Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt’a Masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki; “Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Grup Başkanlığına ver, gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve gurupça kapanmasına delalet et. Seninde bu iş de büyük şeref payın olacaktır.”
Böylece Bozkurt, Paşa’nın istediği şekilde bir konuşma yaptı.
Meclis’teki masonları bir telaştır aldı.
Bunun üzerine Şükrü Kaya, Kazım Özalp, Mahzar Germen Katib-i umumi Recep Peker’e yalvar yakar oldular.
Ertesi hafta Recep Peker geldi ve kürsüye çıkarak şu müjdeyi verdi:
“Arkadaşlar; bugünden itibaren Türkiye’de Masonluk kalmamıştır ve bütün localar kapanmıştır.”
Salon “KAHROLSUN YAHUDİ UŞAKLARI!” sesleriyle inliyordu.
Grup dağıldıktan sonra masonlar, doktor Mim Kemal’i önüne katarak Atatürk’ün makamına çıkmışlar; “Efendim biz zaten maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız” demişler.
Atatürk’te karşılık olarak; “Peki bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve metbuunuzun ismi nedir?” diye sormuş.
“Biz Cenova’ya tabiiz ve reisimiz de Barca Mison Cenaplarıdır.” demişler.
Bunun üzerine Atatürk çok öfkelenmiş;
“HAYDİ DEFOLUN BURADAN, CEHENNEM OLUN GİDİN, YAHUDİ UŞAKLARI!
Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çıfıt Yahudiye uşak mı olacağım?
Bu gece sabaha kadar Türkiye’deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi’ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!“ diyerek onları kovmuştur!
Korkudan üç buçuk atan satılık masonlar durumu İstanbul, İzmir ve Adana’ya bildirir ve sabah olmadan tüm localar kapanır.
Mustafa kemal Atatürk, yukarıda belirttiğimiz konuşmaya ek olarak 10 Ekim 1935 tarihinde Ankara’da Çankaya köşkünde doktor Mim Kemal Öke’ye hitaben şunları da ekliyordu:
“Mason cemiyetinin faaliyetini inkılaplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeğe teşebbüs etmeyiniz” demişti…
BİR DRAM
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Türkiye Mason Cemiyeti’ni kapattırdığı için Yahudi Masonlar zehirledi.
Plan Kremlin’de yapıldı, Türkiye’de uygulandı… Egenin ve Balkanların tanınmış kıdemli komünist mübeşşiri Varnalı Bulgar Yahudilerinden 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas, Yunan komünistlerin yayın organı Laiki Foni (Halkın Sesi) Gazetesi’nin 1 Ağustos 1948 tarihli nüshasında yazdığı anılarda şöyle dedi:
“1937 yılının ortalarında, ismini açıklayamayacağım bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak Atatürk’e ilk darbeyi sinir organlarını zaafa düşürmek sureti ile indirdi.
Etrafında çember meydana getirdiğimiz Sarı Lider, kendiliğinden bu çemberin içine girip hayatını bize teslim etti.”
Atatürk’ün ölümünden sonra Niğde Milletvekilliği yapmıştır. Prof. Dr. N.Fissenger, hükümet tarafından Paris’ten getirilmiştir.
8 Eylül 1938 tarihinde bir gün önce yaptığı muayeneye göre Prof. Dr. Ömer Neşet İrdelp ile birlikte düzenledikleri rapor uzun yıllar sonra ortaya çıkmıştır.
Fissenger ayrı teşhiste bulunmasına rağmen Atatürk’ün ölüm raporunda, diğer doktorlarla aynı görüşteymişçesine yazılmıştır.
Muhtemelen Paris’ten getirilen ilaçların temin yeriyle de ilgisi vardı.
SARI LİDER’İ ÖLDÜRME KARARI ALINIYOR
Varnalı Bulgar Yahudisi 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas Türkiye Mason Cemiyeti’nin kapandığını Moskova’da bir toplantı sırasında öğrendi. Sinirlerine hakim olamayarak şunları söyledi;
“O Sarı Lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır. Mefkuremize imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür!…”
Türkiye’nin ikinci Mason lideri Kimyager Mustafa Hakkı Nalçacı, acilen Kremlin’e davet edildi.
Nalçacı Moskova’ya korkarak gitti.
Başına bir hal gelmesi halinde Kremlin’in Çankaya’ya siyasi baskı yaparak serbest bırakılmasının sağlanmasını istedi.
Kremlin, Nalçacı’ya garanti verdi, verdiği teminatlarla onu rahatlattı.
Kremlin’den aldığı taahhütlerle korkusu geçen Nalçacı, işi ileri götürerek Atatürk’ün öldürülmesinden sonra Nazım Hikmet başkanlığında bir hükümet kurulmasını istediyse de, Kremlin “Mareşal Çakmak’ın tabancasına hedef olunacağı” itirazı ile Nalçacı’yı frenledi.
Varnalı Bulgar Yahudisi Farmason Avram Banaroyas ve Türkiye’deki masonları ikinci lideri Mustafa Hakkı Nalçacı Kremlin yetkilileri ile toplantıdayken, yapılan konuşmaları Yunanlı gazeteci Apostolos Grasoz, ünlü Sovyet despotu Laurenti Beria ile birlikte yan odada ses alma cihazıyla takip ediyorlardı.
Bu konuda Avram Benaroyos, “İlk anlarda Kemal Atatürk’ü silahla ortadan kaldırmayı düşündük.
Ancak, doktorlarımız Atatürk’ün ölümünün ani oluşunu tehlikeli gördüklerinden, Kremlin’in istediği ‘esrarengiz ve kendine göre esrar arz edecek ölüm’ kararına uyduk.
Mason biraderler cemiyetimiz kapatıldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi O’nun her hareketini alkışladılar. Atatürk’te zaman zaman burun kanamaları, baş dönmeleri, istifralar karşısındaki arkadaşı tanımamazlıklar kendini göstermeye başladı.” şeklinde yazdı.
Benaroyos 1 Ağustos 1948 tarihli Yunan Halkın Sesi (-laiki foni) gazetesinde bunları yazarken, Yunanlı Gazeteci Apostolos Grazos da Halk Cephesi (Laiki Metopo) gazetesinde 1-5 Eylül 1949 tarihlerinde yazdığı seri yazıda şu görüşleri dile getirdi;
“Filistin Siyon kolonilerini meydana getirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nu parçaladık. Bundan sonra yapılması elzem olan üç vazife daha vardı.
Bunları seri olarak tatbik etmek icap ediyordu ki; Doktor Abrayava ve Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar.
Bazı Avrupalı tıp dahileri, siroz mütehassısları, Sarı Lider’in hastalığı ile meşgul olmak istediklerini Türk hariciyesine bildirmişlerse de; Türkiye’deki mukaddes üçgenimiz, meydana getirdikleri muhkem mevki ve selahiyetlerini cemiyetimize muhalif olanlara Sarı Lider’in tedavisinde vazife vermemekle bize pek ala ispat ettiler.”
KİMLER MASONDU?
Atatürk’ü tedavi eden doktorlar arasında: Mim Kemal Öke, Prof. Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı masonluğu alenen bilinenler arasındadır.
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da masondu.
Devrin mason yöneticilerinden (Türkiye Locası) Dr. İsmail Hurşit, Muhittin Osman Omay kapatma kararı tebliğ edilenler arasındadır.
TEDAVİ EDEN DOKTORLAR
Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve
Prof. Dr. Nihad Reşad Belger Atatürk'ü tedavi eden müdavi (sürekli) doktorlardı.
Prof. Dr. Akil Muhtar Özden,
Prof. Dr. Süreyya Hidayet Sertel,
Prof. Dr. Mim Kemal Öke (adı sürekli tedavi edenler arasında da geçmektedir),
Prof.Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı,
Dr. Mehmet Kamil Berk,
Prof. Dr. Mustafa Hayrullah Diker ise gerektiğinde sürekli doktorların danıştıkları danışman hekim olarak görev yapmışlardır.
Sağlık Bakanı Dr. İ. Refik Saydam idi.
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Asım Arar idi.
Bunların dışında, Paris'ten Prof. Dr. N. Fissinger (3 defa), Berlin’den Prof. Dr. Von Bergman, Viyana’dan Prof. Dr. H. Epinger isimli üç yabancı doktor da Atatürk'ün tedavisinde görev almışlardır.
ATATÜRK’ÜN HASTALIĞI… KONAN TEŞHİS VE UYGULANAN TEDAVİ
Atatürk’ün hastalığı, konan teşhis ve uygulanan tedavi Varnalı Yahudi Farmason Acram Benaroyas, Atatürk’e ilk darbeyi 1937 yılı ortalarında indirdiklerini söylerken, bundan birkaç ay sonra Aralık 1937'de Yalova’da Atatürk’ü resmen muayene eden Prof. Dr. Nihat Reşat Belger ilk teşhisi “karaciğer üç parmak kadar büyümüş ve sertleşmiştir” diyerek koydu. Oysa, Benaroyas’ın söylediği aylarda Atatürk kaşıntıdan muzdaripti.
Çankaya’da bir akşam doktorun biri kaşıntıların karınca ısırması sonucu olduğunu söyledi.
Atatürk, “Ben geceleri kaşınıyorum, karınca yatak odama kadar girer mi?” diye sorunca, aynı doktor “evet” cevabını verdi.
Köşkte et yiyen cinsten küçük kırmızı karıncaların varlığı söylentisi yayıldı. Hatta böyle karıncalardan bulunduğu tespit edildi.
Atatürk’ün İstanbul ve Yalova’da olduğu bir sırada Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Asım Arar’a telefon ederek “Köşkü karıncalar bastı, Atatürk kaşıntıdan şikayetçi, bir çare bulun.” dedi.
Doktor ve diğer sıhhi personelden oluşan 8 kişilik karınca arama ekibinin çalışmalarını Dr. Nuri Refet Korur “evet kırmızı renkte küçük karıncalar gördük” diye açıklamıştı.
İlgili mütehassıslar da; bu tip karıncaların Çin’den Avrupa’ya geldiğini ve etle beslendiklerini söylemişlerdi.
Karınca hikayesini bilen Atatürk, Dr. Velger’in karaciğerle ilgili teşhisini ve kaşıntının sebebinin bu olduğunu duyunca şaşırmış, ama belli etmemişti.
Atatürk’ü yavaş yavaş öldürme planı hızla işliyor, Atatürk’ün hastalığının teşhisi ile ilgili farklılıklar Atatürk’ün ölüm raporlarına bile yansıyordu.
Atatürk’ün fenni rapora geçen hastalığı “Alkole bağlı siroz” olarak tanımlandı.
Oysa aynı rapora imza atan doktorlardan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, daha sonra “bunu kati olarak kestirmek mümkün değil” diyerek “hipertrofik siroz” tanısına yöneliyordu. Yani alkole dayanmayan (sıtma) siroz..
30 Temmuz 1938 Cumartesi günü Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Atatürk’ün kalbinin kuvvetli olduğunu düşünürken, 4 gün sonra kalbi kuvvetlendirici iğne yapılmasına karar veriyordu.
Dr. Asım Arar ise, Dünya Gazetesi’ndeki mülakatında Atatürk’ün hastalığı ile ilgili olarak “karaciğer kifayetsizliği”nden şüphelendiğini bu şüphesini “söylenmesi icap eden” kişilere söylediğini, bu kişilerinse, böyle bir ihtimalin mevcut olmadığını söylediklerini bunun üzerine ise kendisinin daha ileri gidemediğini söylüyordu.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’da, Dr. Arar’ın söylediği türden birinin Atatürk’ün çevresinde bulunabileceğine inanmanın kendisi için güç olduğunu söylüyordu.
31 Temmuz 1938 günü Viyana’dan gelen Prof. Dr. Eppinger Atatürk’e çiğ yemiş kürü uygulayarak bol bol kavun karpuz yedirmiş, ertesi gün Almanya’dan getirilen Prof. Dr. Bergman’da Atatürk’e rendelenmiş elma yedirtmiştir.
Daha sonra da bu iki doktor bir araya gelerek damar tıkanıklığını düşünerek Atatürk’e Salygran şırıngası uygulamaya karar vermişlerdir.
Aynı gün yapılan konsültasyonda bu Alman ve Paris’ten getirilen Prof. Dr. Fissinger ise yukarıdaki doktorlardan farklı olarak Afyon mürekkepleri ile şibih kalevilerin (alkoloid) verilmesini uygun görüyordu.
Zehirlendiğini anlamıştı Atatürk, Afet İnan’a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu;
“Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir…. Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger’i getirtti.”
ÖLÜM SEBEBİ ALKOL DEĞİL
Atatürk’ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması olarak gösterilirken, İkinci raporda ise alkolle ilgili karaciğer iltihabı neden olarak gösterilmiştir.
Bu çelişkiye rağmen; Atatürk’e biopsi de otopsi de yapılmamıştır.
Alkole bağlı siroz olabilmesi için en az 15 yıl süre ile günde en az 3 kadeh alkol alınması gerektiği bilinirken, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç içki içmediği, daha sonraki yıllarda da aşırı içki içmediği, karşısındakilere içirdiği söylenmektedir.
Salyrgan (civalı ilaç)’ın Atatürk’ün tedavisinde “ajan tedavi ilacı” olarak kullanıldığı, aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ilaçla ağır ağır zehirlenerek öldürüldüğü ortaya çıkmıştır.
Öte yandan Atatürk’ün daha evvel sıtma geçirdiği bilinmesine rağmen karaciğer ve dalağı yıpratan Kinin ve Atebrin gibi ilaçlar bol miktarda kullanılarak ölüm çabuklaştırılmıştır.
Sadece 1937 yılında İstanbul Eczanesi’nden Atatürk için 43 kutu kinin ilacının alınmış olması buna iyi bir örnektir.
Tarih 10 Kasım 1938. Tüm Türkiye, Büyük Türk Devleti’nin kurucusu, Millet’in Atası Mustafa Kemal’in ölüm haberi ile üzüntü içerisinde, keder içerisinde!
Ama aynı kederi duymayan hainler, elbette ki yaptıkları işten gurur duyarak, iğrenç emellerini büyüklerine anlatmakta…
Büyük Millet Meclisi’nde Atatürk’ün ölüm raporu gündeme geldiğinde, 1935 yılında kapatılan ancak Meclis’ten tam olarak arındırılamayan masonlar ortaya bir fikir atarlar:
“Efendim, gençlerimize terbiye olur, onun alkol ve sigaradan öldüğünü duyuralım.” derler ve ortada doktor raporu varken ne hikmetse bu böyle kabul edilir.
Bunun arkasından Yeşilay icad edilir, bu olaylar da tarihteki yerini böylece alır.
TARİH SAYFASI