Ömür dedikleri, doğumla açılan, ölümle kapanan bir defter… Ama biz o defterin sayfalarını kıymetli hatıralarla değil, boşa geçirilmiş günlerle doldurduk. “Bir gün yaparım” diye diye yarınları harcadık, “daha vakit var” diye diye ömrü tükettik.
İlk gençliğimizde “ileride rahat ederiz” diye kendimizi ezdik; orta yaşta “zaten geçti” diye saldık. Hayallerimizi ucuz bahanelere, dostlarımızı telefona bakmamazlıklara, sevgimizi ise “sonra söylerim” ertelemelerine kurban verdik. Hep yarını bekledik, ama yarın dediğin, kapıdan girerken pencereden kaçtı.
Bir bakıyoruz, ömrün yarısı “yetişme telaşı”nda, diğer yarısı “geç kaldık” pişmanlığında gitmiş. İlkini hoyratça harcadık, ikinci bir ömür hakkımız yok. Ama içimizde hâlâ “keşke” yerine “iyi ki” diyebileceğimiz günler kalsın istiyoruz.
Usta, bize bir ömür daha lazım… Bu defa plan yapmadan yaşamak, sevdiğimizi hemen söylemek, özrü vakit geçmeden dile getirmek için. Çünkü öğrendik ki, hayatı ertelemek, ölümü erkene çekmekten başka bir şey değilmiş.