105 yıl sonra 'Millî Egemenlik' davası yine büyüklere emanet...
Mustafa Kemal, bu dünyaya gelmiş geçmiş liderler içinde diktatör olmaya, diktatörce davranmaya, kendisi için bir "tek adam sistemi" kurmaya/geliştirmeye belki de en yakın olan, bu iş için imkan sahibi bir kişiydi. 600 yıl süren bir imparatorluk devletinden mevcut -yani bugünkü- coğrafyada bir "ulus devlet" oldururken bu topraklar üzerinde yaşayan insanların ve gelecek nesillerin bir demokrasi-cumhuriyet-hukuk düzeni icersinde laik bir sistemde yaşamasını en başından beri kafasına koydu ve yola çıktığı ilk günden itibaren egemenliğin kayıtsız şartsız millette olması gerekliliğine inanarak hareket etti. Aksine inanamaz ve aksi yönde davranamaz mıydı? Şüphesiz ki davranır ve yola çıkıp yürüdüğü tarih başka bir biçimde tecelli edebilirdi. Ancak Mustafa Kemal 1919'un Mayıs'ında Bandırma Vapuru'na binip milli mücadeleye başladığı (milli mücadeleyi başlattığı) ilk günden itibaren kafasında demokrat, egemenliğin millette olacağı, hukukun üstünlüğüne inanan ve uygulayan, laik bir cumhuriyeti kafasına koymuştu.
1919 Mayıs'ında başlayan ve 1923 Ekim'inde Cumhuriyetin ilanıyla son bulacak beş seneye yaklaşan bir İSTİKLÂL VE İSTİKBAL KAVGASI, Mustafa Kemal'e göre, ancak ve ancak halkın kararı, iradesi, katılımıyla mümkün olabilecek bir işti. Hem bu mukaddes kavgaya (İSTİKLÂL YOLUNDA) halkın katılımı sağlanmalı; hem de kavganın sonunda kurulacak devlet ve yönetimin şekline (İSTİKBAL YOLU) yine halk karar vermeliydi.
İşte bu sebeple Havza'dan (genelge) başlayan, Amasya ile devam eden (Tamim) kongrelerle şekillenen ve çok uzun süren 1919 yılının 27 Aralık'ında Ankara'ya vasıl olup, yerleşik düzene geçtikten ve Ankara'yı milli merkez ve karargâh yaptıktan çok bir vakit geçmeden yaklaşık dört ay sonra TBMM'ni küşat etmesinin temelinde yatan tek sebep İLERDE KURMAYI DÜŞÜNDÜĞÜ LAİK DEMOKRATİK CUMHURIYET YOLUNUN İLK ŞARTININ EGEMENLİĞİN MİLLETE AİT OLACAĞI BİR MECLİS'TEN GEÇECEĞİNE OLAN İNANCIDIR. Bu sebeple 23 Nisan 1920'den 9 Eylül’de Izmir'de sonlanan savaşın yürütücüsü TBMM olmuştur. ONUN İÇİN BİR MİLLİ MÜCADELE MECLİSİDİR. Milletin iradesiyle şekillenen İSTİKLÂL VE İSTİKBAL KAVGAMIZIN BİR SONUCU OLAN LAİK DEMOKRATİK CUMHURİYETE GİDEN YOLUN EN ÖNEMLİ BASAMAĞI TBMM'NİN TEŞKİLİDİR. Mustafa Kemal bu olayı millet egemenliğinin tecellisi, TBMM'ni de bunun tecelligâhı olarak gördüğü için 23 Nisan'ların MİLLİ EGEMENLİK BAYRAMI olmasını en çok isteyen kişi olmuş; bununla gururlanmış ve bu bayramı Türk çocuklarına armağan etmiştir. Millet egemenliğinin önemini ve egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olmasindaki anlamı yetişen nesiller çok iyi anlasınlar, kavrasınlar diye düşünerek böyle davranmış olduğu açıktır.
MİLLETE AİT OLAN EGEMENLİK DEVREDİLEMEZ... EGEMENLİK MİLLİ BÜTÜNLÜK İÇİNDE BİR KAVRAMDIR, BÖLÜNEMEZ. MİLLET TEK VE TÜRK MİLLETİ OLDUĞUNA GÖRE "MİLLETE AİT EGEMENLİK" DENİLDİ Mİ, BU KAVRAMLA KASTEDİLEN KİMSELERİN ORTAK OLAMIYACAĞI, KİMSELERE DEVRİ İMKANSIZ, PAYLAŞTIRILAMAZ (BÖLÜNEMEZ ) TÜRK MİLLETİ 'NİN EGEMENLİĞİDİR. NE BİR VESAYET ODAĞI, NE BAŞKACA BİR MAKAM,YA DA BAŞKACA ORTAK/ORTAKLAR TÜRK MİLLİ EGEMENLİĞİNİN ÜZERİNDE OLAMAZ, OLMAMALIDIR. BU İŞİN GARANTİSİ DE LAİK, DEMOKRAT, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYALI PARLAMENTER SİSTEMİN BİHAKKIN İŞLEMESİDİR...
Aksi halde, 23 Nisan'da Bayramı çocuklarımıza armağan eden irade ve milletin egemenliği ile Cumhuriyeti çocuklara emanet etmeyi düşünen İSTİKLÂL VE İSTİKBAL BORÇLUSU OLDUĞUMUZ KUVVA DÜŞÜNCESİ ZEDELENMİŞ OLUR. Onun için her ne kadar kaldırmış olsalar da ANDIMIZDAKİ MANAYI UNUTMAMAMIZ ŞARTTIR. AYRICA "GENÇLİĞE HİTABE" AKLIMIZDAN ÇIKMAMALIDIR. BURADA BİZDEN SONRAKİ ÇOCUKLARA DA, MİLLET EGEMENLİĞİNİ, LAİK, DEMOKRATİK CUMHURIYETİ, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN PARLAMENTER SİSTEMİ SAĞLIKLI BİR ŞEKİLDE DEVRETMEK ADINA BÜYÜKLERE BÜYÜK GÖREV VE SORUMLULUK DÜŞÜYOR!..
22 Nisan 2025
Şevket Bülend YAHNİCİ