Ağam Nerden Aşar Yolu Yaylanın
Maddi kazanımların kaybedilmesi canımızı acıtmıştır hep, dünyaya olan bağımlılığımızın, dünyaya olan heveslerimizin ve hatta çoğu zaman isyan derecesinde olan arzularımızın esiri oluşumuzun tek ispatı, tek sebebi olan maddi kazanımların.
Bu uğurda nice canları yakışımızın, nice hevesleri yok edişimizin ve kendi iç dünyamızda samimi olarak düşündüğümüz zaman firavunlaştığımızın. Zavallı benliğimiz öyle bir hal alır ki, kibrimizin tozu dumana kattığı o anlar da, son nefesimizde bile bir ev daha isteyişimizdeki sırrı hiç çözemedik. Hani son nefeste şeytanın “dinimiz karşılığında hararetimizi söndürmek için, sözde ikram etmek istediği su gibi”
Ne çabuk kanıyoruz değil mi?
Neleri kaybettiğimizin farkına varamadan, kazandığımızı zannederek. Maddi kazançlar için, insan harcayarak…
Ne çabuk kaybediyoruz değil mi? Çok kolay ve büyük bir hızla… Daha birkaç gün evvel kaç canımız daha gitti aramızdan. Başka şehirlere değil, başka diyarlara değil dönülmez diyara gittiler. Ve bir daha da gelmeyecekler. Sırf birileri bir şeyler kazansın diye.
Başka şehirlere gidenlerimizin geri dönme ihtimalleri hep vardır.
Başka diyarları yurt edinenlerin bir gece ansızın geri gelme ihtimalleri.
Bir daha gelip, bir daha gitme ihtimalleri.
Hep vardır değil mi?
İnsanların olduğu, birlikte yaşadıkları ve adını “toplum” veya “halk” olarak benimsedikleri hemen her yerde böyle bir “gel-git” ihtimalleri hep vardır değil mi?
Ama biz çok çabuk kaybediyoruz. Değer vermeden, değerini anlamadan.
Biz çok çabuk kaybediyoruz, kaybettiğimizin farkına dahi varamadan. Kaybettiğimizin ne olduğunu bile anlayamadan. Farkına vardığımızda da neleri kaybettiğimizin hesabını yapamadan, biz çok çabuk kaybediyoruz.
Farkında değiliz ama belki de bilinçli olarak kaybettiriliyoruz.
Bu şehir, hiç kazanmasını bilemedi ki! İki gün kazansa, üçüncü gün hepsini birden kaybederek kumarbaz bozgunluğunu, ezikliğin yaşadı hep. Ne zaman ve ne için kaybettiğinin bile hesabını yapamadan. O yüzdendir daha dün kendi il sınırı içerinde köy olan yerlerin bugün şehir, büyükşehir olup kendisi karşısında ahkâm kesmesinin sebebi. Çünkü bu şehir, hep masada kaybetti. Ve; Havuz başından, Cumhuriyet Caddesine doğru başı öne eğik, elleri cepte ve kaybettiklerini kırık kaldırım taşlarının arasında arayarak dolaştı hep, aşina bir yüze dahi rastlayamadan… Kendi sokaklarında, kendi yabancılığının acizliği altında ezilerek.
Çok çabuk kaybediyoruz değil mi? Sırf birileri kazansın diye kaybettiklerimizin farkında olmadan.
Her daim yazıldı, çizildi.
Anlatıldı.
Örnekler verildi, masaya yatırıldı. Bir mum misali erimenin sebebinin cevabı bilindiği halde, neden kaynaklandığı bilindiği halde, kimselerin açık yüreklilikle itiraf edemediği bir şekilde sözüm ona hep ne olduğu merak edildi.
Bu şehir çok çabuk kaybediyor değil mi?
Sırf birilerinin egoları iyileşecek diye, sessiz sedasız “bu gidişlere” seyirci kaldığımızdan dolayı, sırf birileri maddi kazanım sağlayacak diye, bu şehirden “kaçışlara sessiz kalışımızdan” dolayı daha çok kaybedeceğiz.
Biz, çok çabuk kaybediyoruz değil mi?
Ve ister inanın, ister inanmayın bizim kaybettiğimiz bu sokaklarda, daha şimdiden hiç tanımadığımız birileri volta atmaya başlamış bile. Yarın artık çok geç olacak, görmüyorsunuz değil mi?
Dedim ya; belki de bilinçli olarak kaybettiriliyoruz.
O zaman biz, yarım bıraktığımız o türküyü söylemeye devam edelim en iyisi “ağam nerden aşar yolu yaylanın”…