Takvimlerden bir yaprak daha düşerken, her yıl sonu kendimizi içinde bulduğumuz o geleneksel nefis muhasebesi iklimine giriyoruz. Ancak bu kez mesele sadece geçen 365 günün bilançosu değil; mesele, o günler akıp giderken bizim neye dönüştüğümüz.
Uzman Vaiz Osman Öztürk, şiirinde bu değişimi öyle bir aynayla yüzümüze tutuyor ki; gördüğümüz suret bizi hem düşündürüyor hem de hüzne boğuyor.
Karışan Çizgiler, Silinen İzler
Öztürk'ün de vurguladığı gibi; "Bak nasıl da değiştik, her duruma alıştık." Yanlışı düzeltmek yerine, akıntıya kapılıp sele karışmayı "uyum sağlamak" sandık. Eskiden helâl ile haram, temiz ile pis arasında keskin bir çizgi vardı. Şimdilerde ise hak etmeden yiyenlerin yarışı, o kutsal çizgileri silikleştirdi. Üç kuruşluk menfaat uğruna atılan kırk takla, artık "beceriklilik" maskesiyle servis ediliyor. Zorluğu görünce çamura yatanlar çoğaldıkça; dürüstlük, tozlu raflarda unutulmuş bir antika gibi kaldı.
Şehirlerimiz değişti, şekillerimiz değişti. Beton yığınları yükselirken, o binaların ruhu olan komşuluklar toprağa gömüldü.
Vaiz Öztürk'ün haklı siteminde olduğu gibi; sadece gençler değil, hayatın süzgecinden geçmiş yaşlılarımız bile modernizmin "marka ve moda" tuzağına düştü. Oysa akıllı olan, menzile varmadan önce heybesinde ne biriktirdiğine bakmaz mıydı?
Dizlerden Ekranlara: Solan Ruhlar
Bir zamanlar evlerimizin neşesi dede, nine ve torun üçgeninde filizlenirdi. Bebek seslerinin yerini derin bir sessizlik; dizlerde uyuyan torunların yerini ise ellerde parlayan soğuk ekranlar aldı.
Sosyal medya denilen o devasa pazar, bizi sadece birbirimize değil, kendimize de yabancılaştırdı. Paylaştığımız her an, aslında kaybettiğimiz bir samimiyetin ilanı gibi.
Öztürk'ün deyimiyle, "Susuz kaldı ruhumuz, bir çiçek gibi solduk." Çünkü biz gerçek sohbetin sıcaklığını, bir beğeni butonunun sahte parıltısına feda ettik. Çarşı pazar insan kaynarken, mânevî sığınaklarımız "tenha ve garip" kaldı. Kalabalıklar içinde yalnızlaşan, yalnızlaştıkça muzdarip olan bir güruha dönüştük.
Nasihatin Bittiği Yer
Vaiz Öztürk, iğneyi topluma batırırken çuvaldızı "vaiz" makamına, yani bizzat kendisine ve söz söyleyenlere saklıyor. Eğer anlatılanlar hayata dokunmuyorsa, söyleyen olduğu yerde sayıyorsa, edilen nasihatin yankısı sadece boş duvarlarda kalır. "Heyhât" nidası, sadece dinleyene değil, en çok da temsil ettiği değerleri hayatına nakşedemeyene bir uyarıdır.
Yeni bir yıla girerken kendimize şu soruyu sormalıyız: Sadece takvim mi değişiyor, yoksa biz geri dönüşü olmayan bir yabancılaşmanın eşiğinde miyiz?
Samimiyeti azar azar kırpıp bitirmeden önce, ruhumuzu o mânevî susuzluktan kurtaracak bir pınar bulmalıyız. Yoksa her yıl sonu aynı hüsranla uyanmak, kaçınılmaz sonumuz olacak.
Mithat Güdü
Uzman Vaiz Osman Öztürk'ün O Şiiri:
Bir yıl daha biterken...
Bak nasıl da değiştik, her duruma alıştık,
Yanlışa dur demedik, biz de sele karıştık.
Hak etmeden yiyenler, birbiriyle yarıştı,
Temiz ile pis olan, birbirine karıştı.
Üç kuruş çıkar için, kırk takla atan da var.
Zorlukları görünce, çamura yatan da var.
Beğenilme arzusu, bazısının gayesi,
Nerde kaldı içtenlik, nerde onun payesi.
Şehirler ve şekiller, değişti, tanınmaz oldu.
Eskiler unutuldu, artık anılmaz oldu.
Yaşlılar da özendi, moda ve markasına,
Akıllı olan kişi, bakmaz mı arkasına.
Dede ile ninenin, dizindeydi torunlar
Bebek sesi kalmadı, daha fazla sorunlar
Sohbetle evlerimiz, her gün şenlik olurdu,
Dede, torun, nineyle, aile huzur bulurdu
Sosyal medya çıkınca, sohbetten mahrum olduk.
Susuz kaldı ruhumuz, bir çiçek gibi solduk
Kaynıyor çarşı pazar, camiler tenha garip,
Yalnızlaşmış insanlar, herkes bundan muzdarip.
Herkes bir şey paylaştı, oluştu büyük bir pazar,
Samimiyet azaldı, kırpıldık azar, azar.
Ey vaiz efendi! Hep edersin nasihat,
Yerinde sayıyorsan, sana da olsun heyhât...