Arşiv Tozlanmaz, Unutturulur
Bu ülkede herkes “gerçeği” bildiğini sanıyor ama kimse belge okumuyor.
Arşivler açık, belgeler dijital, ama kimsenin gözü oralarda değil.
Köşe başında “Atatürk aslında mandayı kabul etmişti” diyenler var.
Kardeşim, neye dayanarak diyorsun?
Okudun mu Amasya Tamimi’ni? Erzurum Kongresi’ni?
Yoksa “duydum” diye tarih mi yazıyoruz?
Amasya: Manda Reddedildi, İrade İlan Edildi
1919 Amasya Tamimi’nde Mustafa Kemal ve arkadaşları şunu yazar:
“Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Bu cümle, manda fikrinin tabutuna çakılmış ilk çividir.
Hiçbir manda düzeninde “milletin kararı” olmaz.
Orada kararı veren yabancıdır.
Mustafa Kemal daha o gün, “Kurtuluş dışarıdan değil, içeriden gelecek” diyordu.
Ve bu bir slogan değil, bir rota ilanıydı.
Erzurum ve Sivas: Bağımsızlığın Kurucu Maddeleri
Erzurum Kongresi kararlarını açın, madde madde yazıyor:
“Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.”
“Manda ve himaye kabul olunamaz.”
Daha ne desin adam?
Üstelik bu karar sadece kâğıtta kalmadı,
Sivas Kongresi’nde bütün Anadolu delegeleri tarafından onaylandı.
Yani “manda” fikrini reddeden sadece Mustafa Kemal değil,
bizzat milletin temsilcileriydi.
Bugün bile o kadar net bir “hayır” cümlesini zor bulursun.
Lozan: Teslimiyet Değil, Tescil
Gelelim o meşhur Lozan’a.
Kimi hâlâ “Sevr’den farkı yok” diyor.
Yahu Lozan, o Sevr’i çöpe atan anlaşmadır!
Lozan’da Türk heyeti, kapitülasyonların kalkması, borçların bölüşülmesi,
yabancı işgalin son bulması için direndi.
İngiliz arşiv belgelerinde dahi şu ifade geçer:
“Türk temsilciler, bağımsızlık konusundaki ısrarlarında şaşırtıcı derecede kararlıdır.”
Bu İngiliz’in kendi sözüdür.
Yani düşman bile “adam vazgeçmiyor” diyor.
Bu nasıl mandacılık?
Nutuk: Kâğıt Üstünde Değil, Zihinlerde Devrim
Sonra geliyor Nutuk.
O uzun, sabırlı, akıl dolu hesaplaşma metni.
Orada Atatürk, manda isteyenleri açıkça eleştirir:
“Milletin geleceğini yabancıların eline bırakanlar, milletin haysiyetini anlamamışlardır.”
Bu satırlar, onun dünyaya bakışının özetidir:
Bağımsızlık, ekmek kadar kutsaldır.
Bir ulusun onuru, süngüyle değil, iradeyle korunur.
Peki, Diktatörlük Nerede Başlar?
Evet, tek parti dönemi vardı.
Ama tek partili bir ülke, tek fikirli olmak zorunda değildir.
O dönemde kadınlar seçme hakkı kazandı,
harf devrimiyle halkın önüne eğitim kapısı açıldı,
ekonomi devletleştirildi ama sermaye yabancıların elinden kurtarıldı.
Yani tek partinin altında bile fikir, hareket ve devrim vardı.
“Diktatör” dersen, her şeyden önce kelimenin içini doldurman gerekir:
Halkın sırtında mıydı, yoksa halkı sırtında mı taşıdı?
Gerçek: Arşivde Tozlanmaz, Kasıtla Görmezden Gelinir
Bugün “açın arşivleri” diyenlerin çoğu, zaten açık olanı okumuyor.
Çünkü okumak, önyargıyı bozar.
Kavga etmek, belge okumaktan daha kolaydır.
Ama artık mızrak çuvala sığmıyor.
Dijital arşivler tıklanıyor, belgeler ortada, yalanlar çözülüyor.
Gerçek, eninde sonunda gözün önüne düşüyor:
Atatürk, mandacı değil; tam bağımsız bir cumhuriyetin mimarıdır.
Eğer hâlâ buna itirazın varsa, belgeyle gel.
Çünkü tarih artık bağıranın değil, belgeyle konuşanın yanında.
Kavgayı Bırak, Belgeleri Aç
Yeter artık.
Bir taraf “diktatör” diye bağırıyor, öteki “kurtarıcı” diye alkışlıyor.
Ama kimse dönüp “neden?” diye sormuyor.
Tarih haklıyı değil, doğruyu sever.
Doğru ise belgede yazar, yalan sloganda.
Bu ülke, kavgayla değil; gerçeği bilmekle büyür.
Atatürk’ü sevmek ya da sevmemek özgürlüktür,
ama onu çarpıtmak, ihanettir.
Arşiv konuştu: Manda yok, irade var.
Gerisi laf kalabalığı.