Bakıyorum da… Daha dün bir bugün iki. Siyasi atmosferde birileri, yelkenlerinde biriken rüzgârı kendi kudretleri sanmaya başlamış. Öyle bir özgüven patlaması ki, sanki gemiyi yürüten rüzgâr değil de kendi nefesleri! Herkes kendi küçük pusulasına kafa göz dalmış durumda. Kimse rotaya bakmıyor, kimse geminin nereye gittiğinin farkında değil. “Siyasi irade” diye sunulan şey de çoğu zaman kişisel hesapların süslü cümlelere büründürülmüş hali.
Parti içindeki bu tablo, daha önce defalarca yaşanan ama bir türlü ders alınamayan bir sahneyi hatırlatıyor: Aynı masada oturup farklı oyun oynamak. Aynı gemide olup farklı kürek çekmek. En tehlikelisi de herkesin kendi yönünü doğru, diğerlerinin yönünü ise kusurlu görmesi. Hal böyle olunca, kuru bir esinti bile fırtına niyetine algılanıyor ve ayrılık rüzgârları da erken esmeye başlıyor.
Son günlerde özellikle dikkat çeken şey, görevleri gereği uyum içinde çalışması gereken kadroların bile ayrı telde çalması. Genel başkan yardımcısının bir açıklaması başka yönde, il yönetiminin çıkışı bambaşka bir yönde. Ortada ortak akıl yok, ortak bir dil yok, ortak bir duruş hiç yok.
Bu ahenk bozukluğunun nedeni sadece fikir ayrılığı değil. Çünkü fikir ayrılığı demokrasinin doğasıdır. Buradaki mesele, her bir aktörün ortaya koyduğu farklı yönelimlerin, partiyi büyütmek yerine kişisel etki alanlarını genişletme motivasyonuyla hareket ediyor olması. Yani pusula ortak değil, herkes kendi pusulasını merkeze koymuş durumda.
Kimi “Benim dediğim doğru” diye tutturuyor, kimi “Zaten beni kimse durduramaz” edasıyla çıkış yapıyor. Sonuç? Birbirini dinlemeyen, birbirine dokunmayan, birbirinin durduğu yeri anlamayan bir yönetim görüntüsü.
Siyasette uyum önemlidir; ama kör bir uyum değil, ortak hedef etrafında birleşmiş bir uyum. Bugün gelinen noktada, yöneticilerin ortak hedefe değil, kendi gündemlerine yöneldiği apaçık ortada. İletişim kopukluğu öylesine belirgin ki, sanki birileri örgütün kapısına “Herkes kendi enstrümanını çalsın, orkestraya gerek yok” tabelası asmış.
Örgüt içindeki çatlak sesler bir süre sonra sadece parti içinde değil, dışarıda da algı sorunu oluşturur. Halk, yöneticilerin uyumsuzluğunu fark ettiğinde “Bunlar kendi aralarında anlaşamıyor, ülkeyi nasıl yönetecekler?” sorusunu sormaya başlar. Bu soru da siyasi maliyeti yüksek olan bir sorudur.
Erken esmeye başlayan ayrılık rüzgârları da tam bu noktada güçlenir. Çünkü birileri rüzgârı fırsat sanır, birileri fırtına bekler, birileri de gemiyi terk etmeye niyetlenir. Oysa siyaset, ilk savrulmada düşecek zayıflıktaki kadroları kaldırmaz.
Bu noktada sorulması gereken temel soru şu: “Bu parti nereye gidiyor ve bu yönetim hangi rotayı savunuyor?” Eğer bu sorunun cevabı ortak değilse, rüzgâr ne kadar güçlü olursa olsun gemi ilerlemez. Çünkü yönetenler arasında birlik yoksa, başarı tesadüf bile olmaz.
Örgüt içindeki uyumsuzluk, sadece yöneticilerin birbirini dinlememesiyle sınırlı kalmaz. Bu durum aşağıya, yani parti emekçilerine ve seçmene de yansır. Sokağa çıkıldığında herkes farklı bir açıklama yapıyorsa, her yöneticinin kendi çizgisi varsa, seçmenin güven duygusu erir.
Bu nedenle genel başkan yardımcısının başka telden, il yönetiminin başka telden çalması sadece küçük bir detay değil; büyük bir yapısal sorunun açık göstergesidir. Siyasi irade bireysel çıkışlarla değil, ortak akılla güçlenir. Yoksa herkesin kendi bildiğini okuduğu bir yapı, dışarıdan bakıldığında dağınık, içeriden bakıldığında çatlak, seçim zamanı bakıldığında ise yetersiz görünür.
Siyasette kişisel çıkışlar bir yere kadar kabul edilebilir; fakat parti çıkarlarının önüne geçmeye başladığında alarm çalmaya başlar. Bugün yaşanan tam da bu. Herkes kendi duruşunu siyasi bir liderlik denemesi gibi sunuyor. Ama unutulan şey, liderlik koltuğunun kişisel hırslarla değil, ortak sorumlulukla güçlendiğidir.
Eğer bu ayrışma erken dönemde kontrol altına alınmazsa, ilerleyen süreçte daha büyük kopuşların yaşanması kaçınılmaz olur. Çünkü her farklı ses, kendi etrafında küçük bir çember kurmaya başlar. Bu çemberler çoğaldıkça, partinin bütünsel yapısı zayıflar.
Bugün yelkenini rüzgâr sananlar yarın o rüzgârın dönüp kendilerini savuracağını fark edemeyebilir. Siyaset kısa mesafe koşusu değil, uzun ve sabırlı bir maratondur. Bu maratonda ekip olamayanlar, birbirine omuz vermeyenler, ortak irade göstermeyenler varış çizgisini göremez.
Özetle, görünen o ki parti içinde bir tür erken ayrılık rüzgârı esiyor. Ama bu rüzgârın nedeni dış faktörler değil; içerideki uyumsuzluk, kişisel hesaplar ve iletişim eksikliği.
Genel başkan yardımcısı ayrı telde, il yönetimi ayrı telde çaldıkça bu rüzgâr daha da güçlenecek. Oysa yapılması gereken şey çok açık: Aynı pusulaya bakmak, aynı rotayı savunmak, aynı masada aynı oyunu oynamak.
Birileri rüzgârı sahiplenmek istiyor olabilir; ama unutulmamalı ki yelkenin şişmesi rüzgârın değil, yöneticilerin sorumluluğundadır. Rüzgâr sadece eser; yönetenler ise o rüzgârı doğru okuyabilenlerdir.