Alparslan Hocam: ne güzel monotonlaşmıştık haydi bakalım buyur buradan yak!
Dünyanın kasvetli havasının içerisinde sergilenen ve bizimde zoraki olmaktan öte, mecburen konu mankeni olarak iştirak ettiğimiz; monotonlaştığımız ve normal diye kabullendiğimiz sıradan bir gün.
Alparslan Hocamı ilk tanıdığımda, samimi ve yalın yaklaşımıyla farklı bir insan olduğunu hemen anlamıştım aslında, ama bu kadar cana yakın ve bu kadar duygusal olduğu gözümüzden kaçmış olacak ki, son görüşmemizde bana bir sarılışı vardı ki ben o duyguyu dahi unutalı kaç zaman olduğunu da unutmuştum.
Belli ki bizim de haddimiz olmadan çıktığımız bu insan sarrafı olma yolunda küfemize atacağımız bayağı bir fırın dolusunca ekmek olacak anlaşılan. Korkumuz o dur ki seneler boyu sırtımızdaki küfemizin içerisinde taşıdığımız dostluk ve muhabbet erbabı yandaşlarımızca, küfemizin altının delindiğini biz çok sonralardan anladık.
İşte o yüzdendir yanılmamız.
O yüzdendir bir arpa boyu süren o çoookkkk uzun zannettiğimiz yolculuğumuz…
Alparslan Hocamızın eğitimci olmasının verdiği rahatlıkla öyle bir iletişim kuruşu var ki hayran olmamak elde değildi. Konuya vakıf ifadeleri, konuyla alakalı tespitleri, konuyla ilgili teşhisleri beni başka bir hülyaya sevk etti dersem, samimiyetle inanınız.
Böylesi her kaynağın başında bir yandan kendi küfemizin tamiriyle uğraşırken, kusur bulmak için kibir aradım sözlerinde, baktım ki “GÖZE” sinden bir damladır ki akıyor. Ben de uzun zamandır muhabbete susamış gönlümden bir yudum kanayım, kanayım da şu kurumuşluğumuza derman bulayım ve diğer bir yandan da gönül mataramı bu gözeden doldurayım derken; meğer kendimi kaybetmişim şiirlerinin masalımsı manalarında. Bir de baktım ki:
Ruhumu yatırdım ben teneşire
Yıkadım, yıkadım paklayamadım.
Nasıl bulaşmışsa bu kadar kire
Kırk tasla su döktüm aklayamadım.
sözleriyle, karşımda duran sanki de Yunus’un ta kendisiydi…
Çivisi çıkmış bu köhne dünyanın
Çakacak keser yok buyur buradan yak
Tüm hüner çenede kalmış insanın
Geride hüner yok buyur buradan yak
sözlerine devam ettiğimde ise kulaklarımda yine bir itiraza seslenen Köroğlu’nun kararlığını gördüm.
Kurudu yaprağım rüzgâra gitti
Savruldu bir başka diyara gitti
Nazende çiçeğim ağyara gitti
Bize kaldı çölde dikilmek
sözlerinin gönül rızalığında ki kabullenişinde ise Karacaoğlan’ın öğüt veren bilgeliği aksediyordu muhabbet ortamına.
Sakın kibre düşme, gel havalanma
Topraksın, çamursun, kilsin Alparslan
Kendini kıymetli mücevher sanma
Üç kuruş etmeyen pulsun Alparslan
diye okuduğumda ise Emrah’ın dizelerine gitti yüreğim. Nasıl bir “GÖZE” nin başında mola verdiysem artık, kalkmak bile istemiyordum.
Alparslan hocam yüreğinin güzelliğini cümlelerinin arasında besleyip, kelimelerin sırlarıyla birlikte tertemiz eylemişti bu gözenin damlalarında. Hocamız hayat dersinin maneviyatının içerisinde kâh ölüme olan inancını, kâh baba kavramının kutsallığını işlerken, bir kez daha altını çizerek ve bir kez daha anlayamamış olanlarımıza ifade ediyor “hayatın insanı hep acıtan yerlerinden vurduğunu.
Hayatın bir değirmen olduğu gerçeğinden yola çıkarak, dünyanın dibekliğini test etmiş olmanın verdiği rahat ifadesiyle de bir kez daha eğitimciliğini ortaya koyup, tıpkı dünya gibi dönek olduğundan dolayı hayata çok fazla güvenmememiz gerektiğini özellikle belirterek, son zil çalmadan ve içerisinde bulunduğumuz sınav kâğıtları toplanmadan uyarmak istemiştir.
Ama divane yüreklerin hovardalığındandır ki; “hep yara bere içindedir insanoğlu” der, Alparslan Hocam.
Tertemiz kelamına, tertemiz kalemine sağlık hocam.
Nice gözelere, nice pınarlara, nice deryalara…