Tarih: 08.12.2025 14:45

USSAM’DAN TARİHİ KONFERANS

Facebook Twitter Linked-in

"Gazze, Karabağ ve Suriye'de Yakın Dönemde İşlenen Savaş Suçları Türkiye'de Yargılanabilecek"

"05 Aralık 2025 tarihinde, Ensar Vakfı'nda gerçekleşen USSAM Mahkemeleri Komisyonu üyelerinin düzenlediği tarihi konferans büyük ilgi gördü."

"Müslüman Coğrafyadaki Zulüm Cezasız Kalmayacak"

USSAM Hukuk Kurulu Başkanı Av. Mustafa Kuran, yaptığı değerlendirmede, Türkiye'nin tarih boyunca dini değerlere yönelik baskılar yaşadığını, bugün ise Müslüman coğrafyada işlenen insanlık suçlarının uluslararası sistem tarafından görmezden gelindiğini belirtti. Kuran, özellikle Gazze'de İsrail'in gerçekleştirdiği katliamların, Lahey Adalet Divanı tarafından sonuçlandırılamadığını vurgulayarak, "Müslümanlarla ilgili hiçbir konuda ciddi bir karar çıkmıyor. Adalet, siyasi baskılar yüzünden işlemiyor" dedi.

USSAM Başkanı Salih Kurt: "Deliller Toplanıyor, 16 Ülkeden Temsilci Çalışmalarımız Diplomatik Düzeyde Devam Ediyor"

USSAM Mahkemeleri Komisyonu Başkanı Salih Kurt, USSAM mahkemelerinin uluslararası geçerlilik kazanması için yürütülen çalışmaların büyük ölçüde tamamlandığını açıkladı. Kurt, şunları söyledi:

"Gazze, Suriye, Karabağ, Myanmar, Arakan ve Doğu Türkistan'da işlenen savaş suçlarına ilişkin deliller toplanmaya devam ediyor, yasaklı mühimmatlar, kimyasal ve fosfor bombaları ile ilgili somut bulgulara ulaşıldı. Şu ana kadar 16 ülkenin USSAM'a temsilci verdiğini, mahkemenin yalnızca diplomatik yetkilendirme aşamasının kaldığını ifade etti."

"Netanyahu'dan Esad'a Kadar Soykırım Suçluları Yargılanabilir"

Kurt, USSAM Mahkemesi kurulduğunda Türkiye'nin uluslararası alanda çok daha güçlü bir konuma geleceğini belirterek şu ifadeleri kullandı:

"Bu mahkeme faaliyete geçtiğinde, dünya üzerindeki tüm savaş suçluları – Netanyahu da dahil, Esad da dahil – Türkiye'de yargılanabilecek. Bu sadece hukuki değil, diplomatik olarak da tarihi bir adımdır."

"Türkiye Bu Mahkemenin Merkezi Olacak"

USSAM'ın, Türkiye'nin liderliğinde küresel bir mekanizma olarak tasarlandığını belirten Kurt, Diyanet'ten akademisyenlere, uluslararası temsilcilere kadar geniş bir kadronun çalışmalara dahil olduğunu söyledi. Kurt, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçmişte projeyi hızlandırın dediğini hatırlatarak, "Diplomatik kanalın açılmasıyla mahkeme resmen hayata geçecektir. Bu adım İslam dünyasının uluslararası hukukta söz sahibi olması anlamına geliyor" dedi.

USSAM  Mahkemeleri Komisyonu yöneticilerinin açıklamalarına göre, Gazze'den Karabağ'a kadar birçok bölgede işlenen insanlık suçlarını kendi kuracağı uluslararası bir mahkeme çatısı altında yargılamayı hedefliyor. Tamamlanmak üzere olan bu çalışmalar kapsamında, Türkiye merkezli bu mahkemenin uluslararası savaş suçlularını dünya çapında yargılayabilecek yetkiye kavuşacağı belirtildi.

Konferans İçeriğinin Tam Metni ve Sunum Detayları

Av. Mustafa KURAN:

Baro'yu temsil eden, Türkiye'nin en meşhur avukatı, değerli kardeşimiz Faruk Tüzün burada. Çok değerli bir isim. O da konuşacak. Yani biz hukuken, Türkiye Cumhuriyeti eski bir Cumhuriyet, eski bir devlet değil. Olmamaya mecburdur, tarihi huzurunda da mecburdur diyorum. Tekrar tekrar söylüyorum. Millet kendi kendine gelmelidir.

Ahlakın, güzelliğin, kabiliyetin, çalışmanın en güzel eserlerini yapan Müslümanlardır. Müslümanlar örnek insanlardır. Bunun tersini söyleyen aptaldır, beyinsizdir ve maalesef maalesef beyinsizlerin Türkiye'de çok büyük menfi hizmetlerini ve çalışmalarını hepimiz gördük. Gençliğimizde gördük. Yani Kuran'larımızın camilerden alınıp ambarlara götürülmesi, camilerin kapatılması, Türk Ceza Kanunu'nun 163. Maddesi ile İslami propaganda yapan kişilerin mahkumiyetine vesile olan kanunda belki 500 tane - Allah gani gani rahmet eylesin - İsmailağa cemaatinin başkanı ve onun dava arkadaşları, evet, onun avukatlığını yaparken 146'da yalnızca ve yalnızca Kur'an'ı savunduğu için dokuzuncu Asliye Ceza Mahkemesi'ne verilmişti.

30 yıl veren hakimle gittim, gece görüştüm. Bu adam yalnızca Kuran'dan başka bir düzen yapmıyor. Silah kullanmıyor, kötülük yapmıyor. Niye mahkum olsun? Niye cezaevine gitsin? Ve imanlıydı hâkim, en sonunda beratını verdi. Yani şunu söylüyorum, Türkiye çok büyük badirelerden geldi. Çok çok büyük badirelerden.

Ben size bir şey daha söyleyeyim ve asıl mevzuma geleyim, çünkü içim yanıyor. 5 tane eserimde yalnızca Allah davası, yalnızca iman davası ve Allah'a teslimiyet davası var. Türkiye'yi kurtaracak tek unsur budur. Yani Allah'ın ipine sarılmadıkça bu millet, hatta beşeriyet, huzur, sükun, sulh, hatta güvenlik göremez, mümkün değil. Onun için Allah'ın ipine sarılmaktan başka çare yok.

Onun için şunu söylüyorum, içimiz yanıyor. Birinci Dünya Savaşı'nda 3 tane, evet, Siyonistlerin tesiri altında kalarak 3 tane Siyonist devlet kuruldu. Bunu herkes bilsin, herkese söylüyorum. Akit televizyonunda konuşmalarımda söylüyorum, A televizyonunda konuşmalarımda söylüyorum: Türkiye, İsrail ve Rusya. 1918-23 döneminde tekrar bunları da söylüyorum, devleti kuranlar maalesef o günün şartları altında Siyonistler kurdu.

Onun için biz Allah'ın lütfuna mazhar olarak, Allah'a güvenerek, Allah'a teslimiyet içinde davamız mukaddestir. Eğer siyasi partilerde ihtilaf varsa, ama Allah davası güvenlerle beraber olduğumuz için, ihlasımızla temizliğimizle bu aziz Kuran'a bayraktarlık yapmış olan bu aziz milleti, bu zulümden, bu terbiyesizlikten, bu ahlaksızlıktan, bu inançsızlıktan ve her şeyin inkar edilme noktasına gelmek düşüncelerinden inşallah bu imanlı nesil ve imanlı sizlerin çocukları, torunları evet kurtaracaktır.

Şimdi yine, USSAM'a geliyoruz, Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri.

Şimdi aziz misafirler, aziz dostlar. Hepiniz takip ediyorsunuz, çünkü bu kadro, Ensar Vakfı'nın manevi havası içinde olanlar, Türkiye'nin meselelerini iyi takip edenlerdir. Şuurlu Müslümanlardır, akıllı Müslümanlardır ve İslam'ın topluma hakimiyeti bakımından kalplerinde titreme var. Gözyaşı var ve dualarıyla, eşraflı dualarıyla inşallah o güzel niyetlerinin gerçekleşmesine vesile olur.

Şimdi Türkiye yeniden büyük bir sürece giriyor. Bu süreçte, Avrupa'nın, Amerika'nın yaptıkları belli. İsrail'in yaptıkları belli. Siyonistlerin tüm dünyada yaptıkları zulüm, soykırım, cinayet, ahlaksızlık, hukukun üstünlük prensibini ihlal etme, insan haklarını ihlal etme, yani vicdan ve akla uygun her şeyin karşısında olan, kan ve gözyaşı döktüren, evet, zalim bir grup.

Zalim grubun muhakeme edilmesi meselesi vardı, biliyorsunuz Lahey'de. Adana Divanı diye yine siyonistlerin tesiri altında olan bir Adalet Divanı. Maalesef, 7 Ekim'den bugüne kadar 70.000 kişiden fazla ölüyor, 10.000 kişi kayıp, 175.000 kişi yaralı ve trilyonlarca trilyonca maddi hasar, dert, üzüntü ve hepsinin toplamı, Müslümanların bedduasına muhatap olan, Müslümanların ahını çeken, Müslümanlara gözyaşı döktüren o zalimler, toplumun ilahi adalet sonucunda bekleyin. Neler neler göreceksiniz inşallah.

Çünkü zulümle abat olunmaz. Zulümle hiç kimse hayatını devam ettiremez. Bugün İsrail'in yaptığı dünya tarihinde henüz yazılmamış kara bir leke, insanlığın kara lekesi ve vicdansızlığın, inançsızlığın hak ve adaletten uzak bir anlayışının tecellisini görüyoruz. Cezasını bulacaklar çünkü toplumda ilahi adalet var, inanıyoruz. Bu ilahi adalet sonucunda zulüm yapan, cinayet işleyen, kan döken, biraz evvel sayılarını söyledim, dünya tarihinde 24 binden fazla çocuk, 30 binden fazla kadın öldürülüyor. Asker değil.

Bu insanlık tarihinin yazmadığı zulüm, elbette karşılığını bulacak. Ben tabii bu zulmün karşısında Lahey'de Adalet Divanı'nın üç seneden beri herhangi bir karar çıkarmadığını - palavradan tutuklama kararı çıktı, tabii kendisi oradan Amerika'ya uçabiliyor. Amerika'nın organize ettiği hava durumu nedeniyle kimse tutuklayamıyor. O verilen karar da palavra.

Ha diyoruz ki, Adalet Divanı 400 milyonluk Türk dünyasına, 2 milyar, 2 buçuk milyardan fazla İslam topluluğu lehine karar veremez, vermez. Bunu her zaman söyledim. Her yerde söyledim. Hiç Müslümanlar beklemesin. Türkler beklemesin, Araplar beklemesin, Kürtler beklemesin. Biz hepimiz kardeşiz. Bu coğrafyada hepimiz kardeşiz. "Aramıza nifak koyanlar bizden değildir" diyor Kainatın Efendisi. Aramıza nifak koyanlar bizden değil. Biz birliği, kardeşliği ve İslam adaletini mutlak manada tecelli ettirmek için mücadele eden insanlarız. Evet, Lahey'den bir karar çıkmaz. Lahey'den hiçbir şey beklememek lazım.

Bunların da sebebi, bendeniz de başta olmak üzere gerekli çalışmaları yaptım. İstanbul 2 Nolu Barosu'nun, Faruk yanımda, çok yetkili bir arkadaşımız. Yasin Şamlı'nın da size selamları var, saygıları var. İstanbul 2. Barosu'nun Başkanı, biliyor buraya geldiğimi. Namazdan evvel bizi tebrik etti, Dolayısıyla şunu söyleyeyim, 2. Baro da bu davayı savunuyor, teşekkür ediyorum. Bütün avukatlarına teşekkür. Hele Faruk kardeşimin bu davaya gönül vermesi bizi mutlu etti. Bu bizi mutlu etti. Çünkü İstanbul 2. Barosu, bütün 59 senelik İstanbul Barosu avukatıyım. 40 seneden beri de manevi değerlere bağlı vatanperver, bu memleketi seven avukatların da başkanlığını yapıyorum. Bunu da söyleyeyim. En büyük iftiharımda bu. Demek ki bu memleketin akli sahipleri var. Gerçekten sahipleri var. Tırnaklarıyla böyle toprağı kazarak bir yere gelen inançlı, imanlı, mücadele edici ve yapılan kötülükleri dile getiren yazar arkadaşlarımız var, Salih Kurt başkanımız gibi diğer arkadaşlarımız gibi.

İstanbul 2. Barosu muazzam bir dosya hazırladı. Yönetim kurulu olarak sahaya gittiler ve Lahey'de bu dosyayı verdiler. O dosyanın münderecatına göre mutlaka bir kararın çıkması lazımdı. Fakat kaale almadılar. Arkasından en büyük iş, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu Başkanı, hukuk profesörü Cüneyt Yüksel var. İstanbul milletvekili, tanıyan var mı? Tanımıyorsunuz. Cüneyt Yüksel, Adalet Komisyonu Başkanı, benim kız kardeşimin de oğlu. Onu da söyleyeyim. O ve 7 milletvekiliyle, evet, o ve 7 milletvekiliyle Türkiye Cumhuriyeti adına Lahey'e gittiler. Adalet Divanı'na klasörler verdiler. Dosya münderecatı, "Bu adam katildir, bu adam soykırımcıdır, bu adam Netanyahu için ve İsrail hükümeti için bu pisliği yaptıklarına göre mutlaka karar verilmesi lazımdı." Tabii Afrika'daki bazı arkadaşlar yine aynı dosyaların tekemmül ettirdiler. Ama buna rağmen sonuç yok…

Şimdi sevgili Başkanımız Salih Kurt'la 3 seneden beri Karabağ'da başlamak üzere bugün geldiğimiz nokta. Sayın Adalet Bakanı'nın haberi var, sayın Tayyip Bey'in var. Dünya lideri olarak vasıflandırdığımız için tekrar ediyorum: Dünyayı yöneten Trump'ın onu methettiği, dünyayı yöneten Putin'in onun methettiği böyle bir lidere sahibiyet meselesi Türkiye için bir şans. Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın, Reis-i Cumhurumuzun hizmeti, dik durması ve o İslam bayrağını açık ve net olarak söylemesi, Allah'ta ona yardım ediyor. Bu yardımın devamını dua ile, ihlaslı dualarla istiyoruz büyük Mevla'dan, yüce Mevla'dan.

Dolayısıyla onun o mücadelesine rağmen Avrupa'dan herhangi bir karar çıkmadı. Çünkü Siyonistlerin tesiri. Şimdi onlara dedik ki, bizde 11 kurul var. Yani Savaş Suçlarını Araştırma Mahkemeleri. Ermenistan Karabağ'da o cinayetleri işledi. Onların tespitini yaptık. Şimdi Filistin'de, İslam dünyasında, Ürdün'de, Lübnan'da, Suriye'de ve diğer yerlerde yapılan savaş suçlarını araştırıp mahkum ettirme, bu da Türk devletine yakışan bir harekettir. Afrika'dan, Suudi Arabistan'dan, Pakistan'dan, bütün diğer devletlerden bize eleman geldi. Türk Cumhuriyetlerinden, Azerbaycan'dan, Kazakistan'dan, Özbekistan'dan adamlar gönderdiler, bilim adamları. Biraz sonra Sevgili Başkanım da izah edecek.

Ve 11 kurulu kurduk. Kurulda eski devlet başkanları var. Bu mahkeme USSAM, Savaş Suçlarını Araştırma Mahkemesi, İslam'la Türklerin, Türklerin derken Arapları da, Kürtleri de, diğer ırkları da içine katıyorum, tüm coğrafyamız bu kadar zengin. Coğrafyamız çok zengin. Bu itibarla biz bunları kurduk, 11 kurulu oluşturduk. Hem devlet adamlarından hem akademisyenlerden, profesörlerden şahane bir kuruluş oldu. Onu hem Tayyip Bey'e, Reis-i Cumhurumuza sunduk, hem de Yılmaz Tunç Adalet Bakanımıza. Yakında inşallah sizin halis dualarınız onları daha büyük harekete geçirerek, Türkiye'de Türk devletinin öncülüğünde, Türk devletinin yönetenlerin ellerini kuvvetlendirmek, güçlü kılmak hususunda USSAM Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri'nin kurulmasının zaruriyeti var. Mevlam bu yolda bize yardım eylesin. Allah adaletle hükmedenlere, Allah adil olanlara, bir memleketi sevmek, devleti sevmek imandandır. Bu iman çerçevesinde bütün insanlığa örnek olan İslam tipinin ortaya çıkması ve üçüncü medeniyetinin Şehr-i İstanbul'dan çıkmasını Allah'tan diliyorum.

Ve bu mevzuda ben makale yazıyorum. Üçüncü medeniyet İstanbul'dan çıkacak. Çünkü İslam'ın en güzel, tertemiz, Kuran'a bayraktarlığının hareketi de buradan başlamış. Dolayısıyla inşallah üçüncü medeniyet İstanbul'dan başlayacak ve hepimiz vazifemizi yaparak Allah'a teslimiyet içinde olmamız bizim mutluluğumuza vesile olacak. Dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim. 2 saatte konuşabilirim, içimiz yanıyor. 80 senenin mevcut mevzuatının, Müslümanların, Alevilerin, öbürlerinin nasıl devlet ideolojisinin kötü, manyakça, kötülük içinde yaşadığını gördüğümüz için saatlerce konuşabiliriz ama. Almanca'da bir kelam var: "Zeit ist Geld." Vakit nakit paradır. Dolayısıyla bu nakdi kesmemek üzere, hepinize en derin sevgi ve saygılarımı ve sizden dualar beklediğimizi ifade ederek sözlerime son veriyorum. İyi günler hepinize.

Oturum Yöneticisi Vasfi Kösebey:
Vasfi KosebeyÜstadım, çok teşekkür ediyorum. Çok iyi gidiyor, ancak şimdi Salih Bey'e söz veriyoruz. Zamanımız kısıtlı, sizi bir daha çağırabiliriz.

 

 

Başkan Salih KURT:
Selamünaleyküm değerli hazirun, öncelikle sizlere burada, değerli vaktinizi bizlere ayırdığınız için hepinize teşekkür ediyorum.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla diyoruz.

El Gaffar, er Rahim, el Muğni, el Cabbar, er Rezzak, el Baki, el Alim, eş Şafi, el Malik.

'ül Mülk, mülkün gerçek sahibi yüce Allah'tır.

Yüce Allah'ın emri, Cebrail (a.s.) vahyi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in tebliğ ettiği yüce Kur'an-ı Kerim'i Azim-üş Şan'da da söylediği gibi, hayır ve şer Allah'tandır. Onun için biz burada bir hayrı yâd etmek için bulunuyoruz. Burada bizi dinlediğiniz için, öncelikle hepinize teşekkür ediyorum.

Ben Karabağ Savaş Suçları Araştırma Komisyonu Başkanıyım. Aynı zamanda Türkiye'de kurulmak istenen Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri'nin de Komisyon Başkanlığını yapıyorum. Tabii değerli hocalarımız var, biz de çok üniversitelerle çalışıyoruz. Sivil toplum örgütleriyle çalışıyoruz. Ve Karabağ'dan bu yana çalıştığımız, özellikle bizleri destekleyen Diyanet İşleri Başkanlığımız var. Erzurum Atatürk Üniversitesi var, Prof. Dr. Kerem Karabulut Hocamızın buradan selam ve saygılarını sizlere iletiyorum. Elazığ Fırat Üniversitesi'nden Prof. Dr. İnanç Özgen Hocamızın selam ve saygılarını iletiyorum. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi'nden Prof. Dr. Fahri Sakal Hocamızın da sizlere selamlarını iletiyorum. İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Fethi Gedikli Hocamızın saygı ve selamlarını da. Yani benim listem kabarık aslında.

Ben burada bazı şeyleri mevzuata uygun bir şekilde, zamanı daha yararlı kullanmak adına özet geçeceğim. Şimdi Türkiye'de kurulmak istenen USSAM Mahkemelerinin amacı, gayesi, kısa ve öz olarak ifade etmeye çalışacağım. İsrail'den dolayı ve bulunduğumuz bölgesel coğrafyada çok ciddi insan hakları ihlalleri yaşanıyor. Bu ihlallerin başında çocukların özellikle katledilmesi, bebeklerin katledilmesi ve savaş alanlarında kullanılmaması gereken yasak ham maddelerin kullanılması, fosfor bombaları gibi, kimyasal silahların kullanılması gibi konuları bizden İstanbul 2 Nolu Barosu'ndan Avukat Faruk Tüzün arkadaşımız bu konuda uluslararası çalışmalar yapıyor. O da kısa, 5 dakika bu konuyu size özetleyecek.

Çocukların hakları ve miras haklarıyla ilgili de Sosyolog Uzman Elif Lale Kırca Hanım size 1-2 bu konuda anekdot aktaracak. Bazı arkadaşlar soruyor, "Daha Kıbrıs'ı tanıtamadık, bu USSAM'ı nasıl tanıtacağız? Kıbrıs'ı kabul ettiremedik, dünya USSAM'a, Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ne Lahey varken evet der mi?" Evet der arkadaşlar. Bunun nasıl olacağıyla ilgili ben kısa bir brifing vereceğim. Kısa bir bilgi aktaracağım size değerli arkadaşlar.

Şimdi Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nin öncelikle Türkiye'ye ne katkıları olur? Türkiye'yi dünyada söz hakkı sahibi yapar. Öncelikle bunun altını çizeyim. Neden Türkiye'yi dünyada söz hakkı sahibi yapar? Türkiye'de bir kere bu mahkemelerin bağlı olacağı devletler kurullarla beraber temsilciler olacak. Her ülkeden, örnek veriyorum, biz gideceğiz Azerbaycan'a, Azerbaycan devlet yetkilileriyle diplomasi bir ikili diyalog kuracağız. Oradaki temsilcilerden, bize atanan arkadaşların vereceği, bizim vereceğimiz, Türkiye'den vereceğimiz talimatların, mahkemenin vereceği talimatların, iç hukukunda, iç ceza hukukunda kolluk kuvvetlerinin birebir uygulatılmasını sağlayacağız. Diyeceğiz ki biz bu arkadaşlara, Azerbaycan Devlet Başkanına diyeceğiz ki, biz bu arkadaşlara özel yetkiyi istiyoruz. Biz birini (soykırım suçlusunu) Türkiye'de aranmasıyla ilgili bir talimat USSAM Mahkemeleri'nden talimatı çıktığı zaman, örnek veriyorum bu Azerbaycan topraklarında Netanyahu olabilir. USSAM Mahkemelerinin temsilci aldığı herhangi bir ülke olabilir. Hava sahasını, kara sahasını veya deniz sahasını kullanacağı zaman, bu arkadaşlarla ilgili kendi ülkelerinin kolluk kuvvetleri birebir yetkili olacak. Bunda bu mahkemeden çıkacak talimatlara birebir temsilci veren ülke uymak zorunda kalacak.

Onun için bir tanınırlık problemimiz olmayacak bizim dünyada. Yani biz öncesinden gidip de her ülkeye bizi tanıyın gibi bir ikili bir diplomasi trafiğine girmeyeceğiz. Her islam veya Türk devleti ile anlaşma sağlayarak bu mahkemeye temsilci alacağız ve buna öncelikle bir kamuoyu yoklaması yaptık. Şu anda 16 ülkeden birebir temsilci aldık. Biz sadece bu temsilcilerin yetkilendirilmesi hususunda diplomatik görüşmeleri yapacağız. Bu görüşmeleri de inşallah Sayın Cumhurbaşkanımız, Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemelerinin hızlandırılması ile ilgili geçmişte bir talimat verdi. Dışişleri Bakanlığımızdan bir diplomasi misyonu henüz edinmedik. Onu edindiğimiz zaman ikili temaslarla, ikili görüşmelerle bunu sağlamış olacağız ve tanınırlık, bilinirlik konusundaki vatandaşın veya uzmanların aklındaki soru işaretlerini de gidermiş olacağız.

Diğer bir konu ise değerli arkadaşlar, Gazze'de yaşanan hadiseler hepimizin malumu. Bu hadiseler aynı zamanda Myanmar'da, Doğu Türkistan'da, Arakan'da, Srebrenica'da dünyanın birçok yerinde, nedense Müslüman coğrafyalarda yaşanmaktadır. Yani bugün Avrupa'da baktığınız zaman Hristiyan coğrafyasında böyle bir barbarlık yok. Olsa da, Avrupa kalkıyor ayağa bugün.

Bahsedecek olursak işte İspanya kalkıyor, bugün Filistin'e destek veriyor. İspanya'nın vermiş olduğu desteği, Filistin'e vermiş olduğu desteği, bazı Müslüman ülkeler veremiyor. Niye veremiyor? Çünkü siyonistlerle iş birliği alanında beraber çalışıyorlar, beraber istişare yapıyorlar. Bu alanda beraber hareket ettikleri için burada bir uluslararası ticaretin vermiş olduğu bazı avantaj ve dezavantajları, zararımıza olacak diye bunları uluslararası İslam aleminin yararına kullanmıyorlar.

Biz burada Müslümanlar olarak hepimiz mağdur oluyoruz. Hepimiz mahcup oluyoruz. Çünkü İslam'ın sancaktarlığını yapmış Osmanlı Devleti olarak, Türkiye Cumhuriyeti olarak bizler yapabileceğimizi, İslam ülkeleriyle birlik yapamadığımız için yapamıyoruz ve burada eksiklerimiz var, hatalarımız var. Ve bu alanda İsrail kendine yeni bir cesaret buluyor. İslam ülkelerine saldırıyor, Lübnan'a saldırıyor, işte İran'a saldırdı geçmişte. Türkiye'ye saldırmak için televizyonlarda kamuoyu yoklaması yapıyor. Hatta bizim nükleer santrallerin, Akkuyu'nun onlar için bir tehdit olduğunu ileri sürüyorlar.

Bu alanda da değerli arkadaşımız Av. Faruk Tüzün'ün savaş alanında fosfor bombalarının, sarin gazı dediğimiz, daha doğrusu halk tabiriyle portakal gazı olarak bilinen kimyasal bir maddenin kullanıldığını, bunun Gazze'de, Suriye'de birçok bölgede kullanıldığını tespit etmişler ve bunları belgelendirmişler. Biz Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri Komisyonu olarak bir sunucu aldık. Şimdiden bunların delillerini delillendiriyoruz. Yarın bir mahkeme mevzuatı Türkiye'de kurulup hayata geçtiğinde bu deliller ışığında yargılamalar yapacağız.

Esad'ın da Türkiye'de yargılanabileceğinin burada size müjdesini vermek istiyorum. Yani Beşar Esad da aynı soykırımları Suriye'de Türkmen kardeşlerimize karşı yapmıştır. Aynı suçları işlemiştir. Birebir işlenen fiiller aynıdır ve İsrail'den destek alınmıştır. İsrail'den kimyasal bomba, nükleer statüsü taşıyan kimyasal silahlar Suriye'de de kullanılmıştır. Bunların tespiti ve belgelendirilmesi yapılmıştır. Sadece bununla da kalmamıştır. Burada ben Devlet Bahçeli'ye tabii şu anda Apo'yla müzakere vesaire hususunda bir takım şahsi kanaatim hatalı olduğunu düşünüyorum.Ancak Devlet Bahçeli'nin Türkmenlere orada silahlandırılmasına vermiş olduğu çok ciddi bir katkı var. Eğer o katkı verilmemiş olsaydı şu anda Beşar Esad zulmü Suriye'de devam edecekti. Kendisine buradan Sayın Devlet Bahçeli'ye de, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a da, oradaki Türkmenlerin Türk aşiretlerinin silahlandırılıp kendi haklarını, namuslarını, ırzlarını koruma haklarını onlara sağladıkları için, devlet büyüklerimize de buradan teşekkür ediyorum.

Çocuk haklarıyla ilgili Gazze'de çok ciddi de bir problem var. Bunun da altını çizmek istiyorum. Çünkü şu an 30 binin üzerinde yetim çocuk var. 31.200 olması lazım. Son rakam bana iletilen. Bu 31.000 yetim çocuğun miras haklarının el değiştirip bir şekilde satışa sunulup Yahudi siyonizm derneklerine, siyonizm vakıflarına aktarılmaya çalışıldığıyla ilgili bize bilgiler de geliyor. Bu konuda da Elif Lale Kırcaoğlu Hanım sizlere bilgi sunacak.

Ben sözü fazla uzatmadan bu sarin gazı hadisesini anlatması için sözü Avukat Faruk Tüzün arkadaşımıza bırakıyorum. Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyor, saygı, sevgi ve hürmetlerimi sunuyorum. Allah'a emanet olun. Sağolun.

Av. Faruk TÜZÜN:

Cümleten selamünaleyküm, ben Avukat Faruk Tüzün. Öncelikle Mustafa Abi'ye ve Salih Bey'e çok teşekkür ediyorum bizleri davet ettikleri için. Tabi biz hukukçular olarak mikrofon İsrail'in Gazze ve İran Saldırıları Boykot ve Nükleer Krizin Bölgesel Etkileri Başlıklı Konferans Gerçekleştirildi.bize geldikten sonra sabaha kadar konuşuruz. Çok uzatmadan, çünkü ben de konuşmamı yaptıktan kısa bir süre sonra ayrılmak zorundayım. Kilit rolü oynayacak önemli birkaç şey söylemek istiyorum. Ondan sonra müsaadenizi isteyeceğim.

Şimdi birincisi elbette televizyonların, internetin her eve girmesiyle eskiden haber almadığımız yerlerden bile artık haber alıyoruz. Dünya şu kadarcık bir şeyin içine girdi. O yüzden iyi ya da kötü ne oluyorsa dünyada her yerde haberimiz oluyor hemen hemen. Ancak yardım ulaştırma veya destek olma konusunda işte asıl sorun iyiliğin yayılması hususunda. Şimdi aslında sorun burada, herkes tabii birçok konudan bahsetti ama benim de sorumlu olduğum konuya dair söyleyeceklerimi söylemeden evvel kısa bir bilgilendirme yapacağım.

Filistin'deki problemler ne 7 Ekim'le başladı, ne 1967'yle, ne 1948 ile. Bunlar çok öncesine dayanan sorunlar. Tabii bunları internetten biraz araştırıp öğrenebilirsiniz. Sorun yok ancak. Bu arada günlük hayatını yaşamaya çalışan insanların, sadece kurşunla veya bombayla değil, başka sıkıntılarla da boğuştuğunu paylaşmak isterim. Mesela bir örnek vereyim size. Bir doktor müvekkilim vardı. Gazze'den göçen, şu anda başka bir ülkede doktorluk yapıyor. Derdi ki, "Biz bir hastamız için malum Gazze dışında Filistin dışından bir ilaç isterdik. İsrail, gümrüklerin tamamını kapattığı için, o ilaç vakti zamanında da gelse, ilacın tarihi geçene kadar o ilacı orada bekletirdi. Ondan sonra ilacı teslim ederdi bize." Tekerlekli sandalyeye ihtiyacı olan çocuklar için, onlara uygun tekerlekli sandalye ister veya işte omuz ya da kol için dayanak, çocuk büyüdükten sonra teslim ederlerdi veya öldükten sonra teslim ederlerdi. Yani böyle alçak, pislik bir maalesef işgalci anlayışla karşı karşıyayız. Çok uzatmadan bu örnekleri her alanda çoğaltabiliriz. Organ hırsızlığından birçok sapkınlığa kadar, cezaevlerinde yapılan işkencelere kadar bunları çoğaltabiliriz.

Ancak ben sorumlu olduğum alanla alakalı konuşup size bilgilendirme yapmak isterim. Birincisi, İstanbul 2 Nolu Barosu, Uluslararası Hukukçular Birliği ve diğer bazı sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yaklaşık işte 2 seneyi bulacak, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne, Netanyahu ve savaş kabinesinin yargılanması için 8 klasör dilekçe hazırladık. Delilleriyle beraber, bu delilleri sunduk. Bunları anlatacak olan kişi ben değilim. Yasin Şamlı'dır, İstanbul 2 Nolu Barosu Başkanı. Kendisinin çok büyük emeği vardır. Allah razı olsun. Ancak ilk ziyaretten sonra bir hareket olmadı. Fakat ikincisinden sonra biz şunu söyledik, dedik ki, Uluslararası Ceza Mahkemesi uluslararası adını nereden alıyor?

Mazlumların, zalimlerin zulmettiği insanların lehine karar vererek, iyilerin yanında olarak karar veriyor diye düşünüyoruz. Eğer siz, hakimler olarak, savcılar olarak doğru şekilde karar vermezseniz artık halkın ve bütün dünyanın vicdanında da sıfır çekmiş olursunuz. Siz kendinizi bitirmiş oluyorsunuz. Yani bizim için, adaleti sağlamak isteyen biz insanlar için hiçbir şey değişmeyecek. Tabii bu tepkiden sonra bir yakalama kararı çıktığına inanıyoruz. Ancak sonuç ne olur? Bütün dosyalar, davalar çok uzun sürüyor, bilemeyiz. Ancak bu savaş döneminde, 7 Ekim 2023 döneminde ve sonrası süreçte sadece sarin gazı değil, birçok farklı kimyasal bomba da maalesef Filistinlilerin, hatta işte Sumud Flotilla, bu küçük gemiciklerle minik gemilerle Gazze'ye yardım ulaştırmaya çalışan silahsız aktivistlerin bile üzerlerine belli başlı şeyler maddeler atılarak, insanlar üzerinde resmen deney yapar gibi bu bombaları kullanıyor, bu maddeleri kullanıyor İsrail.

Özellikle beyaz fosfor bombası dediğimiz, atıldığı zaman vücutta yanıcı, yakıcı ve zarar verici etkiler oluşturan, kalıtsal olup olmadığını da şu anda bilemediğimiz bir bomba türü oluşturdular. Bunun kullanılması uluslararası olarak yasak. Ancak bu hususları denetleyen uluslararası bir mekanizma yok mu, diye sorarsanız, yine Hollanda'da, kimyasal silahların kullanımını engelleyecek olan bir kurum var. Dünya çapında uluslararası kimyasal silahların kullanılmasını engelleme kurumu diye, böyle uzun bir ismi var.

Şimdi biz buraya bir ziyarette bulunduk 2024 yılı içerisinde. Dedik ki İsrail bir sivil güruha, sivil topluluğa beyaz fosfor bombası atarak hem bu insanlara yanıcı, yakıcı şekilde zulmediyor, zarar veriyor, hem de kalıtsal etki olup olmadığını, yani Japonya'daki işte Hiroşima, Nagazaki gibi radyasyonel bir zararı olup olmadığını da bilemediğimiz için, bunun acilen kullanımının yasaklı listesine girmesi ve savaş suçu sayılması gerektiğini söyledik. Ancak maalesef İsrail, o kadar böyle parayla ve lobicilik faaliyetiyle oralara kadar çok önceden erişmiş ki, "Biz," dedi bu konuyla alakalı oranın başındaki kişi, "Bir heyet olarak toplandık. Ve bu bombanın kimyasal bir silah olmadığına karar verdik."

Şimdi buna, afedersiniz yani bu hukukçuya yakışmaz ama kenarınızla gülersiniz yani bu cevaba. Şimdi biz tabi şok olduk orda. Bununla alakalı 2 tane, 3 tane akademisyen bulmuşlar. Afedersiniz ziptirik bir köşe yazısı, makaleyle: 'Bu kısa süreli etkilidir. Vücut tekrar eski haline gelmektir. Bunun kimyasal silahla bir alakası yoktur.' gibisinden. Ve bu lobi çalışmasıyla kimyasal silah olan beyaz fosfor bombasını, kimyasal silah olmayan bir zarar verici mekanizma olarak literatüre geçirmişler. İşin başka üzücü tarafı ben açıkçası burada onu konuşmak istiyorum.

Şimdi başkalarının ne yaptığından ziyade bizim ne yaptığımız daha önemli. Yani orada İsrail'in bir lobi çalışması olabilir. Birilerine para yedirmiş olabilir. Birkaç tane satılmış akademisyenin makalesini kullanmış olabilir. Evet. Ama biz ne yapıyoruz, o önemli. Maalesef işin kendi tarafımıza gelecek olursak, zaten Türkiye bu sözleşmeye taraf değil, bir takım çekinceleri olduğu için. Ancak taraf olan ülkelerden bir tanesi, maalesef, maalesef işte o mevcut olan hükümet, Filistin'in kendi hükümeti de bu sözleşmeye taraf olduğu halde, oraya bununla alakalı bir başvuru yapmamış.

Şimdi Filistin'in Uluslararası Ceza Mahkemesine, Adalet Divanı'na, adaletin sağlanması ve katledilen sivillerin katillerinin yargılanması için başvuru yaptığını biliyoruz. Hatta kimlerin başvuru yaptığını ben ismen avukat olarak biliyorum. Ancak yani bu insanların varsa Avrupa'da, Amerika'da mal varlıklarına el kondu, bazı savcılara, hakimlere görevden el çektirmek için iftiralar atıldı. Mesela ben şahsen hayatım boyunca Kudüs'e hiç gitmedim. Önümüzdeki ay ocak ayında Kudüs fahri imamı Sabri İkrime'nin bir duruşması olacak. Ben gidemiyorum, çünkü gitsem beni tutuklayacaklar orada imzam olduğu için.

Bizim şahsen, o insanların bu kötülükleri ayırmada ne yaptığını çok merak ediyorum. Dolayısıyla aynı Cenevre'de yani İsviçre'nin bu insan haklarına ilişkin bütün lobicilik faaliyetinde Türkiye'nin, nasıl çok aktif şekilde varsa, orayı hiç boş bırakmıyorsa, aslında bu zulümlerden zarar görenlerin, kaliteli bir devlet oluşunu geç de olsa onlar da orada "Hayır, fosfor bombası, beyaz fosfor bombası zarar veren bir maddedir. Bu bir kimyasal silahtır." deyip, analizlerle beraber karşı tez sunması gerekir. Maalesef işte dediğim gibi yani uluslararası bazı mekanizmalarda İsrail'in ya doğrudan çalışanlarıyla ya da dolaylı olarak işte Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman veya işte sadece 2 devlet değil, bugüne kadar Gazze'ye, Filistin'e zarar veren devletlerin sayısı doğrudan savaşarak veya istihbarat sağlayarak veya para vererek ya da el altından destek sağlayarak, 4-5 tane ülke bunlar.

Ve asıl buralarda mücadele edelim. Bu katliama destek verenler aleyhinde sağlanması maksatlanırsa, bunlara bir çözüm bulunursa o zaman işte bu zararlardan imtina etmiş oluruz. Süremi çok uzatmadan şu 3 şeyi de söyleyip kapatmak istiyorum. Nasıl ki yakın zamanda, hatırlar mısınız bilmiyorum, Amerika'da, New York'ta, Yahudilere ait sinegogun altında bir tünel çıktı. Ve o tünelin içinde bir sürü çirkin şey de çıktı. O zamanki Belediye Başkanı burayı betonladı ve şu anda içeride ne olduğunu kimse bilmiyor. Yani bir suç şeyi varsa da onu artık örttüler. Fakat bu Amerika'daki New York şehrindeki toplumu ciddi mana rahatsız ettiği için yeni dönem seçimde Zohran Mamdani, bir Müslüman, Belediye Başkanı seçildi. Ve seçilirken de "Ben Müslümanım." filan demedi. Dedi ki, "Ya burada kiralar niye o kadar yüksek? Siz niye işte bu zulüm yapan insanları destekliyorsunuz? Bu insanlara bu kadar bizim vergilerimizi gönderiyorsunuz?"

Yani Colorado'da işte bilmem ne kadar hortum oluyor. İnsanlar 100 bin, 200 bin dolarlık kişi başı zararlar ediyorlar. Siz gidiyorsunuz 6 milyar dolar İsrail'e bağış yapıyorsunuz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? O yüzden yani gerek Avrupa'da, gerek Amerika'da, gerek dünyanın birçok yerinde, hem Türkiye, hem de mazlumların yanında destek olmak ve lobi faaliyeti sağlamak gerekiyor.

İkincisi kimyasal silahlarla alakalı ve diğer silahların kullanımıyla alakalı bir engelleme çalışması yapmak lazım. Bu da nasıl olur? Malumunuz bugün en büyük ses medyadır. Sosyal medyada, televizyon kanallarında, internet gazetelerinde bu konulara ilişkin bol bol haber, bilgilendirici yazılar paylaşılırsa, Türkçe, İngilizce, Arapça, Japonca fark etmez, birçok insan da bu konuda bilgi sahibi olur ve bakış açıları değişir. Çünkü 1980'ler ve 90'lara göre, 2000'li yılların, işte 2020'li yılların Yahudilere bakışı çok farklı oldu artık. 1980-90'larda Yahudilere çok farklı gözle bakılırken, Avrupa ve Amerika vatandaşları, gayrimüslim Asya bugün yine çok farklı bakıyor, çünkü mevcut katliamlar ortada.

Kafanızı şişirmeden son olarak şunu da söylemek istiyorum. Ben avukat olarak elimden geleni yaptım. Buradan Hollanda'ya da gittim. İsviçre'de, Cenevre'de 'Filistin Yargılaması' adı altında bir program teşkil ettik. Hatta geçtiğimiz haftalarda sonuncusu yine İstanbul'da oldu ve bu dünyanın birçok yerinde gerçekleşti. "Ben bir avukat olarak ne yapabilirim ki bu konuda kardeşim?" demedim. Elimden gelen buydu, bunu yaptım.

Siz isterseniz emekli olun, gidin kahvede kağıt oynayın, önemli değil. Yani sosyal veya ekonomik statünüz, fiziksel durumumuz ne olursa olsun, zulme devamlı baş kaldırmak lazım. Çünkü herkes kendi bulunduğu çerçevede, çevrede bunu yaparsa, işte o zaman Trump'ın Netanyahu'ya söylediği şeyin karşılığını almış oluruz. Yani: "You can not win against all world." Yani: "Siz bütün dünyaya karşı kazanamazsınız. Bütün dünyayı yenemezsiniz. Haddini bileceksin." dedi ona bu ateşkes görüşmelerinde. Yani bütün dünya biziz. Onlar aslında küçük bir grup. Bunu başarabiliriz.

Çok teşekkür ediyorum. Sağ olun.

Başkan Salih KURT:

İki dakika, ben burada bir şeyi de hatırlatayım değerli arkadaşlar, arkadaşımın Faruk Hocamın bir eksikliği oldu. Mesela şu anda Filistinli El Halil Belediye Başkanımız tutuklu, Tayseer Ebu Sneineh. Bu aynı zamanda Orta Doğu ve Batı Asya Belediyeler Birliği'nin de başkanı. İsrail, sırf bu adamı sebepsiz yere bir-iki ay önce tutukladı. Şu anda cezaevinde. Bunun da dışarı çıkması için hem Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi Komisyonu olarak biz Faruk Bey'le uluslararası bir çalışma yapıyoruz. Lüksemburg mahkemelerinde İspanya'yla bu konuda hep beraber hareket ediyoruz. Aynı zamanda Avrupa Birliği Konseyi'nin de bu konuda bir izin vermesi gerekiyor. Avrupa Birliği Konseyleri de bu konuda irtibat halindeyiz. Onları da ikna etmeye çalışıyoruz.

Dünya "Yeryüzü Doktorları" diye bir kuruluş var, hepiniz duymuşsunuzdur. Biz USSAM Mahkemeleri olarak "Yeryüzü Hakimleri, Yeryüzü Savcıları, Yeryüzü Hukukçuları"nı inşallah Türkiye'de hayata geçireceğiz. Teşekkür ediyorum, sözü Elif Hanım'a bırakıyorum. Buyrun Elif Hanım.

Elif Lale Kırcaoğlu:

Öncelikle Cumamız hayırlara vesile olsun. Böyle mübarek bir günde, böyle seçkin ve değerli büyüklerimle bir arada olmaktan çok büyük onur duydum. Mustafa Kuran Hocam'ın da ifade ettiği gibi, bence bu salonda bulunan kişiler seçilmiş durumda. Çünkü oradaki yaşanan dehşetin, sessiz çığlığın sesi olmaya çalışıyoruz. Saygıdeğer katılımcılar, sayın Hazirun, sayın Başkanlarım, hepinizin tekrar bu cuma günü hürmetine saygı ve selamla selamlıyorum.

Bugün Türkiye'de kurulmak üzere olan USSAM, Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemesi kapsamında, sadece savaş suçluları değil, aynı zamanda savaşlarda yetim kalan çocukların ve bu çocukların miras haklarının korunmasına dair önemli bir adım atılmak istenmektedir. Ve şu an burada, biraz önce ifade ettiğim gibi seçilmiş çok değerli insanların olduğu bu salonda, Ensar Vakfı konferans salonunda düzenlenen programda yalnızca bir konferans değil, aynı zamanda küresel vicdanın ve hukuk arayışının yeniden konuşulduğu önemli bir buluşma niteliği taşımaktadır.

Bilindiği gibi Gazze'de şu an 39.870 ve Suriye'de de 3.100 sayısına varan yetim çocuk, savaşın acımasız etkilerinden dolayı savunmasız, evsiz, barksız ve yurtsuz kaldılar. Türkiye'de kurulan Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemesi, kısa adıyla USSAM Mahkemeleri, bu çocukların miras haklarını, güvenliklerini kayıt altına alacak, faillerin adalet önüne çıkmasını sağlayacak, çocukların geleceğini güvence altına alacaktır. USSAM, Türkiye'de hem barış gücü hem de insan hakları savunucusu olarak, bu çocukların aynı zamanda uluslararası arenada sorumluluğunu da üstlenmiş olmaktadır. Türkiye'nin böyle bir yapıya öncülük etmesi hem uluslararası adalet mekanizmalarında söz sahibi olmasını, hem de insan hakları konusunda güçlü bir merkez olmasını sağlamaktadır. Türkiye'nin diplomatik birikimi, kriz bölgelerindeki mağdurların sesine zemin hazırlamaktadır.

Dolayısıyla Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemesi sadece bir mahkeme değildir, bir vicdan merkezidir. Küresel ölçekli üstlendiği bu rol sadece hukuksal bir işlevle sınırlı değildir. Dolayısıyla şu an dünyada uluslararası mahkemelerin, uluslararası oluşturumların hepsinde bir siyasi başlıklarla karşılaştığımızı düşündüğümüzde, USSAM, bu noktada bir aynı zamanda güven kapısıdır.

Özellikle USSAM Mahkemeleri, savaş bölgelerindeki çocukların kimlik tespiti, aile kayıtlarının belgelenmesi, sorunların teşhisi gibi kritik çalışmaları içeren önemli bir mahkemedir. Gazze'deki çocukların miras hakları, hukukun en ince noktasıdır. Gazze'de devam eden binlerce çocuğun hem ailesiz, hem de korumadan yoksun kalmasına yol açtı. Anne babalarını kaybeden çocuklar, miras haklarının korunması, uluslararası hukukun yetersiz kaldığı alanlardan biridir. Şu an hala halihazırda Kıbrıs'ta dahi hayatını kaybeden, savaştan sonra mağdur kalan, hala teşhis edilemeyen, miras haklarını savunmaya çalışan insanlarla doludur. Bu noktada biz Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemeleri olarak bu hukukun yetersiz kaldığı, bu ince noktadan çalışmalarımıza başladık.

USSAM'ın diplomatik boyutu devletler arası değil, insan hakları, delil toplama süreçleri, insani hukuk gibi teknik çalışmalarda da bir köprü niteliğindedir. Çocukların durumu ise bu sessiz çığlıkların en büyük kaydıdır. Malumunuz üzere, savaşın en ağır yükünü çocuklar taşımaktadır. Devamında gelen kişiler ise kadınlardır. Halbuki benim hukuksal alanda burada çok şeyler ifade etmem belki haksızlık olabilir. Sayın Mustafa Kuran Hocamın da ifade ettiği gib, Faruk Hocamızın da ifade ettiği gibi, savaşlarda çocuklara, kadınlara ve mabetlere dokunulması yasaktır, değil mi Hocam? Uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde bu şekildedir.

Maalesef şu an bütün bu bahsettiğim çocuklar, mabetler ve kadınlar çok ciddi bir istismar altındadırlar. Yurtlarından edinilen, eğitiminden koparılan, ailesini kaybeden, istismara ve şiddete açık hale gelen çocuklar, savaşın görünmeyen en büyük mağdurlarıdır.

Benim mesleğim, esasında sosyal pediatristlik, çocuk sosyolojisi ve şu an ensest ile istismar alanında uzmanlık yapmaktır. Fakat şu an dünyada hiçbir yerde görülmeyen bir istismar ve şiddet söz konusudur. Bunun da birinci mağduru, o bölgedeki kadınlar ve çocuklardır. Biraz önce Faruk Avukatımızın ifade ettiği gibi, kimyasal ilaçlanmalara maruz kalanlar, çocuklardır. Dolayısıyla biz USSAM Mahkemeleri olarak, bu çocukların kimlik tespiti, aile kayıtlarının belgelenmesi, sorunların teşhisleri gibi kritik çalışmalar yürütmekteyiz.

Bildiğiniz üzere, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü, çok yakın bir tarihte kutlanan, Birleşmiş Milletler'in çocuk hakları gününün kabul edilmesi, esasında şu anlama geliyordu: Bu çocukların yaşam hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı ve onurlu bir yaşam sürdürme hakkı gibi temel hakların her çocuğa verilmesi şeklinde bir fırsat niteliği taşımaktadır. Ama maalesef, şu an Gazze Şeridi'nde yaşanan insani trajedi, bu hakkın ne kadar sistematik bir şekilde ihlal edildiğini göstermektedir.

Ve uluslararası hukuk, taahhütler ve çocuk haklarına dair sözleşmenin, yani CRR'da şöyle bir ifadesi vardır: Her çocuğun hayatta kalma ve gelişme hakkı olduğunu ve bunu devletlerin korumak gibi bir sorumluluğu olduğunu ifade eder. Maalesef, şu an Gazze'de yine ihlal edilen en büyük haklardan biri, bu çocukların hayatta kalma haklarıdır.

Bu noktada da biz, oradaki çocukların sessiz çığlıkları olmaya çalışıyoruz. Yine afetler, iklim değişiklikleri, silahlı çatışmalar, göç gibi birçok noktada zayıf kalan çocuklar, bu yaşanan bombardımanların, yerinden edilmenin, kayıp kayıtların, travmaların, Gazze'de çocukların derin psikolojik yaralar almalarına sebep olmaktadır. Yani olay sadece çocukların öldürülmesi, yetim kalması değil, o kalan çocukların psikolojik travmalarını nasıl iyileştireceğimizin hiçbir açıklaması yoktur. Bunun hem bu dünyada hem öbür dünyada vebalini nasıl ödeyeceğimizi gerçekten ben bireysel olarak bilmiyorum. O yüzden hiç uyuyamıyorum. Ben de iki kız çocuğu sahibi bir anneyim. Nasıl bu noktada bir savaş veririm, mücadelesi içerisindeyim.

O yüzden bugün sizlerle bir araya gelmek, benim için çok büyük bir onurdu. Dolayısıyla sürekli çatışma ortamı, çocukların ruh sağlığını, eğitim olanaklarını ve gelişim perspektiflerini yıkıcı bir şekilde etkilemektedir. Ayrıca oradaki altyapının tahrip olması, çocukların okullarının yıkılması, sağlık sisteminin çökmesi de çocukların eğitim ve bakım haklarını da doğrudan tehdit etmektedir.

Raporlara göre, insani yardım girişleri biliyorsunuz, sınırlandırılmış bir durumda; kapıyı bir şekilde aralıyorlar, sonra tekrar kapatıyorlar. Ve dolayısıyla bu durumda, yiyecek, temiz su, ilaç, tıbbi malzemelere erişim büyük ölçüde kısıtlanmaktadır. Bu da çocukların ölüm riskini artırmakta ve uzun vadeli olarak zarar görmelerine sebep olmaktadır.

Çocuk Hakları Günü'nün böyle kutlandığı bir ortamda, bu Gazze örneği trajedik bir göstergedir. Birleşmiş Milletler'in ve diğer ulusal aktörlerin çocuk bağlamında çok net sınıfta kaldığını göstermektedir.

Dolayısıyla sözümü tamamlayarak şöyle söylemek istiyorum: Çocuk hakları sözleşmeleri, insani hukuki normlar ve evrensel değerler tek başına yeterli değildir. Bu değerlerin uygulanması ve dönüştürülmesi için, uluslararası toplum kararlılığı, yaptırım iradesi ve insani sorumluluk duygusu şarttır. Ve bu sorumluluğu büyük bir şekilde üstlenen, başta USSAM Uluslararası Savaş Suçları Araştırma Mahkemesi Başkanımız Salih Kurt'a ve bu mahkemede bize gerçekten vizyonerliği ile idol olması noktasında değerli hocamız Mustafa Kuran Bey'e de sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Sizlere saygılarımı ve hürmetlerimi iletiyorum. Allah'ın selamı üzerinize olsun.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —