FASULYE ŞEKERİM VE İHTİLÂL
Perşembe pazarı o bölgenin en büyük pazarıydı. Anneme göre her şeyin en iyisi orada satılırdı. O sabah erkenden kalkmıştı yine annem. Kahvaltımızı yaptık. Pazar filesini ve çantasını aldı. Köyde bir tek ulaşım aracı vardı. Bütün köylü onu kullanırdı. Pazara gitmek isteyen köylüler köy meydanında toplanır, gidemeyenlerin siparişleri alınır ve yola çıkılırdı. O gün benim için çok özel bir gündü. Annem pazar dönüşü benim en sevdiğim şekerlerden olan fasulye şekerimi almadan gelmezdi. Annem benim ne sevdiğimi benden daha iyi biliyordu sanki. Fasulye şekerimin yanında daha kim bilir neler gelecekti. Otobüs gitti ben heyecanla öğleden sonra olmasını beklemeye başladım. İkindi vakti ne kadar uzun bir zaman dilimi; o gün saatler geçmek bilmiyordu. Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum ama öğleden sonra bu kadar çabuk olamazdı. Köyün otobüsü geri geliyordu. Merakla otobüsü karşılamaya koştum. Otobüs durdu. Herkesin yüzünde biraz korku biraz da mutluluk vardı. Özellikle annemde! Hep bir ağızdan 'İHTİLÂL' diye bir şey söylüyorlardı. İhtilâl olmuş asker yolları kapatmış o yüzden köye geri dönmüşler. Neydi ki bu ihtilâl? Benim fasulye şekerimi bile almamıştı annem. Hayal kırıklığıyla birlikte, bir o kadar da merakla büyükleri dinliyordum. Hepsi dua ediyorlardı. Artık kurtulmuşlardı. Asker başa gelmiş bu sağ-sol kavgasını bitmişti. Sağ-sol niye kavga ediyorlardı ki?
Herkes evlerine koştu. Yatak odamızda yatak, yorgan, yastık koyduğumuz bir yüklüğümüz vardı. Şimdi ki adıyla dolap. Yorganların altında da bir sandık vardı. Annem bir telaşla yüklüğü boşalttı. Sandığı açtı. Sandıktan bir beze sarılı silahı çıkardı. Bezi itina ile açtı. Silahı inceledi ve tekrar beze sarıp iki ya da üç adet poşete sarıp evimizin arka tarafında bulunan badem ağaçlarının da bulunduğu tarlaya gitti. Geldiğinde elinde silah yoktu. Yorganları tekrar yerine yerleştirdi. Annemin ağzından düşmeyen tek bir şey vardı. İhtilâl yapan yöneticilere dua ve şükretmek. Akşam olmuş ev halkı uykuya geçmiştik. Gürültüyle uyandık, dışarıdan sesler geliyordu, dışarıya çıktık. Bütün köy halkı ayaktaydı. Ellerinde silahlarıyla bir sürü asker evlere girip çıkıyordu. Sıra bizim eve geldi. Korkuyordum, annemin elini sıkı sıkı tutmuştum. Neler olduğunu hiç anlamıyordum. Annem bu kadar mutluyken ben neden korkuyordum ki? Evimiz darıma dağınık olmuştu, annemin bir şikâyeti yoktu. Arama bitmiş askerler köyden ayrılmıştı. Herkes o gece sabaha kadar uyumadı. Söylediklerine göre bizim köy temizdi. Köylü haftalarca pazara gidememişti. Anneme göre anarşistler temizlenecekti, bu kadar da zahmet olsun, kurtulmuştuk sonuçta.
Bir gecede nasıl kurtulmuştuk bunu hiç sorgulayan yoktu. Bizim köy sağcıydı. Bir kaç kişi dışında. Ben haftalarca fasulye şekeri yiyememiştim ve bu kimsenin umurunda değildi. Üstelik annem bunu yapanlara sürekli dualar ediyordu. Köylülerin konuşmalarını merakla ve çok dikkatle dinliyordum. Bazı konuşmalara hiç anlam veremesem de anladığım tek şey sağcılar vatan için mücadele ederken, solcularında aynı vatan mücadelesi içinde olduklarını anlıyordum. Niye kavga ediyorlardı ki? Kocaman kocaman adamlar, aynı şeyi savunan fakat birbirini duymayan kuklalar gibiydiler benim gözümde. İçimden gülmek geliyordu. Sanki bütün büyükler çocuk olmuş, savaş oyunu oynuyorlardı.
Aradan uzun bir zaman geçti. Yeni anayasa için referandum yapıldı. Yüksek bir oranda hiç kimse neye evet dediğini bilmeden bir çırpıda yeni anayasaya onay verdi. Tek bir kanaldan dünyadan haber almaya çalışan bizler akşam saat 20:00 de başlayan TRT Ana haber başında yine toplandık. Haber saati evde konuşmak resmen yasaktı. Ben çok sıkılırdım. Kenan Paşa kurtarıcımızla başlar onunla biterdi ajans. O zamanlar haber bülteni demek yerine ajans denirdi. Kenan Paşa iki saate yakın bir süre bizim zorunlu olarak izlemekle yükümlü olduğumuz bir görevdi. Şükürler olsun çok bilgilendik ve her şeyi öğrendik. Arkasından bir Dallas ya da Kara Şimşek iyi gidiyordu bizi uyutmak için…
Peki ‘80 öncesi neyin kavgasını yaptı bu iki kardeş. Bir aileden biri sağ diğeri sol diye birbirini yedi. Biz birbirimizi öldürmekle meşgulken arkada ki eli hiç fark etmedik. Silah aynı yerdendi oysa. O dönem çocuk olan bizler şimdi büyüdük, evlendik, anne-baba olduk. Hepimiz iş güç sahibi kendi hayat mücadelesi veren yetişkinler olduk. O günden bu güne bizim köyde ne değişti derseniz; kılık kıyafetiniz ve evde ki eşyalarımız çok daha kaliteli. Her evde buzdolabı, televizyon, çamaşır ve bulaşık makinaları var. Köyümüz hala sağcı ve partilerimiz sabit. Şükürler olsun değişmeyen bir şey daha var. Kitap okuma, araştırma, sorgulama yeteneğimiz de aynı kaldı.
‘80 ihtilalinden bu yana uzun zaman geçti. Annem hala Kenan Evren'e dua etmeyi bırakmadı. Evren Paşa olmasaydı biz bu günü göremezdik. Mekânı cennet olsun. Ne acı bir durum. Ulus olarak bunları hak ettik mi? Bilerek cahil bırakılan bir millet. Geçim derdine düşürülmüş bir halk, kasıtlı olarak eğitimin önüne türlü türlü setler konulmuş. Her yıl değişen eğitim sistemi içerisinde bocalarken bize dayatılan eğitim siyasetinin çıkarına göre şekilleniyor olması…
O zamandan bu yana değişen tek şey artık sağ-sol kavgası yok. Artık tek tek değil bizi toplu olarak katlediyorlar ve bizim derin uyku halimiz devam ediyor. Ölüyoruz, sessiz sedasız gömülüyoruz. Yavaş ve emin adımlarla mağrur başı dik, yok oluşumuzu izliyoruz. Sessizlik hiç bu kadar çığlık atmamıştı oysa.
“Uyuyan Milletler Ya Ölür Ya Köle Olarak Uyanır”
Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’e;
Saygı ve Minnetle…
Serpil TEKİN
Kıbrıs Anka Türk Birliği Başkanı