Fatura yine bu şehire kesilecek…
Fatura yine bu şehire kesilecek…
Bazı tipler vardır, toplum arasında koşuşturur durur. Zannedersin ki bütün çalışmaların yükünü o taşır, bütün sorumluluk ve sıkıntı onun sırtındadır.
O esnada; o kişinin hareketliğinin verdiği rüzgar nedeniyle gözler onda iken, kimseler gerçek çalışanların farkına varamaz, görmez. O gerçek çalışanlar ki, ağırbaşlılıklarının vermiş olduğu ve yapmış oldukları işlerinin sorumluluk bilinciyle, ağızsız-dilsiz bir vakurluk içerisinde yollarına devam ederler. İşte bu durumu çok iyi bilen o ortalıkta turlayan “tip” toplumu sömürdükçe sömürür, asalak olarak yaşamaya devam eder.
Bu tiplerden bu şehirde bayağı “vardı” aslında.
Her hangi bir gerçek sorumluluğu olmadan, ortalıkta koşuşturuyormuş gibi görüntü veren, gerçek çalışanların yanında işin ucundan tutuyormuşçasına, birilerine rol yapan ve bu rolünü de değme tiyatroculara taş çıkarttırırcasına gerçeğe çeviren birilerimiz…
Bazen bir kurumda karşımıza çıkarlar, bazen bir toplantı esnasında, bazen bir yemekte veya düğünde dernekte.
Hani derler ya; kenardan seyrederken, kazma vurana ıh diyenlerimiz.
“Vardı”, diyorum; çünkü bu son seçimlerden hemen sonra, tıpkı önceki seçimlerde olduğu gibi bir çoğu ortalıkta görünmüyorlar. Havalarda ısındı ya, şimdi onlar bir tatil kasabasına veya memleketlerine birkaç aylığına giderek kendilerini unuttururlar, sonrasında ortalık biraz hareketlenince gerisin geri gelerek, yine bir masa kenarından yancılık bahanesiyle ortama dahil olurlar. Yerel seçimlere yakın damlarlar.
Bu şehir aslında bu tipleri çok seviyor.
Düşünsenize;
Her hangi bir işleri yok. Her hangi bir mekanları yok, her hangi bir düzenleri yok ama her toplantıda makamın yanındalar. Her yemekte masanın yanındalar. Her ortamda meydanın tam ortasındalar.
Ve hepimiz de bu tipleri çok ama çok iyi tanımaktayız.
Çok iyi bilmekteyiz.
Ve işin garibi de bu tipler kraldan daha kralcı, ağadan da daha bir ağadırlar ortalıkta…
Cepleri boş olduğu halde verir veriştirirler, sırtları boş olduğu halde koşup koşuştururlar.
Ağızları çok iyi laf yapar. Ezberlerinde vardır birkaç kelime ve takla attırır da attırır, konuşur dururlar. Dinleyenleri bile farkına varmaz ki ne anlatıyor.
Vaatlerinin yanına kimsenin hayali dahi yetişemez.
Maalesef ki; benim kadim halkım da, bu tipleri hep bağrına basmıştır.
Ve büyük bir çoğunluğu da bu şehirden değildir.
Onların dediği her zaman olur, onların sözü hep dinlenir, onların söylediği her şey ama her şey doğrudur ve onlar hiç yanlış yapmazlar. En iyi profesör onlardır. En iyi öğretmen, en iyi esnaf, iş insanı, doktor ve hatta devlet adamı. Oysa ki hiçbir vasıfları da yoktur. Ama her şeyin en iyisini bilirler. Ortalıktan kayboldukları dönemleri takip eden içimizden, bizden olan birileri de bu durumu bildiklerinden meydan boş kalmasın diye hemen kendileri atlamışlardır orta yere. Kendilerince boşluğu doldurmaya çalışırlar. Ama bilmezler ki o asalakların yapmış olduğu şeyin kendilerinde olmayan bir marifet olduğunu. O yüzden dir ki beceremezler, yüzlerine-gözlerine bulaştırırlar.
Bu şehir; bu tür yabancıları hep sevdi, baş köşede oturtup, baş üstünde taşıdı. Hatta bu şehirde “yabancı hayranlığı” denilen bir hastalık bile türedi. Yaptıkları her türlü yanlış “dadaş”lara yazıldı, attıkları her türlü olumsuz adım “Erzurumlulara” isimlendirildi ama onlar hep haklı olup çıktılar. İsimleri bile anılmadı o yanlışların içinde. Çünkü bütün fatura on yıllar boyunca hep bu şehire, bu şehir halkına kesildi.
Onlar; bizim içimizdeki bizden olup, bizi tanımayanlara da kötü örnekler oldular. Bu halkı sömürenlere birçok kapı açıp, olmayan akıllarına fikirler soktular. Zaten birçoğu “tembel adam fikirli olur” mantığıyla, fabrikaları ve üretim haneleri veya tek bir çabaları olmadığı halde “fikirleri” ile iş insanı oldular. Hep bizleri yönettiler. İşçi derdi bilmeden, hammadde sıkıntısı yaşamadan, olmayan malzemeler ile olmayan ürünler ürettiler. Halkın kendilerine olan sevgilerini istismar edip, birilerinin aklına girip onların sayesinde olmayanlarını da oldurdular. Vaatler verdiler Palandöken boyunda. Siyasetçi değil iken dünya politikalarına yön verdiler. Ve kadim halkımı bu şekilde ikna edip, zeytinyağı gibi hep su üstüne çıktılar. Pisliklerinin posası da bu şehire kaldı. Kendileri ise mağduru oynayıp, başka şehirlerde kendilerini unutturmanın yollarını seçtiler.
O yüzden bu şehirde iki kişi bir araya gelip te kolektif bir çalışma, ortaklaşa bir çalışma yapmaya korkar olmuştur. O yüzden birkaç kişi bir araya gelip te “patron kim olacak” tartışmasına düşmeden, çok ortaklı bir çalışmaya giremez olmuştur.
O bizden olmayan ama bizim gibi görünenlerin fısıltı gazetesi, ciddi görünen birkaç ortak çalışmaları da “senin paran ile hava atıyor” diyerekten bozmaya çalışıyor ki kendi düzeni devam etsin. Bizler bir araya hiçbir zaman gerçek manada gelemeyelim ki, bu şehir o asalakları beslemeye hep devam etsin diye.
Örnekleri mi?
Yağına, sütüne, madenine veya harcına dokunmadan; halısını-kilimini dokumadan hangi birisini yazalım ki?
Gizliden yine kurulur bir masa; çevirir etrafını yancılar, birileri oynarken birileri bakar ve alan alır, giden gider ve her zaman olduğu gibi yine fatura, bu şehire kesilir.