ATATÜRK'ÜN CANI PAHASINA TOPRAKLARIMIZA KATTIĞI KENT: HATAY
Atatürk, “Hatay benim şahsi meselemdir”, sözüyle ne demek istemişti?
Çocukluk ve gençlik anılarıyla dolu memleketi Selanik Atatürk’ün şahsi meselesi olabilirdi. Ancak O, duygularıyla değil, aklıyla hareket ettiği için bunun sözünü bile etmemişti. Hatay ile O’nun duygusal bir bağı yoktu. O halde neden “Hatay benim şahsi meselemdir” dedi?
Gerçekte Hatay şahsi değil, ulusal bir meseleydi. Nitekim, “40 asırlık Türk yurdu düşman elinde esir bırakılamaz” diyerek, bunun ulusal bir mesele olduğunu ilan etmişti!..
*
Hatay, Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan sonra Fransızlar tarafından işgal edildi.
20 Ekim 1921’de Türkiye’nin Fransa ile imzaladığı Ankara Anlaşması’yla da Hatay, Fransa yönetiminde, Suriye sınırları içinde kaldı. Ancak bu anlaşmada yer alan hükümlere göre, büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hatay’da özerk bir yönetim kurulacaktı. Türklere milli kültürlerinin korunmasında her türlü kolaylık sağlanacak ve Türkçe resmi dil olarak kullanılacaktı.
*
Hitler’in iktidara gelmesinden sonra, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı rüzgarları esmeye başlayınca Atatürk bundan yararlanarak Hatay’ı Anavatan’a katmaya karar verdi. Saldırgan Almanya’ya karşı vatanını savunmaya öncelik verecek Fransa’nın, “Hatay için savaşmayı göze alamayacağını” düşündü. Bu düşüncesini, 1 Kasım 1936’da TBMM açış konuşmasında, “milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük mesele, gerçek sahibi öz Türk olan İskenderun, Antakya çevresinin geleceğidir. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle duruyoruz” diyerek Fransa’ya duyurdu.
Bu konuda kararlılığını göstermek için Hatay sınırına askeri yığınak yaptı. Aslında Fransa ile doğrudan savaşa girerek, göz bebeği gibi sakındığı genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tehlikeye de atmak istemiyordu. Saldıracakmış gibi yaparak, yani blöf yaparak savaşa gerek kalmadan meseleyi çözmek istiyordu…
Blöfü görülür ve savaşmaktan başka çare kalmazsa ne yapacağını da yakınlarına açıkladı: 'Cumhurbaşkanlığı'ndan ve milletvekilliğinden istifa edeceğim. Sade bir Türk yurttaşı olarak, gönüllü arkadaşlarla birlikte Hatay topraklarına geçeceğim. Oradaki mücahitlerle ve anavatandan bize katılacak kuvvetlerle çete savaşı yapıp sorunu yerinde ve içten çözeceğim. İsterse Türk Hükümeti, beni ve arkadaşlarımı asi ilan edip hakkımızda soruşturma da açabilir.”
İşte mesele böylece ulusal değil, 'şahsi' olmuş oluyordu!
*
Öte yandan 1937 yılında hastalık belirtileri göstermeye başlayan Atatürk'e, 1938'in ocak ayında “karaciğerinde büyüme ve sertleşme” tanısı konuldu. Doktorlar kesin istirahat önerdiler. O ise sağlığını değil, Hatay’ı düşünüyordu. Bu durum karşısında meseleyi bir an önce çözmeliydi. Bunun için de hasta olmadığını dünyaya göstermeliydi. Bu nedenle, doktorların 19 Mayıs törenlerine bile katılmamasını istemelerine karşın O,19 Mayıs 1938’de Ankara’daki törenden hemen sonra trenle Adana’ya hareket etti.
5 gün süren gezisinde askeri birlikleri denetleyen Gazi, son gün “tüm birliklerin katılacağı bir resmi geçit yaptırarak düşmana gücünü göstermek/ göz dağı vermek' istedi.
Tören süresince birlikleri ayakta selamlaması gerekiyordu ama O’nun ayakta duracak hali yoktu. Doktorlar itiraz ettiler, hiç değilse selamlamayı oturarak yapmasını istediler, ama dinlemedi. Törenin sonuna doğru çok yorulduğu görülünce, askerlere “marş-marş ile geçmeleri” emredilerek tören bitirildi.
Doktorlar, Savarona yatına götürüp denize açılmadıktan sonra O’nun istirahat etmeyeceğini düşündüler ve Adana’dan doğru İstanbul’a götürüp yata bindirdiler…
*
Atatürk’ün bu girişimleri çok geçmeden meyvesini verdi. Fransa, Hatay’a kendi valisi yerine bir Türk vali atayarak iyi niyet gösterisi yaptı. Sonraki aşamada Türkiye ile Fransa tekrar masaya oturdu. Yapılan anlaşma neticesinde Hatay’ın toprak bütünlüğü ve siyasi statüsünün ortak şekilde korunmasına karar verildi. Bu anlaşma uyarınca 5 Temmuz 1938’de Türk askeri Antakya’ya girdi. Şehrin girişinde yaklaşık 100 bin kişilik kalabalık, orduyu bekliyordu. Türk tugayı, “Yaşasın Türk askeri, yaşasın Atatürk” nidaları altında alkışlarla karşılandı.
24 Ağustos 1938’de seçime gidildi. Seçimle oluşturulan meclis 2 Eylül 1938’de açıldı ve “Hatay Cumhuriyeti” ilan edildi.
*
Bugüne kadar kulağı Hatay’da olan Atatürk, mutlu haberi alınca doktorlara, “artık beni istediğiniz gibi tedavi edebilirsiniz” dedi.
Devamını videodan izleyiniz…
Videoda görüldüğü gibi O Hatay'ı canı pahasına, bir tek askerimizin bile burnunun kanamasına neden olmaksızın, topraklarımıza kattı. Eğer İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar yaşasaydı, aynı şekilde Musul'u da alır ve Misak-ı Milli'yi tamamlardı...
Biz de hiç değilse O'nun aldıklarını koruyalım ve özellikle canımız pahasına Hatay'ımıza sahip çıkalım...