Geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden geçen bir yasa teklifi, ülke gündeminde yeni bir sayfa açtı: Tıbbi kenevir ürünleri, artık eczanelerde, Sağlık Bakanlığı onayı ve reçeteyle satılabilecek.
Sağlık için bir umut gibi görünse de; bu kararı yalnızca biyolojik bir tedavi aracı olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir travma alanı olarak görmek gerek.
Zira yıllardır sahada bağımlılıkla mücadele eden biri, bir psikolog ve bir kadın ve 25 yılını ilaç sektörüne vermiş biri olarak biliyorum:
Bazı kapılar aralandığında, kimisi tedavi bulur; kimisi felaket.
Kenevir, yıllardır Türkiye toplumunun zihninde "yasadışı madde" olarak yer etti.
Şimdi ise devlet eliyle "tedavi edici" etiketiyle gündeme geliyor. Bu durum, özellikle genç kuşaklar üzerinde çok ciddi bir bilinç kayması riski yaratıyor.
Psikolojide buna algı gevşemesi deriz.
Bir şeyin meşrulaştırılması, onun zararsız olduğu yanılgısını besler.
Kenevirin "tıbbi" unvanla piyasaya sürülmesi, zihinsel bir ayrım yapmayı zorlaştıracak:
Zararlı olan kenevir mi?
Yararlı olan mı?
Yoksa "bir şey olmaz" denilen mi?
Unutmayalım: Hiçbir birey bağımlı doğmaz. Ancak her birey bağımlı olmaya psikolojik olarak açıktır.
Bağımlılıklar genellikle bir "boşluk" hissiyle başlar — duygusal yoksunluk, aile içi şiddet, sosyal baskı, işsizlik, toplumsal umutsuzluk…
Bu boşluk bir maddeyle doldurulduğunda, beyin ödül sistemini yeniden programlar.
Kenevirin içerdiği THC maddesi, dopamin salınımını etkiler.
Bu da kişinin beyin biyolojisini kısa sürede dönüştürebilir.
Tıbbi olan da, istismara açık olan da bu etkiyi yaratabilir. Çünkü temel etken aynı…
Şayet bu soruların yanıtı belirsizse, toplum olarak büyük bir psikososyal riske giriyoruz.
İzmir Toplumsal Mücadele Derneği olarak biz yıllardır sahadayız.
Alkol, uyuşturucu, uyarıcı madde, sentetik hap, bonzai…
İsimleri değişse de acıları aynı kalan bu maddelerin gölgesinde büyüyen çocukları biliyoruz.
Tedavi gören gençlerle konuşuyoruz. Annelerin feryatlarına tanık oluyoruz.
Şimdi, yeni bir madde daha "yasallaşarak" sahneye çıkıyor.
Bu sahneye çıkışın perde arkasını sorgulamak da bizim görevimiz.
Toplum hazır değil.
Çünkü bu kararı açıklayan kurumlar kadar, o karardan etkilenecek gençlerin bilinç seviyesi aynı oranda yükselmedi.
Psikolojik sağlamlık, eğitim, aile desteği, sosyal farkındalık…
Henüz hiçbirinde "ortalamanın üstü" değiliz.
Eğer bu yasa bir zorunluluksa, o zaman toplumun zihinsel bağışıklığını artırmak da devletin zorunluluğudur.
Biz dernek olarak şunu söylüyoruz:
Tıbbi ürünse, bilimsel kontrol altında kalsın.
Bağımlılık potansiyeli varsa, psikolojik danışmanlık zorunlu olsun.
Denetim yoksa, bu iş masum kalmaz. Ki mutlaka olacaktır buna şüphemiz yok ama ulaşmak isteyecek kişiler de her yola başvuracaktır
Ve son olarak:
Toplumu korumak sadece güvenlik değil; farkındalık meselesidir.
Biz bu konuyu bir de bir eczacı gözü ile bir de hukuksal alanda da ele alalım.
bir sonraki yazım da konuyu Av. Atılım Atalay ile alacağız
bundan çok ciddi bir yazı dizisi olur, nedeni ise kaygılarımız çok fazla ….
Psikolog / Köşe yazarı
Özlem TUNÇ