1988 yazında belgelerimi BSU'ya teslim ettim ve ancak Ağdam'a gelebildim. Bakü'nün sineklerin çok az olduğu, sıcağının ve sivrisineklerinin olduğu bir şehirden gelen "bölge çocuğu" bana cehennemden kaçmış gibi hissettirdi.
Ağdam-Şuşa yolu zaten tehlikeli olmaya başlamıştı. Hatta Ermeniler yolda Azerbaycan arabalarını durdurdu, insanları rehin aldı, hatta arabalarının camlarını taşlarla kırdı.
Ağdam'da cebimi aradım, 10 manattan biraz fazla param vardı. Eskiden Şuşa'ya gitmek yeterliydi ama şimdi...
![]()
Şuşa'ya giden taksilerin durduğu yere gittim. Oraya varır varmaz yüksek sesle "Beni Şuşa'ya kim götürüyor?" diye sordum. Kimseden ses çıkmıyordu. Eğer Şuşalıysanız neden bu noktada Ağdamlı ile konuşmuyorsunuz? "Ne oldu, birkaç ay önce burada bekar olmaktan ve sıcaktan sıkıldığında Şuşa'daki "Mikayil'in Hanalhaneleri"ne gidip khangal yiyelim mi dersin?" Ağdamlıysanız bu sözün "altında" mı kalıyorsunuz? Orta yaşlı, tipik beyaz yüzlü sürücü (ama bu kelimenin anlamını karıştırmış olabilir) "Kimden korkacağız, ben süreceğim" dedi ve önde durdu. "Ama 25 manat ödeyeceksin" dedi. Eve gider gitmez parayı halledeceğimi düşündüm.
Biz yola çıktık. İkimiz de belli etmememize rağmen Ağa köprüsüne kadar gergindik, orada burada konuştuk ama Ağdamlı akrabalarım olduğunu, onu mutlaka tanıyacak ve "25"i almayacaklarını söylemedim. Şuşa'ya sorunsuz ulaştık. Yukarı Govhar Ağa camiinin yan tarafında yürürken nedense dönüp bana dikkatle baktı, kapının yanında durduğumda "Burası Sabir hocanın evi değil mi?" diye sordu. "Evet" dedim ve hemen "10"u ortaya çıkardım, bir dakika beklemesini istedim ve konuşmayı yanıltmak için "diğer kapı" taksi Surkhay'ın evi "dedim. "Biliyorum..." dedi. Bahçeye girdiğimde annem daha önce hiç tanışmadığım bir armut ağacının altında oturuyordu, "15 manat para getir, arabayı sürelim" dedim. Taksi durmuştu, arabayı çeviriyor sandım. Annem mendilini açıp parayı verir vermez onu takip ettim ve onun çoktan camiden uzaklaştığını gördüm...
Öğrenci olduktan sonra belki 5-6 kez o tarafa gittim ve Rus "OMON" gözetimindeydi... Sonra tamamen kapatıldı. En az 33 yıldır o yoldan geçmedik, düşmanın bize yaşattıklarıyla karşılaştırıldığında "hiçbir şey" gibi görünebilir. Ancak bu yolun kapatılması aslında daha sonraki işgallerin, Hocalı kuşatmasının, Şuşa'nın tecritinin başlangıcıydı. Bana sorarsanız "Karabağ'ın işgali o yolun kapatılmasıyla başladı" diyeceğim.
![]()
Artık o yol her zamankinden daha güvenli, İnşallah o yoldan Şuşa’ya da gideceğiz. Ama aradan yıllar geçmesine rağmen beyaz yüzlü adamın bu jestini hep hatırlıyorum.
17 Kasım'da başka bir adamdan bahsedeceğim. Tophana ormanında kesilen ağaçlar sadece bahaneydi. Üniversite tüm hızıyla devam ediyordu, miting için hazırlıklar yapılıyordu, ana "tesis" Ulusal Bilimler Akademisi BSU'nun yurduydu. Benim ana "haber sağlayıcım" kendisi kadar vatansever olan vatansever şair Abbas Abdulla'nın oğlu grup arkadaşım Aykhan'dı (Ajalov). Orada ne gibi hazırlıklar var, neler yapılması gerekiyor falan dedi...
17 Kasım'da BSU'nun önüne çıktığımızda 100-200 kişi vardı, caddeye çıktığımızda İnşaat Mühendisleri ve Politeknik Enstitüleri de gruba katıldı. İlk çatışma, demir levhaları aştığımız Narhoz yakınlarındaydı. Mevcut Anayasa Mahkemesi önünde zaten kalabalığı sıkıştırdılar. Ayhan ve ben orta sıralardaydık. Burada uzun süre durduk. İlerlemeye izin vermediler. Bu arada ön tarafta BSU rektörü Yahya Memmedov'u gördük, bu gruba nereden katıldığını şimdi söyleyemem ama asıl konuşmayı onunla yapıyorlardı. Çok yakındık. Yahya hocayı ilk kez birkaç ay önce edebiyata giriş sınavına girdiği gün gördüm. Eğer "5" notunu alamazsam yarışmaya katılabilirim. O dönemde sınav komisyonu başkanının kendisi de yüksek fiyat üzerinde anlaşmak zorundaydı. Yahya Bey matematikçiydi ve edebiyattan bize hangi soruları sorabilirdi? Ayrıca bana Azerbaycan edebiyatında "Turnalar" şiirini kimin yazdığını sordu. Biraz kıkırdadım ve hemen cevap verdim.
![]()
Yahya öğretmenin konuştuğu yere varır varmaz alkış sesleri yükseldi. Bunun üzerine Bakü milislerinin başı ve şehir yönetimi BSU rektörüne şu ültimatomu verdi: "Üniversitenizi alın ve burayı terk edin!" Rektör ona, "Ben onların Patrice Lumumba Caddesi'ndeki rektörüyüm (BSU o caddede bulunuyordu) ve burada onlardan biriyim" dedi. Daha sonra Azadlık Meydanı'na giden yolu açmak zorunda kaldıkları öğrenildi, Kuka Tiyatrosu'nu geçip meydana girdik. Derslere de ara verildi...
Meydandan sonraki günlerde (5 Aralık'tan sonra) Yahya hocaya hâlâ çok sayıda saldırının olduğunu duyduk. Özellikle aktivistlerin BSU'dan ihraç edilmesi yönünde talepler vardı. Yahya Öğretmen öğrencilere yönelik bu tür sert uygulamaları sonuna kadar engelledi. Birini azarlayarak, birini uyararak...
SSCB tarihini öğreten bir öğretmenimiz vardı, Chimnaz Gafarova. İyi bir adamdı ama derslerini boykot ettik. Benim ve Ayhan'ın adını da sanki "halk cephesi" aktivistleriymiş gibi yazmış. Yahya Öğretmen seyircilerin yanına geldi, biraz sert konuştu, Azerbaycan tarihini de öğrettiklerini (o dersi Boran Aziz veriyordu), boykotun doğru bir yaklaşım olmadığını söyledi. Daha sonra Azerbaycan tarihi konularını arttırdılar. Sayın Yahya sadece iki yıl rektörlük yaptı, 1988 yılındaki "küstahlığı" nedeniyle bu kadar çabuk görevden alındığına hiç şüphem yok.
Yahya Öğretmeni her zaman 17 Kasım'ın gizli kahramanlarından biri olarak hatırlıyorum. 2000 yılında öldü ve bugün ruhu mutlu. Şuşa-Ağdam yolu da açık olduğu için Karabağ da özgür.
Nazım SABIROĞLU