Yazar Hasan Mücahid Sefer makaleleriyle tekrar sizinle
4 Ocak 1961 yılında “212 sayılı kanun” adlı düzenlemenin Resmî gazetede yayınlanışının ardından 10 Ocak günü gazetecilerin kutlama günü olmuştur. O tarihinden bu yana farklı dönemlerde değişik isimler altında gazeteciler günü kutlanırken gazetecilerin en önemli günü olarak karşımıza çıkıyor. Bu vesileyle bende tüm çalışan gazetecilerin gününü kutluyor ve gazeteciler için daha hür, özgür, kaygısız ve refah dolu yıllar diliyorum.
Bu dileklerimin altında gazetecilerin bugün hür ve özgür olmadığı sonucun çıkarılmamasını özellikle istirham ediyorum. Bugün hür ve özgür basın denildiğinde ne yazık ki siyasetin basın üzerinde bir vesayetinin olduğu algısı akla gelmekte. Oysa ki basının hür ve özgür olup olmaması tamamen kendi elindedir. Unutulmamalıdır ki etkin ve liyakatli basın kuruluşları siyaset ve karar alıcılardan medet ummazlar. Tam aksine bunlardan medet umanlar aslında hürriyetlerini, özgürlüklerini kendi elleriyle siyasete ve karar alıcılara teslim ederler ve bundan da şikayet etme hakları da ortadan kalkmış olur. Dünya’nın birçok yerinde basına müdahaleler söz konusu olmaktadır elbette ve bununla mücadele de yine basının kendisi tarafından verilmelidir. Bu da ancak liyakatli ve ehliyet sahibi gazeteciler ile mümkündür.
Almanya’daki yerel Türk basını üzülerek ifade etmeliyim ki bu konuda çok yetersiz. Şöyle bir baktığımızda Almanya genelinde “gazeteci” olarak çalışanların sayı 120 civarında iken bunların içinde gazetecilik eğitimi almış olanların sayısı 5’i geçmiyor. Buna rağmen 120 kişi de aynı saygıyı, itibarı ve muameleyi görmek istiyor. Kalem tutmayı az çok bilmenin, bilgisayar klavyesini tuşlamayı becerebilmenin gazetecilik kriteri olarak yeterli sayıldığı ve yapacak iş bulamayanların gazeteciliğe soyunduğu bir ortamda elbette dış desteğe bağımlı kalmak ve destek gelmediğinde de yaygara koparmak kaçınılmaz hale gelir.

Neyse gelelim asıl mevzumuza. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü vesilesiyle Berlin Büyükelçiliğinde de bir etkinlik düzenlendi. Birçok eyaletten farkı basın kuruluşlarından gazeteciler etkinlikte hazır bulundu. Çok af edersiniz gazetecilere haksızlık yapmayalım, gazetecilikle ilgisi olmayanların da orada olduğunu ve neden orada oldukları hakkında hiçbir fikrimin olmadığını da söylemeden geçemeyeceğim. Elbette gazeteci olmayanlar da etkinlikte olabilirler fakat en azından bu kişilerin aile fotoğrafında yer almamaları beklenir. Burada ise bu kişilerin Sayın Büyükelçinin tam yanında oldukları ve neredeyse onu çevrelediklerini görünce şaşkınlığımı gideremedim.
Asıl şaşkınlığı ise bu fotoğraf karesine daha yakından baktığımda yaşadım. Burada isimlerini tek tek zikretmeyi dahi münasip görmediğim kişilerin kimi ağır suç işlemiş ve işlediği bu suçlar bizzat Sayın Büyükelçi tarafından bilinen, diğeri 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası çeşitli olumsuz algı operasyonlarında ve itibar suikastında bulunmuş, kimileri sosyal medya hesaplarından, televizyon kanallarından başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devletimizin çeşitli kurumlarını açıkça tehdit etmiş kişilerden oluşmakta olduğunu gördüğümde gözlerime inanamadım. Bir basın kuruluşunun kendilerine destek vermeyen kurumları ve cumhurbaşkanını televizyon kanallarından tehdit etmesi, itibarsızlaştırması elinde bulundurduğu basın gücünü kötüye kullanması ne basın etiğine nede ahlaki değerlere sığmayan bir tutumdur.
Tüm bu aktardığım bilgilerin delillere dayalı olduğunu sanırım ifade etmeme gerek yoktur. Kaldı ki gazetecilik işte tam da bu değil midir?
İspatsız ve delilsiz sadece varsayımlara ve dedikodulara dayanarak haber yapmamak etik kurallar olarak geçmez mi?
Belge ispata dayalı tüm bu bilgiler Sayın Büyükelçi’de ve İletişim Müşavirinde de olmasına rağmen bu kişilerin neden devletimizin Almanya’daki en üst makamı olan büyükelçiliğe davet edildiklerini sormak da bir gazetecilik görevi değil midir?
Tekraren belirtmekte fayda var. Bu kişilerle asla ve kata kişisel hiçbir sorunumun olmadığını sadece devletini ve milletini kırmızı çizgisi olarak gören bir kişi olarak kafa karıştıran bu tabloya bir cevap aradığımı tekrar ifade etmek isterim.
Berlin Büyükelçiliğinde çekilen o “tarihi” fotoğrafın sosyal medyada yayınlanmasının ardından çeşitli eyaletlerden birçok gazeteci ile yaptığımız görüşmelerde kendilerinin davet edilmediklerini öğrendim. Davet edilmeyen gazetecilerin “davet edilmememizin sebebi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sevmemiz ve milli çizgide olmamız sebebiyle olabilir mi” diye sormaları davet edilen kişilerin İletişim Müşaviri Hasan Kocabıyık tarafından hangi kritere göre seçtiği sorusunun sorulmasına sebep oldu.
İletişim Müşaviri Hasan Kocabıyık’ın ayrıca Sayın Cumhurbaşkanımıza hakaret ve tehdit eden kişilerle aynı gün özel olarak görüşmesi ve fotoğraf çektirmesi neyle izah edilebilir?
İletişim Müşavirinin Cumhurbaşkanına dahi karşı bir tutum içerisinde bulunmasının arkasındaki öz güveni merak etmiyor değilim doğrusu.
Öyleyse; yaklaşan genel seçimler öncesi daha önce yukarıda ifade ettiğimin bu kişiler işledikleri suçlar ve tutumları sebebiyle büyükelçilikte etkinliklere davet edilmezken ne değişti de şimdi davet edilir oldular? Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz genel seçimlerde “bu seçimler bir beka meselesidir, bağımsızlık mücadelesidir” derken bu söylemi abartı bulanlardan biri olarak asıl önümüzdeki seçimlerin “Ya tam bağımsızlık ve esaret” olduğunu iddia ediyorum.
9 Ocak 2023 Pazartesi günü Fırtına Obüsleri teslim töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı bilgiler asıl gelecek seçimlerin son 20 yılın en önemli seçimi olduğunu ortaya koymuştur. Son 20 yılda yapılan tüm yatırım ve ARGE çalışmaların meyvesinin alınacağı, Türkiye’nin savunma ve askeri alanda tam bağımsızlığını kazanacağı süreçte Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi tüm bu çalışmaların rafa kaldırılması ve Türkiye’nin yeniden dışa bağımlı olması anlamı taşımaktadır.
Tüm bu bilgiler ışığında cumhurbaşkanını eleştirmekten çok daha ileriye giderek işi tehdit etmeye kadar götüren kişiler daha önceki dönemde Büyükelçiliğe davet edilmezlerken şimdi ne oldu da davet edilir oldular? Bu kişilerin davet edilmeleri üzerinden ne gibi bir mesaj verilmek isteniyor? Hiç kimse kusura bakmasın ne Berlin Büyükelçisi nede İletişim Müşaviri bu konuda hiçbir mazeretin arkasına sığınamaz ve bu konuda bilgimiz yoktu diyemez. Devletimizin Almanya’daki en üst makamı böylesi bir zafiyet gösteremez ve bilmiyorduk diyemez. Hatta bu bilgilere sahip iken sığınacakları hiçbir mazeret de olamaz.
Seçim demiştim; söyle son dönemdeki olayları bir düşünüyorum ve Büyükelçilikteki skandal etkinliğin yanı sıra vatandaşlarımızın başkonsolosluklarda yaşadıkları olumsuzluklar geliveriyor aklıma. Özellikle son 6 ayda vatandaşlarımızın başkonsolosluklarda karşılaştıkları kötü muamelelerden kaynaklı şikayetleri ve “20 yıl öncesine mi dönük” serzenişleri geliyor aklıma. Başkonsolosluklarda çalışanların vatandaşlarımıza üstten bakma, azarlama vs. gibi eski Türkiye alışkanlıklarına geri dönülmesi neyin alametidir. Bu şikayetler Berlin Büyükelçisi tarafından bilinmekte midir? Her ehil gazeteci gayet iyi bilir ki hiçbir konsolosluk çalışanı Büyükelçinin talimatı dışında hareket edemez ve büyükelçinin istemediği bir davranışta bulunamaz. Bulunan olura da derhal soruşturma başlatılır ve gereği yapılır. Peki yaşanan örneklerde böyle bir durum da söz konusu olmadığına göre ne yapılmak isteniyor? Seçim arifesinde vatandaşlarımıza yaşatılan bu olumsuz muamele ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı bir olumsuz hava mı estirilmek isteniyor? Yani kısacası mesele sadece bir “Çalışan Gazeteciler Gününü” değil. Mesele sanıldığından çok daha ciddi.
Sevgili dostlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı bilerek veya bilmeyerek yürütülen olumsuz algı operasyonuna ilişkin diğer gelişmelere, cumhurbaşkanının gücünü kullanarak kişisel menfaat elde edip ardından seçim arifesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sırtından vuranlara, büyüklerim yapıyorsa bende yaparım değip eşine hak etmediği maaşı başlatanlara da bir sonraki yazımda değineceğim.
Şimdilik kalın sağlıcakla.
Hasan Mücahid Sefer