Destici Ankara’da İl ve ilçe Başkanları Toplantısında birlik vurgusu yaptı…

Destici Ankara’da İl ve ilçe Başkanları Toplantısında birlik vurgusu yaptı…

Büyük Birlik Hareketi, bu milletin özüdür.

Destici Ankara’da İl ve ilçe Başkanları Toplantısında birlik vurgusu yaptı…

Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici Ankara’da il ve ilçe başkanlarıyla bir araya geldi. Toplantı esnasında konuşulan ve masaya yatırılarak değerlendirme altına alınan konuların ana başlıkları neticesinde her türlü adımda birlik ve beraberlik vurgusu yapılarak, hükumet ortağına sitem ederek yaşanılan her türlü problemin çözümünün samimiyetle yaklaşılması neticesinde çözülebileceği konusuna değindi.

Başkan Destici konuşmasında;

Büyük Birlik Partisi, Büyük Birlik Hareketi, bu milletin özüdür. Bu milletin mayasıdır. Onun için Büyük Birlik Partisi olmazsa olmaz. Büyük Birlik partililer olmazsa olmaz. Alperenler olmazsa olmaz.

Onun için Büyük Birlik Partisi Alperenler başarılı olmak zorundadır. Ve iktidar olmak zorundadır.

Nasıl 32 yıl bu mücadeleyi birlikte vermişsek ve hem milletin yüz akı hem de milletimizin gönlünde dürüst, temiz, ahlaklı öncelikli Devlet olan, vatan olan, millet olan, ülke olan, mazlum olanlar grubu olarak adlandırılmışsak inşallah bundan sonra da aynı şiarla yolumuza devam edeceğiz.

Doğruluktan, dürüstlükten, adaletten, hakkaniyetten, ahlaktan, İslam'dan, Türklükten asla taviz vermedik ve vermeyeceğiz.

Ama Büyük Birlik Partisi kurulduğundan bugüne kadar kurulduğu günleri ve o gün arasındaki bu 32 yılı değerlendirdiğimizde pek çok problemin hala devam ettiğini görüyoruz. 

Evet, çözülen problemler oldu mu? Oldu.

Örneğin inanç hürriyeti konusunda başörtüsü problemi gibi İmam Hatip Okulu mezunlarının polis olamadığı dönemlerden kurtulduğumuz gibi askeri okullara rahatlıkla girdiği gibi pek çok alanda elbette ki düzeltmeler yapıldı. İyileştirmeler yapıldı.

Hürriyetler konusunda, adalet konusunda, ekonomik gelişmişlik konusunda. Ama bu 32 yıllık süreci değerlendirdiğimizde temel meselelerimizin çok fazlasının da hala problem olarak devam ettiğini görüyoruz.

Toplumumuzun önemli bir kısmı hala adaletten şikâyet ediyorsa, toplumumuzun önemli bir kısmı hala ekonomik zorluklardan bahsediyorsa, toplumumuzun önemli bir kısmı eğitimin yetersizliğinden bahsediyorsa, toplumumuzun önemli bir kısmı ahlak ve maneviyat konusunda bir çöküş olduğundan bahsediyorsa toplumumuzun önemli bir kısmı maalesef gençlerimizi geleceğe iyi bir şekilde hazırlayamadığımızdan bahsediyorsa o zaman problemler önemli oranda devam ediyor demektir.

İşte bu problemlerin çözüm adresi ve tek çözüm adresi Büyük Birlik Partisidir. Sizlersiniz.

Bugüne kadar mücadelemizden asla geri durmadık. Asla yılmadık. Asla yıkılmadık.

Bundan sonra da yılmadan, yıkılmadan, endişeye kapılmadan yolumuza devam edecek ve büyük Birlik Partimizi, Alperenleri iktidarla buluşturacak ve Türkiye'ye nefes aldıracak milletimizin tüm beklentilerini de evvel Allah karşılayacağız.

Bakın ülkemizin en önemli problemlerinden bir tanesi de maalesef deprem. 1999'da büyük bir deprem yaşadık. Gölcük depremi.

Maalesef gerekli dersleri alamadığımız ve yeni depremlere tam olarak hazırlanamadığımızı nerede gördük? 2023 Kahramanmaraş depremlerinde gördük. Elbette ki büyük bir depremdi.

Yüzyılın afatı ya da yüzyılın felaketi olarak adlandırılabilecek bir depremdi. Elbette ki devletimiz, hükümetimiz elindeki tüm imkânları seferber ederek devrem bölge bölgelerimize koştu. Depremzedelerimizin yanında oldu.

Ve iki yıldan bugüne kadar yapılanlara baktığımızda büyük işler yapıldığını bu kadar kısa sürede konut yapımı başta olmak üzere altyapı başta olmak üzere yardımlar bu konuda büyük işler yapıldığını görüyoruz. 

Ama ne zaman yapıldığını görüyoruz?

Depremden sonra yapıldığını görüyoruz.

Hâlbuki depreme depremden önce hazırlanmamız gerektiğini ifade etmeye çalışıyorum. Maalesef bu hazırlık noktasında hala büyük eksiklerimiz olduğunu görüyoruz.

İşte 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutladığımız bir günde İstanbul'da, Silivri'de bir deprem yaşandı. Ve bir kez daha deprem gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldık. Ve ortaya ne çıktı?

Ortaya şu çıktı ki bu deprem 6.2 değil de 7'nin üzerinde bir deprem olsaydı denizde değil de Allah muhafaza etsin karada gerçekleşmiş olsaydı ne büyük bir yıkım, ne büyük bir felaket başta insan kaybı olmak üzere ne büyük bir kayıp olacağı noktasında hiç kimse farklı düşünmüyor. Herkes aynı düşünüyor.

Ama maalesef herkes İstanbul'da yaşanacak 7'nin üzerindeki bir depremin bir milli güvenlik meselesi oluşturacağını bildiği halde, maalesef yerel yönetim başta olmak üzere yerel yönetimler başta olmak üzere pek çok kurumumuzun bu konuda üzerine düşen vazifeyi bugüne kadar yerine getirmediğini görüyoruz.

Allah'ın bir lütfüdür. Bu 6.2 onun için bu bize bir uyarıdır. Hepimize. Başta yerel yönetimler ve kamu kurum ve kuruluşlarımız, yetkili olanlar dolayısıyla da bu uyarıdan herkes, sorumlu olan herkes üzerine düşen mesajı ya da sorumluluk vazifeyi, mesuliyeti artık idrak etmeli ve depremle ilgili hazırlıklar geciktirilmeden yerine getirilmelidir.

Ve burada bir tercih de bırakılmamalıdır. Devletimiz kanunlarımız aslında yeterlidir. Ama ek kanunlar çıkarılması gerekiyorsa bir an önce meclis öncelikle depremle ilgili hazırlıkları ele almalı. Araştırma komisyonu ise araştırma komisyonu. Soruşturma komisyonuysa soruşturma komisyonu bütün bu komisyonlar kurularak çalışmalar hızlıca yapılmalı ve gerekli yasalar hızlıca çıkarılmalıdır. Burada asla ve kat'a hiçbir zümreye ayrıcalık tanınmamalıdır. 

Bakın, Türkiye ekonomimizin beş ana problemi var. 

Bunlardan birincisi yüksek kamu harcamaları. İkincisi sosyal güvenlik açıkları. Üçüncüsü vergi kayıpları. Dördüncüsü enflasyon yüksek faiz ve beşincisi de cari açık.

Şimdi bu beş maddeyi şöyle bir değerlendirdiğimizde hemen çözebileceklerimiz var bunların içinde. 

Orta vadede çözebileceklerimiz var. 

Uzun vadede çözebileceklerimiz var. 

Yüksek kamu harcamaları bir kararnameyle, bir kanunla bir günde çözülebilecek bir meseledir.

Yeter ki yeter ki birileri bu konuda karar versin ve zevkü sefa içerisinde kamu bürokrasisi başta olmak üzere yerel yönetimlerin ve yetkiyi elinde bulunduranların bu rahatını kaçıralım. 

Yani tek yapılacak iş budur.

Ve bu konuda ivedilikle ve öncelikle bir adım atılması ve halka da, millete de örnek olunması gerekmektedir. Milletten tasarruf istiyorsak o zaman millet önce nereye bakar? Kamu tasarruf ediyor mu diye bakar.

Kamu tasarruf etmeden bütün kamu kuruluşlarımızı kastediyorum. Bakanlıklarımız, belediyeler, meclis bütün kamu kuruluşları. Bunların tasarruf ettiğini vatandaşa göstermek zorundayız. Bunu etmeliyiz ki vatandaştan da tasarruf etmesini bekleyelim.

Mademki ekonomimizin en önemli meselelerinden birisi yüksek kamu harcamalarıdır. O halde derhal buna son verilmelidir. 

İkincisi sosyal güvenlik açıkları. Bu elbette ki bugünün meselesi değildir.

Onlarca yıldır geriden gelen ve birikmiş olan bir meseledir. Ama devlet bu meselenin de hükümet bu meselenin de üstüne üstüne gitmeli ve artık sosyal güvenlik açıklarını da artı kaynaklarla ortadan kaldırmalıdır.

Burada bir de mağduriyet yaşayan kesimlerimiz vardır. Belli kesimlerin yüzünü güldürüp, mağduriyetlerini ortadan kaldırıp, belli kesimlerin yüzünü güldürmemek, onları ağlatmak, onların mağduriyetini devam ettirmek, adalet duygusuyla bağdaşmamaktadır.

Devlet bütün vatandaşlarına eşit ve adil davranmak zorundadır. Kanunları ve yasaları da öyle çıkarmak zorundadır. Milyonlarca taşeron işçiyi kadroya alırken ki onların hakkıydı, biz de destekledik. Ama 80.000 kit çalışanını şurada tutmak doğru değildir. Behemehal onlar da kadroya geçirilmelidir.

Aynı şekilde EYT'lilerin tamamını emekli edip, emeklilik hakkı verip ki biz de savunduk bu haksızlığın ortadan kaldırılması için ama staj ve çıraklık dönemlerinde sigortalı olmalarına rağmen işe giriş tarihleri belli olmalarına rağmen onların bu sürelerini emekli saymamak da doğru değildir ve adaletsizliktir.

Ustanın yanında çırak olarak çalışan ya da staj yapan bir gencimiz çalışmıştır. İster stajyer olarak çalışsın ister normal işçi olarak ister çırak olarak ister kalfa olarak nihayetinde orada çalışmış mıdır? Çalışmıştır. İşe girişi yapılmış mıdır? Yapılmıştır. Primi ödenmiş midir? Ödenmiştir.

O halde bu süreler de emekliliğe sayılmalıdır. 

Vergi kayıpları, vergi kaçakları Türkiye ekonomisinin en önemli problemlerinden bir tanesidir. Ve maalesef bu problem hala çözülebilmiş değildir.

Vergi konusunda en baştan konuşan kararlı bir duruş ortaya koyan her dönem hükümetlere çağrı yapan Büyük Birlik Partimiz olmuştur. Ve bizim çağrımız hiç değişmemiştir. O da nedir? Adil bir vergi sistemi demişizdir. Adaletli bir vergi sistemi demişizdir.

Nedir adil ve adaletli bir vergi sistemi? Çok kazanandan çok vergi, az kazanandan az vergi, kazanmayandan hiç vergi almamaktır. Doğrusu ve adil olanı budur. Ama şimdi bakıyoruz Türkiye'de bazı uygulamalar Bunun tam tersi.

Kazanmayandan dolaylı vergiler adı altında çok büyük vergiler alınmaktadır.

Ama çok büyük kazanç sağlayan, rant sağlayan ve bunun önemli bir kısmını da kamudan elde eden iş adamlarının milyarlarca liralık vergilerinin silindiğini görüyoruz. Bu ayıptır, bu günahtır, bu haksızlıktır, bu adaletsizliktir.

Siz kimin vergisini kimin adına siliyorsunuz? 

Vergi milletin alacağıdır. 

Devletin alacağıdır. 

Kimsenin şahsi alacağı değildir. Siz şahsi borcunuzu silebilirsiniz. Şahsi alacağınızı silebilirsiniz. Ama devletin alacağını silemezsin kardeşim.

Devletin alacağı 85 milyonun hakkıdır. Beytülmal'dir. Onun için bunları kınıyoruz. Bunları doğru bulmuyoruz.

Ve özellikle de çok kazanandan çok vergi alınması uygulamasının derhal hayata geçmesini istiyoruz ve kimseye de bir vergi affı yapılmamasını ifade ediyoruz. O zaman ödeyenin suçu ne, onun için adalet her yerde adalet.

Dördüncüsü enflasyon ve yüksek faiz!

Türkiye maalesef ne çektiyse bu enflasyon ve yüksek faizden çekti. Bugün hala halkımız enflasyon altında.

Tüccarımız, esnafımız, sanayicimiz, üreticimiz ise yüksek faiz altında adeta inim inim inlemektedir. 100 TL kredi çeken bir sanayi Sanayicimiz, bir esnafımız, bunu yılsonunda 160-170 lira ödemek zorundadır.

Böyle bir şey kabul edilebilir değildir. Bu çark, bu yüksek faizle nasıl dönecektir? Maalesef esnafımız, sanayicimiz, kobilerimiz bu konuda büyük zorluklar çekmektedir. Hatta bu kadar yüksek enflasyona rağmen paraya ulaşmakta da zorlanmaktadırlar.

Yani bu faizi kabul ediyor ama gerekli krediyi bulamıyor. 

Bu da ayrı bir problem. Bu problemin çözülmesi gerekiyor. Bir de açıklanan rakamlarla sahada gördüğümüz rakamlar örneğin işte bankalar, diyelim ki, ne açıkladı en son Merkez Bankası? %46'ya çıkarttı.

Ama hangi bankadan %46'yla esnaf, tüccar, sanayici kredi bulabiliyor? Hiçbir bankadan. Şimdi onun için bunların denetlenmesi ve bu konuda esnafın, tüccarın, sanayicinin korunması gerekiyor. Tıpkı Kiracıların korunması gibi! Daha önce de ifade ettim.

Maliye bakanımız bir açıklama yaptı geçtiğimiz aylarda.

Dedi ki: "Efendim, enflasyonu azdıran, yükselten sebeplerden birisi de yüksek kira artışları." Kendileri bir kararla demişler ki kira artışları yıllık Efendim tefe tüfe ortalaması %56, %60 Açıklanan enflasyon %44 Memur neye göre aldı zammı?

Emekli neye göre aldı zammı?

Asgari ücretli neye göre o alamadı 44 de alamadı o 30'da kaldı da o 30'da kaldı orada büyük bir haksızlık oldu. Ama bu temmuzda asgari ücretlinin uğradığı bu haksızlık giderilmeli ve mutlaka bu enflasyon farkı Temmuz'da asgari ücretimize verilmelidir.

Şimdi devlet memuruna, emeklisine, kamu işçisine diyor ki yıllık enflasyon 44, ben sana 44 zam yapıyorum. Ama kira oranını, artış oranını ne açıklıyor? Yüzde 56 60 açıklıyor. İkisini de yapan devlet kurumları. Onun için bu çarpıklıkların sona ermesi lazım. Ya bunlar bu kadar zor mu ya?

Bir karar, bir yazı. 

Ben anlamakta güçlük çekiyorum. 

Bir kararla, bir yazıyla, iki satırlık bir yazıyla halledilecek meseleler neden halledilmiyor kardeşim? 

Burada bir kasıt mı vardır? 

Onun için bunlar araştır Ve bu meselede hatası olanlara bunun faturası ödettirilmelidir. 

Cari açık. 

Bakın kısaca söyleyeyim kardeşlerim, çok uzatmadan. 

Cari açık nereden oluşur? 

Cari açık dış ticaretten oluşur. Yani siz ülke olarak dışarıya ne kadar ürün satıyorsunuz, ne kadarlık alıyorsunuz, ne kadar ihraç ediyorsunuz, ne kadar ithal ediyorsunuz? Bizim aşağı yukarı 100 milyar doların üzerinde dış ticaret açığımız var.

Yani biz 260 milyar, dolarlık mal satıyoruz dışarıya. 370 380 milyar dolarlık mal alıyoruz. Bunun 60 milyar dolarını turizm gelirlerinden bir 10 15 milyar dolarını da sair gelirlerden kapatıyoruz. Geriye 40 50 milyar dolar arası yıla göre değişiyor. Bir fark kalıyor.

İşte bunu cari açık deniyor. Peki, hangi ülkelerle yaptığımız ticarette biz açık veriyoruz?

En büyük açığı Doğu Türkistan'da işgal yapan katliam yapan soykırım yapan hala bugünün dünyasında bile Doğu Türkistan'daki Türk kardeşlerimiz Uygur kardeşlerimi, ölüm kamplarında yaşatmaya çalışan, her Doğu Türkistanlı Türk'ün ailesinin yanına bir erkek yerleştirerek onları asimile etmeye çalışan ahlaksız, soykırımcı, katil Çin hükümetine yapıyoruz.

Sadece 3 milyar dolarlık satıyoruz. 46 milyar dolarlık alıyoruz. Yani bizim cari açığımızın tamamı Çin'le yapılan ticaretten kaynaklanıyor. Tabii Rusya'yla da açığımız var. Başka birkaç ülkeyle de açığımız var. Ama oradaki ürünleri almaya mecburuz. 

Ne alıyoruz oradan?

Petrol alıyoruz, doğalgaz alıyoruz, enerji alıyoruz. Bizde olmayanı alıyoruz. Ama Çin'den biz diyelim ki hiç ithalat yapmasak Türkiye olarak yolumuza devam edebilir miyiz? 

Edebiliriz. 

Elektriklerimiz kesilir mi? 

Kesilmez. 

Arabalarımız yolda kalır mı? 

Kalmaz. 

Uçaklarımız havalanamaz mı? 

Havalanır.

Yani biz Çin'den hayati mamul ithal etmiyoruz. Onun için buradan açık ve net bir çağrı yapıyorum. Çin'le olan ticaretimiz mütekabiliyet esasları çerçevesinde bizden aldıkları kadar yani 3 milyar dolarla sınırlandırılsın. Üstü için en az %100 ek vergi konsun.

Devletimiz, hükümetimiz, Kahramanmaraş depreminden sonra şehir, ilçe, bölge, etnik köken, siyasi görüş ayrımı yapmadan her ilimize, her ilçe İlçemize, her vatandaşımıza elini uzattı ve gerekli yatırımları yaptı.

Bakın, vatandaşımız depremzedelerin yanında oldu. Şimdi diyelim ki kamu kaynaklarımızın, vergi gelirlerimizin önemli bir kısmı bu iki yılda deprem bölgesine aktarıldı. Ama hiçbirimizin aklına şu geldi mi? Ya niye oraya aktarılıyor? Bize yapılması gerekir. 

Gelmedi. 

Neden?

Milletimizin dayanışma duygusu yüksek. 

Milletimizin kardeşlik duygusu yüksek. Allah'a hamd olsun. Bunu bozamadılar ve bunu bozmalarına da asla müsaade etmeyeceğiz. Çünkü biz Kürt'üyle, Türkmen'iyle, Alevisi'yle, Sünnisi'yle doğulusuyla, batılısıyla, başı açıyla, başı kapalısıyla biriz, beraberiz, kardeşiz ve büyük Türk milletinin ayrılmaz parçalarıyız.

Şimdi hala ülkemizin önemli bir kısmının büyük deprem riski yaşadığını görüyoruz. Bilim adamlarımızı izliyoruz. Farklı konuşuyorlar. Elbette ki onlara saygı duyuyoruz. Ama onların konuştuğunu elbette dikkate almalıyız. Çünkü bilim adına konuşuyorlar.

Ama bununla birlikte öncelikle ne yapmalıyız? Biz yapılması gerekeni yapmalıyız. Yani devlet olarak, hükümet olarak, yerel yönetimler olarak yapılması gerekeni yapmalıyız. 

Bunlar nedir? 

Depreme hazırlıktır. İmar yasalarıdır. Efendim konut güvenliğidir. Rezerv alanlarıdır.

Bakıyoruz maalesef bu kadar büyük depremler yaşanmış olmamıza rağmen İstanbul başta olmak üzere pek çok deprem riski altındaki illerimizde yeterli rezerv alanı yok. Yeterli toplanma alanları yok. Sade İstanbul'da 800.000 kaçak yapıdan bahsediliyor.

Biz geçtiğimiz yıllarda bir teklif sunmuştuk. Bu kaçak yapıların tespiti ve bunlarla ilgili yeni bir düzenleme yapılması noktasında. Ama yanlış aktardılar basına. Sanki biz yeni bir imar affı istiyormuşuz gibi bir algı oluşturdular. Maalesef bu solun böyle kötü bir tarafı var. Olumluyu da olumsuz gösterebilmek için ya da muhalefetin, mevcut muhalefetten bahsediyorum ve onun sözcüsü konumundaki televizyonlar, yayın organlarının böyle kötü bir huyu var. Okumadan, araştırmadan, ne teklif edildiğine bakmadan hemen bir damga vuruyorlar ve algıyı oluşturuyorlar. Kimse de konuşamıyor. Kardeşim, sadece İstanbul'da 800.000 kaçak yapı var mı? Var.

Ankara'da 400.000 var mı? Var. 

Bütün Türkiye'de milyonlarca var mı? Var. 

Biz ne dedik? Bunlar tespit edilsin. Bunların depreme dayanıksız olanları, yapılaşmaya uygun olmayanları, rant için yapılanları iptal edilsin. Ama dayanıklı olanlar bir rant elde etmemiş vatandaş kendi başını sokacağı bir yuva yapmış.

Bunlarla ilgili de yine kamu zarara uğrayan uğratılmadan bir bedelle ne dedik? "Bu işler düzenlensin." dedik. Ama maalesef yapılmadı. E böyle kalsın. Böyle mi kalsın yani? 800.000 kaçak yapı İstanbul'da. Şimdi bakıyoruz. Biraz sonra geleceğiz işte. Yeni hadiselere bakıyoruz.

Bunlara her gün binlerce, on binlerce kaçak yapının eklendiğini yüksek rant elde edilen yapılaşmalar olduğunu bunların villalar karşılığı, dolarlar karşılığı, bunlara göz yumulduğunu görüyoruz.

Peki, bunlarla ilgili bu bahsettiğim şu anda muhalefet, muhalefetin sözcülüğünü yapan gazeteler ya da televizyonlarda bunlarla ilgili bir şey görüyor musunuz? Görmezsiniz. Tam tersi savunurlar. Kendilerinden olunca savunurlar. Kardeşim, bu işin seni, beni yok.

Deprem geldiği zaman bu A partili mi, bu B partili mi, bu şu etnik kökenden mi, bu şu siyasi anlayıştan mı diye bakmıyor. Hepimizi vurup geçiyor. Maraş'ta gördük, Adıyaman'da gördük, Hatay'da gördük. Onun için bizim top yekun depreme hazırlanmaktan başka çaremiz yok. 

Biz bunu yapalım diyoruz.

Gerçekleri ifade etmek zorundayız. Gerçekleri söylemek zorundayız. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni 2. Dönem kazanan Cumhuriyet Halk Partisi kadrosunun çok başka bir gündeminin olduğunu görüyoruz. Ve maalesef bugüne kadar hiç kimse bu sorunu çözmedi.

Hiç kimse yapmadı ya da yapamadı. Ayrıntıya girmeden ana hatlarıyla yapılması gerekenleri bir cümleyle ifade edebiliriz. 

Fazla söze de gerek yok. 

O da nedir?

Yasalara, planlama ilkelerine ve yapılaşma kurallarına tavizsiz bir şekilde uymak ve tamamı haksız kazanç sağlama amacı taşıyan suiistimallere engel olmaktır. 

Hepsi bu kadar. 

Fazla bir şeye gerek yok. 

Tek cümle, yapılması gereken bu. Ama hiç kimse yapmadı ya da yapamadı.

Ama evvel Allah milletimiz bize yetkiyi verecek ve biz bütün kötülükleri ortadan kaldıracağımız gibi bunu da ortadan kaldıracak ve ülkemizi, milletimizi depreme en güzel şekilde hazırlayacağız.

Türkiye 40 yıldır terörle mücadele ediyor. Kim? Biz hangi terör örgütü ile mücadele ediyoruz? Bir suç örgütü aynı zamanda karşımızdaki!

Bir katiller işlemediği suç kalmamış. Katliam, çocuk kaçırma, kundakta bebek öldürme, uyuşturucu, kadın ticareti, yani hangi suç geliyorsa aklınıza bu suçların tamamı işlenmiş.

Şimdi bunların başından itibaren arkasında kim olduğunu biliyoruz. Irak'ın kuzeyinde 36. paralelde çekiç güç marifetiyle arkasında kim varsa bugün de Suriye'nin kuzeyinde 37. paralelde CENTCOM'la o var.

Kim? 

ABD.

Soykırımcı, katliamcı Netanyahu'nun arkasında olan ABD. 

Elbette o olunca İsrail de oluyor. O olunca İngiltere de oluyor. Bunlar zaten üçlü. İngiltere bazen gözükmüyor ama esas oyun kurucunun o olduğunu ta 1800'lerin başından beri biliyoruz.

Osmanlı Devleti, Osmanlı Aliyeyi yıkanda İngiltere olmuştur. En büyük savaşları Ruslara karşı vermişiz. En büyük kayıpları Ruslara karşı vermişiz. Ama İngiltere adeta sessiz sedasız işini yürütmüş.

Mısır başta olmak üzere tüm Ortadoğu coğrafyasını ve Asya'yı elimizden almış. Bütün kritik kanalları, noktaları elimizden almış. Ve en son I. Dünya Savaşı yıllarında bütün gücüyle İstanbul'a saldırmış.

Ama Türk'ün Müslüman'ın gücü karşısında Çanakkale'den geçememiştir. Ama daha sonra İstanbul işgal edilmiştir. Ve Türkiye'yi parçalama senaryoları da yine onlar tarafından devreye konulmuştur. Bunları unutmayacağız. Şimdi yapılan onların devamıdır.

Yani onları birbirinden kopuk göremeyiz, farklı göremeyiz. Çünkü oyun hala devam etmektedir. Emperyalistler sömürgeci emellerinden vazgeçmemiştir ve asla vazgeçmeyecektir.

Ama biz geçmişte nasıl ceddimiz bunlara dersini vermişse evvelallah bu Müslüman Türk milleti gün gelecek yine bunlara gerekli dersi verecek ve bölgemizde barındırmayacaktır.

Bunun için Terör belasından, teröristlerden elbette kurtulmak zorundayız. Hangi yolla? Kimileri diyor ki efendim müzakere ederek işte bir çözüm süreciyle, görüşerek, konuşarak. Bu işler denendi daha önce. Bunların hiçbirisinden netice alınamadı. Bugün de görüşmeler oluyor.

Biz başından tavrımızı söyledik ilkesel olarak. Biz bunlarla müzakere ederek, görüşerek bir sonuç elde edilemeyeceğini, terörle müzakere edilemeyeceğini ancak mücadele edileceğini ve mücadeleyle terörün kökünün kazanacağını söyledik. Bakın son hafta iki hadise yaşandı.

Bizim nedenle haklılığımızı ortaya koyan. Birincisi 24 Nisan sözde Ermeni soykırımı iddialarının ortaya atıldığı günün yıldönümü.

Ermenistan Devlet Başkanı Paşinyan bu gösteriler sırasında Erivan'da, Ermenistan'da Türk ve Azerbaycan bayrakları yakanları kınadı. Bak Ermenistan Devlet Başkanı kınadı. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı bunu soykırım olarak nitelemedi.

Ama bizim şu anda gazi meclisimizde bulunan aslında bulunmaması gerekirken bulunan terör örgütünün partisi DEM nasıl açıklama yaptı biliyor musun? Nisan'ı nasıl açıkladı?

Etnik kimlik, inanç ve fikir soykırımı olarak açıklandı. Şimdi ben ne dedim? 40 yıllık vatan haininden bir günde vatansever olur mu? Bunlar hain. Bunlar Ermeni'den daha Ermeni. Bunlar Ermeni'den daha Ermeni.

Şimdi Ermeni'nin vicdanlısı Türk bayrağı ve Azerbaycan bayrağı yakanları bak kınıyor. Vicdanlısı. Adam diyor ki ya bu işi bırakalım bu iş tarihte yaşanmıştır.

Ama içimizdeki hainler bunlar evet bunlar Ermeni'den daha Ermeni, bunlar daha Rum'dan daha Rum, bunlar İngiliz'den daha İngiliz. Bunlar siyonistten daha siyonist, emperyalistten daha emperyalist. Onun için bunlarla müzakere olmaz.

Bunları yok edeceksin. Bunun başka yolu yok. Kurtulmak istiyorsan yok edeceksin bunun başka yolu yok. 

1915'te biz Zorunlu göç hareketi yapılmıştır devletimiz tarafından. Neden yapılmıştır? Durup dururken mi? 800 yıl yapılmayan zorunlu göç 800 yıl sonra niye yapılmıştır? İhanet olduğu için yapılmıştır.

Ruslarla işbirliği yapıp Doğu Anadolu başta olmak üzere vatanın hem hemen hemen her saatinde erkekleri savaşta olan, cephede olan bir milletin kadınına, çocuğuna saldırılmıştır. Her türlü katliam, tecavüz yapılmıştır. Vatandan toprak istenmiştir. Durup dururken yapılmamıştır.

Bu karar o 1915'te alınan zorunlu göç, tehcir kararı Türk milletinin geleceği olmuştur. O karar olmasaydı, biz bugün sahip olduğumuz toprakların bir kısmına sahip olamazdık. Sadece İç Anadolu'ya sıkışmış kalacaktık.

Onun için o kararı alan ve daha sonra üçü de Ermeni ve Rus çetecileri tarafından şehit edilen Talat Paşa'yı da, Cevat Paşa'yı da ve özellikle de şehid-i ala Enver Paşa'yı da rahmetle, minnetle ve şükranla yâd ediyorum.

Ruhları şad olsun, mekânları cennet olsun. Bunlar, vatan hainliğinden vazgeçmezler. Onun için bunlarla görüşme, el sıkışma konuşma, bunun hiçbir faydası olmaz. Zararı olur, faydası olmaz.

Onun için biz bir kere daha uyarımızı yapıyoruz. Duruşumuzu bozmadık, bozmuyoruz.

Biz elimizi hainlere değil, elimizi vatan düşmanlarına değil, eli kanlı terör örgütü üyelerine, elebaşlarına ya da onların uzantılarına, sözcülerine değil biz elimizi birlikten, beraberlikten, kardeşlikten yana olan Kürt kardeşlerimize uzatıyoruz ve onlarla kardeşliğimizi kimsenin bozmasına da müsaade etmeyeceğiz.

Enver, Talat ve Cemal Paşaları rahmetle, minnetle ve şükranla yâd ediyorum. Bugünün de o bugün de o paşaların dirayetine ihtiyaç var. O devlet adamlarının aldığı kararları alabilecek yürekli devlet adamlarına ihtiyaç var. Onlar en zor zaman bu kararı aldılar.

I. Dünya Savaşı şartlarında bu kararı aldılar. Yedi düvel devlete, ülkeye, millete saldırdığında bu kararı aldılar. Ve bu karar yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş adımı oldu. Daha önce de söyledim.

Eğer o karar alınmasaydı o karar alınmasaydı biz Sakarya Meydan muharebesini sonucu farklı yaşayabilirdik. Kurtuluş Savaşı mücadelesi gecikebilirdi. Neden?

Çünkü Sakarya Meydan Muharebesi'nin kazanmamızda en etkin kuvvet Kazım Karabekir Paşa komutasındaki düzenli doğu ordularının o savaşa gelmesiyle. Bizim elimizde başka öyle büyük sayılarda düzenli ordu yok. Eğer tehcir olmasa ve orada Ermeni çetelere hınçak ve taşnak gruplar varlığını devam ettirseydi ki onların varlığı 60-70.000'di. Mevcut bizim kuvvetlerimizden daha fazlaydı. Ve oradan ayrılamayacaktı Kazım Karabekir Paşa. Sakarya Meydan Muharebesi'ne desteğe gelemeyecekti. Kurtuluş Savaşı'nda desteğe gelemeyecekti.

Büyük taarruz katılamayacaktı. Onun için birlik diyoruz ya iç cepheyi kuvvetlendirme. İç cepheyi kuvvetlendirmek hainlerle müzakere ederek el tutuşarak olmaz. Onları yok ederek ya da etkisiz hale getirerek gücünü elinden alarak olur.

Eğer Osmanlı'da devlet öyle yapsa Yani onları tesir etmeyip de elinden silahları almayıp da efendim gelin masaya oturalım sizinle anlaşalım deseydi arkadan vuracaklardı tekrar. Bunlar da onu yaparlar. Hiç şüpheniz olmasın. çünkü bunların elebaşları onların torunları başkası değil kardeşim. Onların torunları.

Hınçak, Taşnak çetesi mensuplarının torunlarıyla karşı karşıya onun için de Kürt kardeşlerimize diyoruz ki sakın aldanmayın. Bakın o zaman bu hınçak ve taşnak çetelerine karşı mücadele veren gruplar arasında Kürt kardeşlerimiz de vardı. 

Sırf tıpkı başka cephelerde olduğu gibi.

Onun için bizim bizden başka dostumuz yok. Kürtlü ile Türkmen'iyle, Alevisi'yle, Sünnisi'yle birbirimize sarılacağız. Birliğimizi kimseye bozdurmayacağız. Bakın ikinci bir gelişme daha yaşandı. O da nedir? Kamışlı'da Suriye'nin kuzeyinde bir toplantı gerçekleştirdiler.

Suriye'nin kuzeyinde terör örgütünün uzantısı yapının düzenlediği Irak'ın kuzeyinden katılımcılar ve Türkiye'de PKK uzantıları PKK'nın bizzat kendisi de katıldı o toplantıya. KCK yöneticileri de katıldı. Ve bir karar açıklandı. Bazı kararlar açıklandı.

Ne deniyor? Bir Suriye'nin bütünlüğünden yana değiller. Suriye'de ayrı bir özerk bölge istiyorlar. Kendileri için ayrı bir statü istiyorlar. Bunu çok açık ve net bir şekilde ifade ettiler. İki Suriye'nin kuzeyi yetmez, yeter mi onlar için? Yetmez.

Irak'ın kuzeyi ileride Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu'sundan bir bölge ve Irak'ın güneybatısından bir bölge bu dörtlü yapıyı birleştirip bir büyük terör örgütü himayesinde ABD, İsrail, İngiltere himayesinde, emperyalistlerin himayesinde Bir kukla devlet. Yeni bir İsrail.

Yeni bir terör devleti. Bunun bildirgesini açıkladılar. Onun için kimle müzakere ediliyor, kimle konuşuluyor, kimle el sıkışılıyor? Bunlara iyi bakılması lazım. Bir kere daha söylüyorum. Son söz. Aynı yılanlara, aynı deliklerden ısırılmamamız gerekiyor.

Bakın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve onunla birlikte de biliyorsunuz bazı kişilerle ilgili birtakım kararlar alındı. Birtakım görevlerden uzaklaştırma yapıldı. Ve hukuki süreçte devam ediyor.

Bugün soruşturma dolayısıyla gündeme gelen konular çok uzun süredir aslında siyaset ve bürokrasi çevrelerinde konuşuluyordu. Ancak maddi deliller ortada olmadığı için kamuoyu önünde açıkça ifade edilemiyordu.

Yargı aşamasında savcılık makamı iddialarla ilgili delillerini mahkemelere sunuyor. Artık iş nerededir? İş hukuktadır, yargıdadır, mahkemelerdedir. Daha önce de ifade ettim ve aksini söylememiz de zaten mümkün değildir.

Ortada bir suç varsa ortada bir şikayet varsa ortada bir delil varsa yargı kurumlarımız bunu görmezden gelemez ve gelmemelidir. Bunu hiç kimseyi ayırt etmeden hiçbir kurum ve kişiyi ayırt etmeden söylüyorum.

Faili kim olursa olsun, hangi siyasi partinin mensubu olursa olsun seçilmiş yöneticilerin ya da atanmış yöneticilerin yolsuzluğa karışmaları, irtikapa ulaşmaları elbette ki hiçbirimizin istemediği şeylerdir. Bu hepimizi üzer.

Ama aynı zamanda hepimizi de kızdırır. Çünkü Türk milleti Müslüman Türk milleti yöneticilerinin ister genelde olsun, ister yerelde olsun doğru, dürüst ve temiz insanlar olmasını ister. Kamu kaynaklarına el uzatmamasını ister.

Bulunduğu makamın gücüyle kendine menfaat sağlamamasını ister. Seçimini yaparken de aslında bunlara dikkat eder. Ama maalesef Türkiye siyaseten öyle bir noktaya geldi ki herkes tabiri caizse kendi adamını Sağına, soluna, arkasına, önüne. Yaptığı işe doğru mudur, yanlış mıdır?

Gerçekten burada biz yolsuzluk var mıdır, yok mudur? Bakmadan gözü kapalı savunmaya devam ediyor. İşte en büyük yanlışlardan bir tanesi de budur. Kardeşim, yolsuzluğu yapan, hırsızlığı yapan, irtikabı yapan en yakınındaki de olsa ona sahip çıkmayacaksın.

 

Bir haksızlık olduğu düşünülüyorsa elbette ki bunun mücadelesi de verilir. Nerede verilir? Yine yargıda verilir. Eylem yapabilirsin. Protestoda bulunabilirsin. Ama bunları da yasaların çizdiği çerçevede yaparsın.

Eylem yapıyorum diye, gösteri yapıyorum diye ne kadar radikal sol grup varsa Terör uzantıları, gruplar varsa bunları içine alıp kaldırım taşlarıyla kahraman polisimizin kafasını yardıramazsın. Polisin üzerine asit dökemezsin. Milletvekili zırhına sığınıp benim kahraman polisime tokat atamazsın, onu silkeleyemezsin.

Onun için biz Büyük Birlik Partisi olarak başından beri söyledik. Milletvekili dokunulmazlığı kürsüyle sınırlandırılmalıdır. Kürsü dokunulmazlığıyla sınırlandırılmalıdır. Adam hırsızlık yapıyor, yolsuzluk yapıyor, borsa spekülatifliği yapıyor, kumarbazlık yapıyor.

Efendim her türlü adi olayın içine giriyor. Her türlü suçu işliyor. Her türlü hakareti yapıyor. Küfür ediyor. Polise saldırıyor, askere saldırıyor, kamu görevlisine saldırıyor. Ama sen ona bir şey yapamıyorsun. Neymiş efendim? Milletvekilliği dokunulmazlığı varmış. Bence bu dokunulmazlıklar acilen kaldırılmalıdır.

Hele böyle üç beş tane Bu konuda ismi artık ayyuka çıkmış sözde milletvekilleri var. Milletvekilliğinden başka her melaneti yapıyorlar. Dokunulmazlık dosyaları meclise gönderiliyor. Ama rafta bekliyor dönem sonuna kadar. Sonra dönem bitiyor, yeni bir dönem başlıyor.

Ve ondan sonra ne yapıyor bu her türlü melanete buluşan, bulaşan sözde milletvekilleri, her türlü suça bulaşan, hakkında onlarca dava olan şunu biliyor. Bir daha milletvekili seçilemezse hapse girecek. Onun için ne yapıyor? Nereden milletvekili seçilecek seçilecekse oraya geçiyor.

 

Ya da kendi partisinde milletvekilliğini garanti altına alabilmek için polise saldırmaktan da, askere saldırmaktan da, yargı mensuplarına saldırmaktan da geri durmuyor. Her türlü pisliği de yapabiliyor. Onun için onun için diyoruz ki bu milletvekillerinin dokunulmazlığı bir an önce kaldırılsın. Bak siyasi suçlarla ilgili söylemiyoruz.

Sözünden dolayı konuşanlarla ilgili söylemiyoruz. Çünkü onlar kürsü dokunulmazlığına giriyor. Biz adli suç işleyen ve tırnak içinde diğer milletvekillerini tenzih ederek söyle söylüyorum. Milletvekilliğine hiç yakışmayan adiler için söylüyoruz. Bunların dokunulmazlıklarını kaldırın.

Kıymetli kardeşlerim, biz bu yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili başından itibaren ne dedik? Bir, bu tür süreçler hukuk demokrasi insan hakları ilkeleriyle yürütülsün. Bunlardan kesinlikle ayrılmasın.

Yani siyasi rekabetten dolayı birilerine sırf bu yüzden haksızlık yapılmasın dedik. Böyle bir şey olduğunu söylemiyoruz ama böyle bir şey olduğunu iddia edenler var. Böyle bir algı oluşmasına da müsaade edilmemelidir. İki, masumiyet karinesi korunmalıdır dedik.

Üçüncüsü de yargılamalar zaten şeffaf bir şekilde yapılıyor. Ama maalesef Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı başta olmak üzere üst düzey yöneticileri sanki bunların şeffaf yapılmadığı için ya da şeffaf yapılmadığı iddiasında bulunuyor. Efendim neymiş? TRT bunu yayınlasın.

Ya kardeşim TRT onu niye yayınlasın? Hangi mahkemeyi canlı yayınlamış TRT? Bu futbol maçı mı? Ne yani bu? Niye bunu canlı yayınlasın TRT? Ama bu gizli kapaklı yapılmıyor. Bu yargılamalar yapılırken orada çekimler yapılıyor zaten.

Lüzumlu olduğunda, gerekli olduğunda bunlar ilgili makamlara da veriliyor, kamuoyuyla da paylaşılıyor. Bu milletin tek gündemi siz değilsiniz. Artık bu davalarla ilgili konu mahkemelerin gündemindedir. Yargının gündemindedir. Milletin gündeminden de hızla çıkarılmalıdır.

Çünkü ülkemizin ve milletimizin daha önemli gündem maddeleri vardır. 

Şimdi CHP'nin bu milletle ne kadar kopuk olduğu, milletin değerlerinden ne kadar uzak olduğu ve maazallah bir yetkiyi iktidara ellerine geçirseler ne yapabileceklerini biz 23 Nisan'da Balıkesir'de CHP'li 6 Eylül Belediyesi'nin yaptığı direk dansıyla gördük değerli arkadaşlar.

Yani bu milletin inancından, kültüründen, maneviyatından, Türklüğünden, Müslümanlığından, Anadolu değerlerinden ne kadar kopuk olduklarını gördük. Ya bunu gerçekten bırak bir Müslümanı yemin ediyorum muhafazakâr bir Hristiyan yapmaz. Bunu yapmaz yani. Bir Rum yapmaz yani bunu.

Yani gerçekten hala Zihniyetlerinde bir değişiklik olmadığını görüyoruz. Ve Allah muhafaza etsin. İşte ellerine bir güç geçse işte bakın yerel yönetimlerde gücü buldu muydu? Neler yapabildiklerini gördüler. Küçücük çocuklarımızı o direklere çıkarıp bu tür gösteriler. Ben çocuklara bir şey söylemiyorum.

Onlara bunu yaptıran Ahlaksızlara söylüyorum. Namussuzlara söylüyorum. Şerefsizlere söylüyorum. Evet.

Efendim, milletten tepki gelince belediye açıklama yapıyor. Neymiş? Efendim kendi bilgileri dahilinde olmamış. İşte bunu düzenleyen görevliler bunu yapmış. Onlar da belediyenin görevlisi. Sen demek ki hangi zihniyette adam getirdiysen oraya, o da o zihniyetinin gereğini yapıyor. İşin şeyi bu. Sonuç ortada.

Onun için Milli Eğitim Bakanımız dedi ya bunu iktidara gelse tekrar başörtü yasağını getirirler diye hiç şüpheniz olmasın getirirler. Hiç şüpheniz olmasın. Nereden görüyoruz örneğini? Kıbrıs'tan görüyoruz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden görüyoruz. Özgür Özel demedi mi geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında? "Kardeş partimiz." dedi Kıbrıs'taki CTP için.

İşte o CTP ve onun uzantıları orada başörtü yasağını uyguluyor ve savunuyor. Onunla ilgili mitingler yapıyorlar. Şimdi bakma biraz Cumhuriyet Halk Partisi geçtiğimiz seçimden işte sağdan bazı partilerle iş yapıp altılı masayı kurup oyunu yükseltince sesini çıkarmıyor. Ama gücü eline geçirdiğinde ne yapabileceklerini biz biliyoruz. Onun için Allah muhafaza ediyoruz. Onun için beraberliğimizi korumak zorundayız. Günlük siyasi menfaatler bizim ülkemizin, milletimizin, inançlarımızın, kültürümüzün bu topraklarda ebedi olarak yaşamasının önüne geçmemeli arkadaşlar.

Büyük Birlik Partisi her zaman devletin varlığını, ülkenin bütünlüğünü, milletin birliğini, inancını kültürünü öne koymuştur. Bundan sonra da koyacaktır. Çünkü büyük birlik partililerin bir hedefi, bir gayesi, bir kızıl elması vardır. O da ila-i Kelimetullah için nizam-ı âlemdir.

Kıbrıs demişken biliyorsunuz Adada iki devlet var. Birisi Güney Kıbrıs Rum kesimi, diğeri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Şimdi bu adada yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bölgesinde yaşayan aynı nasıl bizim burada biraz önce bahsettik hainler var.

Orada da var. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin egemenliği altında yaşıyorlar. Türkiye'nin güvencesiyle, Türk milletinin güvencesiyle ama Rum sözcülüğü yapıyorlar. Rum savunuculuğu yapıyorlar. Sırf tıpkı başörtü düşmanlığı yaptıkları gibi.

Başörtüye düşmanlar, İslam'a düşmanlar, Türk kültürüne düşmanlar ama Rum'u Rum tezlerini savunuyorlar. Rum'la birlikte yaşamaktan bahsediyorlar. Ya kardeşim siz gerçekten Türk müsünüz? Müslüman mısınız? Ya da eğer öyleyseniz sizin aklınız başınızda mı ya? Siz çok mu kaçırdınız yani? Ne durumdasınız siz?

Ya 74'e gelen süreci yaşamadınız mı siz ya? Yani Mehmetçik oraya müdahale etmeseydi bugün adada Türk ve Müslüman diye bir kesim mi vardı? Mora'da yaşananları bilmiyor musunuz? Açın da bir okuyun ya Girit'te, Rodos'ta yaşananları. Mora'da 1800'lerin başında daha bir tane Türk Müslüman bırakmadılar ya.

On binlercesini öldürdüler. Kadın, çocuk, kız. Bir okuyun o Mora katliamını. Bir Selanik vahşetini bir okuyun. Morayı işgal eden Yunan Kuvvetleri'nin komutanı diyor ki: "Atım kaleye girdiğimde cesetlerin üzerine basarak gittim şeye kadar." diyor. Yani kalenin içindeki gideceği yere kadar.

Bütün ceset, kimin cesedi? Türk ve Müslüman naşı bunlar. Aynı hale getireceklerdi sizi 74'te Türkiye'nin müdahale etmeseydi, Mehmetçik müdahale etmeseydi. Dediğim gibi yani gafil yani bunlar bir de okumuş adamlar. Nasıl gafil de diyemem yani. Bu hainlikten başka bir şey değil. Açıkça söylüyorum. Onun için Kıbrıs bizim vazgeçilmezimiz, vazgeçilmezimizdir.

Velevki orada bir tane Türk ve Müslüman olmasa da Kıbrıs bizim için önemlidir. Ama oradaki kardeşlerimiz De asla vazgeçecek değiliz. Bazıları hainlik yapıyor diye biz geriye kalan yüz binlerce Kıbrıslı Türk'ü de yalnız bırakacak değiliz.

Kim ne derse desin, onlara sahip çıkmaya ve Kıbrıs'ı yavru vatan olarak muhafaza etmeye devam edeceğiz.

Ülkemizin 36 ilinde büyük bir don afeti yaşandı. Don felaketi yaşandı. İşte Malatya'da kaysılar dondu. Manisa'da üzümler dondu. Niğde'de elmalar dondu.

Amasya'da Eskişehir'de Sivas'ta buğdaya kadar vurdu. Karadeniz'de fındık. Şimdi Akdeniz'de limon efendim işte narenciye. Şimdi Tarım Bakanımız açıklama yaptı.

Dedi ki: "Bu don hadisesinde çiftçimiz ne kadar masraf etmişse o masraflarını vereceğiz. Zararlarını karşılayacağız." dedi. Güzel bir tarım bakanımız var. Çalışkan, kardeşimiz, dost Ben şunu söylüyorum.

Sadece çiftçinin yaptığı masrafı ödemek kafi değil. Olmaz, haksızlık olur. Ne elde edecekti? Onu da düşünmek lazım. Bu don olmasaydı çiftçimiz ne kazanacaktı?

Buğdaydan, kayısıdan, pancardan, üzümden, limondan, elmadan, fındıktan En azından bunun yarısını çiftçiye ödemek gerekiyor. 

Çiftçimizi mağdur etmemek gerekiyor. Zaten çiftçilik yapan azalıyor. Köyler boşalıyor. Ve gıda fiyatları maalesef dünyanın tam aksine Dünyada düşerken bizde yüzlerce kat yükseliyo

Hal böyleyken bizim çiftçiyi, üreticiyi desteklemekten başka çaremiz kalmıyor. Tekrar tüm çiftçilerimize de geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.



Haber Editörü

Vedat Kan

vedudi25@gmail.com
Yorumlar (0)

GÜNDEM

Haberi Sesli Oku