kaymakam Kemal Bey her ne kadar mili şehit ilan edilse de toplumda onun Ermenileri öldürdüğünü düşünenler vardı. 
Hatta Kemal Bey’in adı ‘kasap’ idi. Müşerref Hanım zaman zaman farklı tepkilerle de karşılaştığını belirterek, babasına kasap denilmesinden üzüntü duyduğunu söylüyor. 
Müşerref Hanım’a göre yapılanlar soykırımı değildi. 
Babası sadece vazifesini yerine getirdi. 
Yol çok uzun olduğu için ölümler yaşandı. 
Hayatını yitirenler arasında Türk askerleri de vardı. Ama bütün bunlar dünyaya ‘katledildi’ şeklinde anlatıldı. “Soykırımı yapıldı” iddiasını dile getirenlerin yeterince bilgili olmadığını belirterek, “Atatürk’ün çıkardığı kanun, tehcirden sorumlu tutulan üç Türk bürokratın kasap değil, millî şehit olduğunu ilan etmiştir. 
Yani siz bu kanunu yok sayarak Ermenilerin toprak taleplerine, hak iddialarına olur cevap veremezsiniz. ‘Evet soykırım yapılmıştır’ diyerek özür dileyemezsiniz. 
Orhan Pamuk, Halil Berktay gibi isimler kanunları yok sayıyor.”Diyor.

Müşerref Hanım, babasının idam kararının İngiliz etkisiyle alındığını iddia ediyor. 
İstanbul’un işgal edilip Damat Ferid Hükümeti’nin iş başında olduğu bir ortamda, Kürd Mustafa Divan-ı Harbi’nin bir düzmece mahkeme olduğunu vurguluyor: “İki mahkeme oluyor. 
Birinde beraat ediyor ikincisinde idam kararı veriliyor.” 
Müşerref Hanım, bu noktada ilginç bir ayrıntıya dikkat çekiyor: “Babamın erken davranması Boğazlıyan halkının imha edilmesini de önlemiştir. 
Babama Ermeni çetesinden biri gelerek ‘yarın Ermeniler size saldırıp kıyım yapacak’ diyor. 
Babam bütün memurları topluyor ve tehcir o an başlıyor. 
Babam, başarısı nedeniyle mutasarrıf yapılıyor. Sonrada ‘onları sen öldürdün’ diyorlar.”

Müşerref Hanım babasının idamının, “Türkler Ermeni katliamı yaptı” tezine kanıt olarak gösterilmesinden rahatsız: “Türkler, suçlu olduklarını kabul ediyorlar ki yargıladılar, idam ettiler denildi.” Ona göre, bu konuda siyasiler suçlu. Soykırım iddialarına karşılık Kemal Bey’in “millî şehit’ unvanı aldığı söylenebilirdi. 
O dönemde yapılanları ‘kurban siyaseti’ olarak nitelendirerek, “Kimi gözlerine kestirdilerse yargılayıp idam ettiler.” diyor.

İzmir’de yaşayan Müşerref Hanım’ın hayatı şimdilerde tarihî bir müzeyi andıran evinde sessizce geçiyor. 
Tüm yakınlarını kaybetmesine rağmen elindeki fotoğraflara bakarak geçmişle özlemini gideriyor.

Babasının fotoğraflarına bakarak son sözlerini söylüyor: “Fertler ölür, millet yaşar. İnşallah Türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.”

TOYŞAD



Haber Editörü

Gökalp Şentürk

gokalpsenturk@gmail.com
Anahtar Kelimeler: "FERTLER MİLLET YAŞAR" Milli şehit Kemal
Yorumlar (0)

GÜNDEM

Haberi Sesli Oku