Asgari ücret görüşmelerinin en kritik döneminde masaya oturmama kararı alan Ergün Atalay ve yönetimi, kamuoyunda ciddi bir temsil tartışmasını beraberinde getirdi. Özellikle milyonlarca asgari ücretlinin doğrudan etkilendiği bir süreçte, işçi konfederasyonunun en üst düzeyde görüşmelerin dışında kalması, tepkilerin odağına yerleşti.
Sendikaların temel varlık nedeni; emeği temsil etmek, işçinin hakkını savunmak ve zor koşullarda müzakere masasında güçlü bir duruş sergilemektir. Ancak Türk-İş’in, “sağlıklı bir rakam çıkmayacağı” gerekçesiyle sürecin tamamen dışında kalması, bu misyonun yerine getirilip getirilmediği sorusunu gündeme taşıdı.
Eleştirilerin temelinde şu soru yer alıyor:
Sonucun olumsuz olacağı öngörülüyorsa, bu durum masadan kalkmayı mı yoksa mücadeleyi daha da sertleştirmeyi mi gerektirir?
Uzmanlar ve sendika çevrelerinden gelen değerlendirmelerde, asgari ücret komisyonunun yalnızca rakam belirleyen bir masa olmadığı, aynı zamanda kamuoyu oluşturma, baskı kurma ve işçi lehine denge sağlama alanı olduğu vurgulanıyor. Bu nedenle temsil edilen kesimin masada bulunmamasının, işveren ve hükümet kanadının elini güçlendirdiği ifade ediliyor.
Hayat pahalılığının her geçen gün arttığı, temel gıda, barınma ve enerji maliyetlerinin dar gelirliyi zorladığı bir ekonomik tabloda, işçi konfederasyonunun sürece fiilen müdahil olmaması, “işçinin yalnız bırakıldığı” yönündeki algıyı güçlendirdi. Tepkiler, yalnızca açıklanan rakama değil; sürecin yönetilme biçimine de yönelmiş durumda.
Kamuoyunda dile getirilen bir diğer eleştiri ise sendikal sorumluluk anlayışıyla ilgili. Sendika liderliğinin yalnızca sonuçlara tepki vermekle yetinemeyeceği, asıl görevin sürecin içinde kalarak mücadele etmek olduğu ifade ediliyor. Masadan kalkmanın, işçinin pazarlık gücünü artırmak yerine zayıflattığı görüşü öne çıkıyor.
Bu gelişmelerin ardından, sendika tabanından ve kamuoyundan yükselen çağrılar giderek daha net bir hale gelmiş durumda. Eleştiriler, kişisel bir polemik değil; sendikal temsilin yeniden sorgulanmasına yönelik yapısal bir itiraz olarak dile getiriliyor.
Gelinen noktada, “işçinin masada güçlü biçimde temsil edilemediği” yönündeki kanaat yaygınlaşırken, Türk-İş yönetiminin bu tablo karşısında sorumluluk alması gerektiği ifade ediliyor. Bu sorumluluğun, süreci yeniden değerlendirmekten başlayarak, gerekirse görev değişimi dahil olmak üzere sendikal iradenin önünü açacak adımları kapsaması gerektiği belirtiliyor.
Yapılan çağrıların ortak noktası ise şu ifadede birleşiyor:
Bu bir kişisel hedef alma değil; emeğin, alın terinin ve temsil hakkının korunmasına yönelik meşru bir istifa ve yenilenme talebidir.