Eskiden üzerimizdeki kıyafetlerin hikâyesi olurdu.
Kimden kaldığı, kaç kez yıkandığı, nerede yırtıldığı…
Şimdi kıyafetler yeni ama hikâyeler yıpranmış.
Bir pantolon alırken aynaya değil, etikete bakılıyor.
İnsanlar birbirini gözünden değil, markasından tanıyor.
Üzerinde pahalı bir şey varsa “değerli”,
yoksa “eksik” sayılıyor.
Oysa biz yoklukla büyüdük ama eksik değildik.
Ceplerimiz boştu belki,
ama hayallerimiz doluydu.
Bir top yeterdi sokağı stada çevirmeye,
bir simit üç kişiye bayram yapardı.
Bugün vitrinler dolu,
insanların içi boş.
Çocuklar oyuncağıyla değil,
oyuncağının fiyatıyla övünüyor.
Mutluluk artık yaşanmıyor,
sergileniyor.
Bir zamanlar ayakkabı eskirdi,
ayağımız alışırdı.
Şimdi ayakkabı yeni,
insan yorgun.
Paylaşmayı öğrenmeden büyüyen bir kuşak var karşımızda.
Sahip olmayı marifet,
göstermeyi başarı sanıyor.
Yetmediğinde kalbi değil,
kredi kartını açıyor.
Unuttuk:
İnsanı büyük yapan giydiği değil,
taşıdığıdır.
Vicdan, emek, utanma…
Etiketleri kesip atmak kolay,
ama bu hayatın fiyatı
etiketle ölçülmez.
Bunu hatırlamadığımız sürece
en pahalı kıyafetlerin içinde
en ucuz hayatları yaşamaya devam edeceğiz.