Bir Şehir Böyle Batırılır MIŞ…
Bir Şehir Böyle Batırılır MIŞ…
Psikolojimiz, moralimiz, hevesimiz ve hatta yarınlara bakış açımıza dahi prangalar vurulmuş. Düşüncelerimiz sallantılı, hayallerimiz gel-gitli ve umudumuzu yitirmesek te o bile yarım kaldı. Sanki ramazan ayındayız ve oruçlu olarak iftar saatini bekler gibi bir ruh halimiz var. Uçmaya can atıyoruz ama kanatlarımızı kaldıracak dermanımız takatimiz kalmamış gibi.
Yastayız; kaybettiğimiz değerlerimiz var. Gerçekleri görmeye başladığımızdan dolayıdır ki kazancımız daha fazlası, ancak kaybolan değerlerimizin yerine yenilerinin alması zaman istediğinden, belki de biraz ondandır ruh halimizin sallantılı olması. Her şeyden ama her kesten umardım da, senden ummazdım dediğimiz hayal kırıklıklarımız var bizim.
Oturmuşum yine penceremin önüne, bu sefer manzara daha bir karmaşık. Ne çay tat veriyor damağıma, ne de yazmayı planladığım konu. Geceden kalan “tek yürek” gururu bile gideremedi tatsızlığımı. Bir kez daha haklı çıkmanın sıkıntısını yaşıyordu aptal beynim. Hâlbuki ne de çok isterdim normal bir hayatımın olmasını. Bakkala gidip ekmek alıp, çayın yanında biraz peynir ve birkaç zeytin, işte hayat bu dercesine. Kimseleri tanımadan gördüğüm herkese merhaba demeyi ne çok isterdim. İnsan olduğunu gördüğüm için, adamdır dercesine… Nereye dönsem bir çıkar tezgâhı, nereye dönsem bir alavere sergisi. Masumiyetimizi hepten mi kaybettik biz. İnsan suretinde kim bu acaba diye sorguladığımız.
Bizim buraların bir lafı vardır. Eskilerimizin taşı gediğine koymak için sıraladıkları kapak laflardan biri; “kime iyi dedik ise, haçı boynundan çıktı” diye. İşte şu an yaşadığım tam da bu hayal kırıklığının ta kendisi. Ara ara gördüğüm manzaralardan şüphelenmedim değil, yapılan icraatlardan ve atılan adımlardan bulmacanın dizilişini sezmedim değil ama o kadar çok severdim ki, belki de toz konduramadım. Dayanamayıp ucundan yazmıştım bir ara ama gerçekten çok belli oluyordu, sıkıntının bu aşamaya geleceği. En büyük örneği bu olacaktı, bu şehrin sıkıntılara sokulacağının.
Çok değil daha birkaç gün önce yazdık “fatura bu şehire ödettirilecek” diye…
Taaaaa geçen seneden ima edip, yazmıştık “aman ha dikkat” diye…
Kimin umurunda ki;
Hani Nasrettin Hocanın et ve kedi hikâyesi var. Hoca canı kıyma çeker kasaptan bir kilo kıyma alır ve hanımına “akşama şöyle güzel bir kıyma yapıver de yiyelim” der. Ve çarşıya gider, komşuları hocanın hanımına misafirliğe gelince evde bir şey bulamayan Nasrettin Hocanın Hanımı evdeki eti komşularına yemek yapar ve akşama hocaya bir şey kalmaz. Hoca akşam eve geldiğinde eşine ne söyleyeceğini bulamayan hocanın hanımı “işe daldığım bir anda kedi eti yedi” diyerek kendisini kurtarmak ister ve hoca da bu durumdan şüphelenerek hanımına kediyi getirmesini söyler. Kediyi kucağına alan hoca tartıda kediyi tartar ve bakar ki tam bir kilo. Hoca hanımına dönerek; Hanım, der. “bu kedi şu anda tam bir kilo geliyor. Bu kedi ise et nerede, et bu ise bizim kedi nerede? Diye.
Bir şeylerin Başkanı olan kardeşimiz, ertelenen bu şehrin yüz akı olarak bildiğimiz ama Sovyet Rusya’sında dahi görülmeyen bir demir perdenin arkasında saklanan ve “ticari sır” olarak yine bu şehrin halkından korunan! “Kurumun” durumunu allayıp-pullayarak basına aksettirmiş.
Ne demiş;
Ticari bir kazanç ile borçlarımızı ötelettirdik.
Biz çok kârlıyız.
Hissedarlarımızın menfaatlerini korumak uğruna falan-filan…
Bütün dünyada ölmez bitmez bir sektör olarak görünen ve inşaat sektörünün en can alıcı konumunda bulunan harcımız da, ne yazıktır ki sulandırılmış oldu. Bütün Dünya gerçek manada kâr ederken bizim harcımızın sulandırılması nedendir bilinmedi gitti. Harcın başında olanlar bu durumu gerçekliği ve tüm çıplaklığıyla kamuya anlatmadıkları gibi suyu bulandırmak içinde ellerinden geleni yapmışlar. Durum sadece bunu gösteriyor. Yoksa bir şehrin yüz akı olan bir kuruluşun böylesine acemi bir beyanat ile çelişkide bırakılması söz konusu olamazdı. Kârdayız derken, bu borç neyin nesi?
Kedi burada ise et nerede, et burada ise kedi nerede…
Dünya kâr ederken siz neden zarar ettiniz ki? Ve bundan bu şehrin haberdar olmasını kim veya kimler neden engelledi?
Çok soru var ve demir perdenin ardında saklanan gerçekler. Elbette ki bu halk merak ediyor, bir de bu işin vekâlet boyutu var. Eğer ki doğru ise o vekâletleri verenlerde alanlarda nasıl bir yol izleyecekler ve bu durumun adına (hisse satışları/devirleri dâhil) kanunen ne deniyor, ne yapılması gerekiyor kalmayan zaman gösterecek ama bu şehir bir kez daha birilerinin egosunun kurbanı oldu.
Hem de hiç tahmin dahi etmediklerimizin.
Ne mi olacak?
Öncelikle bu saatten sonra hiçbir firma, şahıs veya kurum/kuruluş, bankalardan finans kurumlarından “kredi veya destek” tarzında bir şeyler beklemesin derim. Ya da çok zor.
Ne olurdu yanılsaydık, yerlere sarılarak özür dileseydik, ben razıyım.
Maalesef;
Bir şehir işte böyle batırılıyor.